Avrupa uyanmaya ve bölgedeki ve dünyadaki İran emellerinin yarattığı tehlikeyi görmeye başladı mı?
Hükümet destekli terörizmin, Araplardan ve Dünyadan hiç kimsenin kabullenemeyeceği, füzeler yoluyla mesaj vermenin, herkes için ne kadar tehlikeli olduğunu anlamaya başladı mı?
Şu kesin olarak söylenebilir ki, son birkaç gün içindeki Fransa’nın tavrı, adeta tüm Avrupalıları yüksek bir alarm sesiyle uyandırmaya çağıran bir ülkeyi andırıyor.
Avrupa kıtasının güvenliği ve emniyeti için pragmatik ve kısa vadeli ekonomik kazançları bir kenara bırakmaya davet ediyor.
Özellikle de İran’ın Şahab-4 gibi füzelerinin artık Avrupa kıtasının emniyet ve güvenliğini tehdit eder hale geldiğini ve şimdiye kadar bunun gizli kalmasının daha da kötü bir şey olduğunu hatırlatıyor.
Açıkçası bu tavrı, kararlı ve sağlam bir tutuma delalet ediyor. Ayrıca son olarak da Fransa Cumhurbaşkanı, Tahran’dan, kontrolsüz olarak nitelendirdiği balistik füze politikasını açıklığa kavuşturmasını istedi.
Genç Fransız Cumhurbaşkanı bu açıklamayı yapmakla kalmadı, aynı zamanda Tahran’ın bölgede daha az saldırgan olması gerektiğini vurguladı ve savunma amaçlı üretilmemiş ve saldırı niteliğinde olan bu balistik füzeleri, neden üretmeye gereksinim duyduklarını, bütün dünyaya açıklamasını istedi.
Fransa, İran’la yapılan son ekonomik anlaşmaları umursamıyor, Hatta arkasını döndüğünü söylesek abartmamış oluruz.
Şuna kesin olarak inanıyoruz ki artık Fransa’nın gözünde İran’ın rolü – Fransa Dışişleri Bakanı Jean Yves Le Drian’ın demecine göre- bölgeyi hâkimiyeti altına alma ve istikrarı yok etmektir. Elbette bu durum şimdi ve gelecekte, küresel güvenlik ve barışa, en büyük tehdit olarak yansıyacaktır.
Fransa’nın İran konusundaki yeni tutumu, belki de dolaylı olarak ABD ve Avrupa arasında yeni bir karşılıklı anlayış mekanizması yaratmış olacak. Atlantik’in iki yakası arasındaki iletişim, Donald Trump’ın seçilmesiyle, özellikle de İran’a yönelik stratejisini açıkladıktan sonra neredeyse kaybolmuştu.
Özellikle de İranlılarla olan mali çıkarları için, kötü bir imajı olan anlaşmanın, Avrupa tarafının savunulmuş olması bunda etkili olmuştu.
Bu bağlamda, Washington ve Paris arasında şekillenmeye başlayan yeni işbirliğinin boyutları daha iyi anlaşılmış olmakta.
İki cumhurbaşkanı yaptıkları telefon görüşmesinde, bölgede Hizbullah ve İran’ın istikrarı bozan faaliyetleriyle mücadele yürütmek için müttefikleriyle birlikte çalışmanın zarureti konusunda anlaştılar.
Yeni Fransız-Amerikan uzlaşısı, Avrupalıların nükleer anlaşmaya yönelik genel yöneliminde bir değişiklik oluşturup, bu anlaşmanın İranlıların terörizme verdiği destekte, finansman yollarını nasıl olağanüstü kolaylaştırdığını ortaya çıkarır mı?
Görünen o ki; Fransızlar nezdinde bugün İran, dünyanın kendisinden çok çektiği terörizm hastalığına yakalanmış bir devlettir, buna karşın dünyanın her tarafındaki büyük terörist grupların (El-Kaide ve DEAŞ gibi) geri kalanı yalnızca hastalığın “semptomlarına” sahipler.
Bu sözün doğruluğuna kanıtı yakın tarihlerde ortaya dökülen ve el Kaide’nin lideri bin Ladin ile İranlılar arasındaki organik ilişkiyi gösteren belgelerdir. Sonradan temel bazı konularda farklılıklar ortaya çıkmış olsa da İran ona maddi ve lojistik destek vermiştir.
İranlıların tek derdi, devrimlerini öncelikli olarak İslam dünyasına, sonra da geri kalan yerlere ihraç etmektir. İran açısından Üsame bin Ladin, Batı’dan intikam alma aracı iken, o da uyku-uyanış söylemleriyle oyalanıyordu.
Bazen rollerin değiştiği de oluyordu. Bu arada Doha, dünya kıtaları arasındaki gezici terörizm için bir başkent ve teröristler arasındaki bağlantı için de bir merkez olmuştu.
Bugün başta Fransa olmak üzere Avrupalılar, İran’ın yapıp ettikleri hakkında sessiz kalmanın doğu ve batıda kim varsa herkesin, yakın gelecekte hiç kimsenin ödemeyeceği bir bedelle karşı karşıya kalacağını idrak ediyorlar.
Avrupa ve ABD askeri kamplarında nasıl bir yüksek bedel ödendiği aslında birçok şeyi de hatırlatmış oluyor.
Kuzey Kore dosyasına gelecek olursak, İran ile arasında bağların sağlam olduğu ve yüksek koordinasyon içerisinde bulundukları Brüksel ve Washington istihbarat ajanlarının gözünden kaçmadığı anlaşılıyor.
İran’ın mesnetsiz itirazları artık Araplardan önce Avrupalılar ya da Amerikalılar tarafından da kabul görmüyor. Fransız demeçlerinin, Mollalar topluluğuna büyük bir rahatsızlık yaşattığı anlaşılıyor. İran’ın uluslararası ilişkiler danışmanı Ali Ekber Velayeti’nin, aynı dönemde, İran televizyon ağları üzerinden yaptığı açıklamaların gelişigüzel ve saldırgan olması buna delalet etmektedir. Yaptığı açıklamada; “meselenin Fransa’yı ilgilendirmediğini ve üstüne de vazife olmadığını” söyledi. “Paris’i, Ortadoğu’da gerginliği körüklemek, Tahran’ın bölgedeki politikaları konusunda taraflı bir tutum takınmakla” itham etmesi sözün bittiği yerdi.
İranlılar, İran altın halkalarının Avrupa da dâhil olmak üzere dünyayı kör edeceğini düşünüyorlardı. İranlı bilim adamı Majid Ravizadeh’in yakın tarihli bir makalesinde belirttiği gibi, İran Devrim Muhafızları tarafından işlenen ve devlet yöneticileri tarafından kapatılan insanlığa karşı suçların gizlenebileceğini zannettiler.
Her geçen gün gözler Devrim Muhafızları unsurlarına ve bunların körfez ülkelerinde huzursuzluk yaratmaya yönelik rollerine daha da açılıyor. Bu nedenle görünen o ki, Washington, Arap Körfezi’ndeki varlığını ve ortaklıklarını, özellikle İran’ın kaçak füze ve silahlarının yayılmasını engellemek için harekete geçirmeye devam ediyor ve kaçınılmaz büyük çatışma anının gelmesini bekliyor.
Defalarca belirttik ve yine tekrar edelim ki; İran’la ilişkilerdeki çıkmaz yol, İran’ın bütün meselelere dini ve siyasi olarak değil kendi sahip olduğu inançlar zaviyesinden bakmasıdır.
İran’ın, balistik füzeler yoluyla bunu ihraç etmeyi hayal eden dogmatik bir projesi vardır. Bu da onu DEAŞ ve el-Kaide gibi örgütlerden kat be kat daha tehlikeli kılmaktadır. Avrupa’daki bu uyanış son zamanlarda gerçeklere kapalı kalan Almanya’ya da geçer mi?