Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran geri adım atıyor: Koşulsuz müzakere! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geçtiğimiz Perşembe günü, Tahran ve diğer İran şehirlerinde öfke dolu yeni bir protesto dalgası patlak verdi. ABD yaptırımlarından dolayı daha da kötüleşen ekonomik koşulları protesto etmek için İran lideri Ali Hamaney’in resimleri yakıldı. ABD’nin yeni yaptırımlarının başlamasına 5 gün kaldı. Başkan Donald Trump yeni yaptırımların eskisinden çok daha ağır olacağını söyleyerek İran’ı tehdit etti. Çünkü ikinci dalga yaptırımlar, petrol ihracatının sıfırlanmasını ve bankacılık faaliyetlerinin durmasını öngörüyor. Kutuplaştırmayı seven bu rejim, bu defa gülen maskelerden birini ödünç aldı ve özellikle Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’in yüzüne yerleştirdi. Geçtiğimiz Salı günü Zarif, ‘Tahran’ın ABD yönetimi ile görüşmelere başlamaya hazır olduğunu ve herhangi bir ön koşulunun bulunmadığını, ancak karşılıklı saygı çerçevesinde olması gerektiğini!’ açıkladı.

Bu konuşmaya bakınca sanki meselenin ‘karşılıklı saygı meselesi’ olduğunu zannedersiniz. Hâlbuki esas mesele, bir dizi sert ABD koşulları ve talepleridir. Bu koşul ve taleplerin, mollaların davranışlarını değiştirmeye yönelik olduğu Washington tarafından açıkça ifade edildi. Elbette Zarif’in, Amerika’nın yaptırımlarına rağmen bazı ülkelerin Tahran’la ekonomik ilişkilerini sürdürdüğünü ve ülkesinin bu yaptırımların üstesinden gelebileceğini söylemesi bir şey ifade etmemektedir. Eğer bu söyledikleri doğru olsaydı, İran önkoşulsuz müzakereler talep istemezdi!

“Önkoşulsuz” ne anlama geliyor?

Tabii ki… Bu koşulları taşıyamadıkları ve ABD tarafından son aylarda tekrar edilen şart ve talepler listesini gözden geçirmeye hazır oldukları anlamına geliyor. 13 Ağustos’ta Ali Hamaney şunları söylemişti: ‘Amerikalılar, İran’a yönelik küçük düşürücü bir dil kullanıyorlar. Yaptırımların yanı sıra müzakereleri ve savaş ihtimalini ima ediyorlar. Ancak savaş olmayacak ve onlarla pazarlık yapmayacağız!’

ABD Başkanı Donald Trump’ın, Başkan Dwight Eisenhower günlerinde Devlet Bakanı olan John Foster Dulles’in teorisini uygulamaya çalıştığı çok açık. Zira, İran’a Kuzey Kore’ye gösterdiği davranış biçimini gösteriyor. Ne demişti Dulles: “Kalın bir sopa salla, ancak alçak sesle konuş.” Belki de Kim Jong-un’la başarılı olunan bu yöntemin, Tahran’ın mollaları ile de başarılı olunabileceği varsayılıyor. Özellikle de İran sokaklarında artan huzursuzluğa yol açan ekonomik krizin derinleşmesinden sonra.

Bu bağlamda Washington, İranlılarla olan sözleşmelerinden vazgeçmiş olan, ancak miktarı 400 milyar doları aşmayan Avrupalı şirketler üzerindeki baskılarını sürdürmektedir. Avrupa şirketleri, ABD pastasındaki payını kaybetmemek için İran’daki yatıtımlarından vazgeçti. Zira Washington ile karşılıklı ticaretin değeri 18 trilyon dolara çıkıyor. Bu duruma paralel olarak, 30 Temmuz’da Trump, üç strateji gözeterek İranlılarla bir görüşme önerisinde bulundu;

Birincisi, İranlıları yeni bir nükleer anlaşmayı kabul etmeye zorlamak, ancak bu anlaşma ABD’nin bağlayıcı ve zor şartlarına göre yapılacak.

İkincisi, 2015 yılında İran ile anlaşmalar imzalayan Avrupalı ortaklarını zor durumda bırakmama ve Tahran’la sözleşmelerini iptal etmek suretiyle onları köşeye sıkıştırmama.

Üçüncüsü ise, İranlı reformcular ile radikal kanadı temsil edenler arasındaki çatlağı daha da derinleştirmek. Zira radikal kanat, ekonomik krizden mevcut Ruhani yönetimini sorumlu tutmuş, bu da bazı bakanların görevden alınmasına neden olmuştu!

İranlılar, Trump’ın görüşme teklifini o gün reddettiler. Ancak Eylül ayında, ABD tarafı, BM Genel Kurul zirvesinin yapıldığı esnada İran lideri Hasan Ruhani ile görüşmek istediklerini yinelediler. Fakat Ruhani, kendi evinde Trump’ı zor durumda bırakmaya çalıştı. CNN’den Christiane Amanpour’a yaptığı açıklamada, Tahran’ın Trump’la bir buluşmayı kesinlikle talep etmediğini, bilakis ABD yetkililerinden şu ana kadar sekiz talep aldığını, ancak herhangi bir buluşma gerçekleşmediğini söyledi.

Ruhani’ye gereken cevabı verme işini Dışişleri Bakanı Mike Pompeo üstlendi. Trump’ın ancak, İran’ın belirli şartları yerine getirmesi halinde buluşmayı kabul edebileceğini ifade etti. Sözlerine şöyle devam etti; ‘Bunun için de öncelikle İran, davranışlarında temel değişiklikler yapmalı, kötü niyetli davranışlarını değiştirmeli, nükleer silahların yayılmasını etkili bir şekilde önleyen fiili taahhütleri kabul etmeli, bölgesel müdahaleleri sona erdirmeli, terörizmi desteklemekten bir an önce vazgeçmelidir.’

Aynı zaman diliminde Trump, BM’de yaptığı konuşmasında İran’ı diktatör bir rejim olarak nitelendirerek suçlamaların dozajını biraz daha artırmış oldu. Ayrıca bu fanatik rejimin kaos, yıkım ve ölüm ekmekten başka bir şey yapmadığını ifade etti. Konuşmasında şunları da söyledi: “Dünyanın en büyük terör örgütü hamisinin, dünyanın en yıkıcı silahlarına sahip olmasına izin veremeyiz!”

Gelinen nokta itibariyle, İran’ın ABD’nin yaptırımlarından kaçmak için uyguladığı tüm stratejilerin çöktüğü çok açıktır. Avrupa ülkeleri, önceden İran’la yapılan anlaşmaları kurtaramaz. ABD yaptırımlarının ağır etkilerini de ortadan kaldıramaz. Bu yaptırımların kapsamına girmemek için onlarca büyük şirket Tahran’dan ayrılmayı tercih etmiştir.

Muhammed Cevad Zarif’in bu konuya ilişkin tutumu, çelişkilerle doludur. Önceden, Avrupa ülkelerinin kendi şirketlerini İran’da kalmaya zorlamasının mümkün olmadığını, ABD’nin, İran ekonomisinin hayati arterlerine el koyduğunu ifade etmişti. 18 Ağustos’ta ise, Avrupa ülkelerini küçük düşürücü şu ifadeleri kullandı; ‘Avrupa başkentlerinin nükleer anlaşmayı kurtarma çabaları, uygulamaya yönelik tedbirlerden ziyade, sadece bir pozisyon beyanıdır.’

Sonrasında ise mesele, üstü kapalı tehdit etmeye kadar vardı: “Avrupalılar nükleer anlaşmayı kendileri için bir güvenlik başarısı olarak görüyorlar. Tabii ki her ülke kendi güvenliği için yatırım yapmak ve bunun bedelini ödemek zorundadır. Biz Avrupa’nın bu bedeli ödemeye istekli olmadığını düşünüyoruz…” dedi. Tuhaf bir şekilde, nükleer zenginleşme tehdidi var ve Avrupalılara şantaj yapmak için bariz bir İran girişimi gibi duruyor!

Trump’ın tutumundaki değişiklik, İran’ın birçok stratejisini çökertti. Bununla ilgili Trump birkaç hamle yaptı. Önceki Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, Petrol dünyasından gelen bir isimdi. Tahran’la orta yolu bulmaya meyilliydi ve ona karşı sert politikalar takip etmedi. Bu temel nedenlerden dolayı görevden uzaklaştırıldı. Trump’ın İran rejimine karşı sert bir politika izlemesi için önceden de kendisine destek olan ve istihbarat dünyasından gelen Mike Pompeo geldi. İran’ın, Dışişleri Bakanlığı üzerinden Beyaz Saray’ı etki altında bırakma stratejisi de böylece çökmüş oldu.

Buna paralel olarak, kendisini Barack Obama ile nükleer anlaşmanın mimarı olarak gören eski Dışişleri Bakanı John Kerry, İran ile gizli müzakereler yürütmüş ve onlarla doğrudan siyasi planlar yapmıştı. Maksadı ise, Trump’ın kararını etkileyebilecek bir iç lobiyi harekete geçirmekti. Ancak bu plan, 7 Mayıs’ta durdu. Zira Trump şunları açıkça ilan etti: “Kerry, elde ettiği şansı kullanamadığını hala anlamadı, gölge diplomasisine ihtiyacımız yok. Kerry… Uzak dur. Ülkeni incitiyorsun, yaşadığımız kaosun mimarı da sensin!”

İran’ın, Trump’ın izlemiş olduğu bu politikanın uzun süre devam etmeyeceğine dair stratejisi de çöktü. İşte Trump, ara seçimlere eli güçlü bir şekilde giriyor. Senatoda Cumhuriyetçi çoğunluğu koruyacak güçte gözüküyor. Kuzey Kore dosyasında başarılı oldu. Çin ile mücadele ederek ekonomik başarı elde etti. Nükleer Silahlar Antlaşmasını iptal etmeye yönelik mesajlar yollayarak Vladimir Putin’in yüzüne kırmızı ışığı yaktı. Moskova elbette burada kendi çıkarını ön palanda tutarak başkanlık seçimlerine bir şekilde müdahale edecektir.

Bütün bu gelişmeler ışığında, ekonomik krizin artmasına paralel olarak, işte İran, önkoşul olmaksızın ve karşılıklı saygıya dayalı müzakere modelini kabul etme eğilimine girmiştir. Trump’ın radikal olarak değiştirilmesini talep ettiği nükleer anlaşma metninin korunmasını da talep etmiyor. Ama mesele bununla da bitmiyor. Mike Pompeo’nun Mayıs ayı ortalarında ifade ettiği bir “düzine” şartın da yerine getirilmesi gerekiyor. Bunların en önemlileri; Nükleer zenginliğin durdurulması ve meselenin sıkı bir uluslararası denetim altında yürütülmesi. Balistik füze geliştirme işlemlerinin sona ermesi. Terörizmin ve bölgedeki milislerin desteklenmesinin son bulması. İran’ın Suriye ve Irak’tan çekilmesi. Husi isyancılarına verilen desteğin durması ve komşularını tehdit eden müdahaleci politikaların sona ermesi…