Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran hegemonyası ile yüzleşen Irak | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bu yüzleşme, bazılarının tarif ettiği gibi İran saatinin haricinde önemli işaretleri olan ‘Irak zamanı’ndan daha çok, Tahran tarafından Irak’a dayatılmaya çalışılan egemenlik kuralları haricinde bir sıçramaya doğru taşındığı içindir. Zira bu, şu soruyu sormamızın abartılı kaçmayacağı bir bağlamda geliyor: Irak, İran’ın yörüngesinden çıkmaya mı başladı?

Haydar el-İbadi’nin, Hadimü’l-Harameyn tarafından karşılandığı geçen ayki Mekke ziyaretinden sonra, Mukteda es-Sadr Riyad’ı ziyaret etmiş ve Veliaht Prens Muhammed b. Selman ile bir toplantı yapmıştı. Sonrasında yine Mukteda, BAE’yi ziyaret ederek Abu Dabi Veliahdı Şeyh Muhammed b. Zayid ile görüştü. Bu ziyaretleri, Bahreyn Dışişleri Bakanı Şeyh Halid b. Ahmed Âl-i Halife’nin Bağdat’ı ziyareti izledi. Ardından Ammar el-Hakim, Tahran ile olan sıkı ilişkilerini kopardı ve “Irak İslam Yüksek Konseyi”nden çıktı. Tüm bunları göz önünde bulundurursak Irak’ın, İran’ın haddi aşan egemenliğine artık tahammül edemediğini söyleyebiliriz! 16 Temmuz’da ‘New York Times’ gazetesi bir rapor yayımladı. Buna göre Irak; şişesinden, çimento ve taşlarla açık sınırları geçen tankına ve Tahran yandaşı TV programlarına kadar her şeyin İranlı olduğu, İran’ın bir banliyösü haline geldi.

Örnek vermek gerekirse; Necef Eyaleti meclisinden Zuheyr el-Cuburi raporun yazarı Tim Arango’ya verdiği demeçte şunu söylemekte tereddüt etmedi: “Biz İranlı hacılara sunmak üzere, elmayı İran’dan ithal ediyoruz. Çöp toplama işini bile İranlı bir şirket yapıyor, düşünebiliyor musun?” İran sınırındaki Diyala Eyaleti’nde geçiş hareketlerini denetleyen İranlı yetkili Vahid Kaci ise, “Irak bize sunduğu hiçbir şeyin sahibi değil. Petrol hariç, Iraklılar her şeyde bize yaslanıyor.” ifadelerini kullandı!

Bu hikaye Iraklıların ekonomisine ve pazarlarına dalmakla sınırlı kalmıyor. En önemli sızma, İran egemenliğinin siyasi ve askeri kararlara bulaşmasıdır. Bu durum, Irak’ın Arap bağlarını güçlendirme ve milli egemenliğini geri kazanması konusunda, Iraklı liderlerin şevkini artıran rahatsızlık kıpırdanmalarına sebep olmaya başladı. İran dışarıdan daralttığı çemberle; Arap bağlantıları ve çıkarları üzerinden Lübnan’a ulaşarak, Suriye’deki yayılmasında Irak’ı çıkarlarına yakın uysal bir geçit olarak kullanmak istiyor.

Haydar el-İbadi’nin Mekke’ye gidip Melik Selman b. Abdülaziz ile görüşmesi ilişkiler açısından önemli bir seyir oldu. İki ülke arasında siyasi, ekonomik ve güvenlik bakımından stratejik seviyede ilişkilerin geliştirilmesi maksadıyla stratejik işbirliği konseyinin kurulması ile sonuçlandı. Hadimü’l-Harameyn-i Şerifeyn, Suudi Arabistan ve Irak arasındaki işbirliği için gönüllerin ve kapıların açıldığını ve Krallığın, bölgedeki ağırlığını geri kazanması ve her düzeyde ilişkilerin yenilenmesi için Irak’ın yanında durduğunu duyurdu. Ortak açıklamada her alanda iki ülkenin bağlantılarını güçlendirmek için, bakanlık komisyonu oluşturulduğu ilan edildi. Sadr Hareketi Lideri’nin Riyad’a gerçekleştirdiği ziyaret, dış müdahalelerden ve mezhep nefretçiliğinden uzak, milliyetçi bir duruş ve ulusal birliği koruma çağrıları açısından daha da önem kazandı. Onu, bu adımları atmaya iten, İran’ın Irak’taki adamı Nuri el-Maliki’ye karşı duyduğu derin muhalefettir. Emir Muhammed b. Selman ile olan görüşmesinden sonra ofisinden yaptığı açıklamada, Riyad Bağdat ile kardeşlik ilişkisini sürdürmeyi istediği sürece görüş birliğini onayladığını duyurdu. Suudi Arabistan’ın Iraklı göçmenlere ve mağdurlara yönelik çok sayıda yardımda bulunduğuna, Riyad’ın Bağdat’a yeni bir elçi atamak istediğine, Necef’de Suudi Arabistan’a bağlı başkonsolosluk açılacağına, hava ve kara yolu inşa edilerek alışverişin güçlendirileceğine ve iki ülke arasında ılımlı bir dini çizgi ve barışçıl yaşamın temin edileceğine de işaret etti.

Mukteda’nın Riyad’ı ziyareti, resmi makamlarda ve halk düzeyinde sevinçle karşılandı. El-İbadi, komşu ülkelerle açılımların gerekliliği bağlamında, bunun etkili ve önemli bir adım olduğuna dikkat çekti. Sadr Hareketi mecliste 34 koltuğa sahip. Ancak İran, Bağdat’taki destekçileri üzerinden Mukteda’ya şiddetli eleştiriler yönelterek gerilimi artırıyor. Bu eleştiriler o raddeye vardı ki ‘Muhtar Ordusu’ örgütü lideri Vasik el-Battat, Mukteda’yı ölümle tehdit etti.

Tahran, Krallığın kendileri ile olan ilişkileri iyileştirmek için Irak’ın arabuluculuğunu istediğini söyleyerek, Irak’ın Riyad’a yönelik hareketinin anlamını tahrif etmeye çalıştı. Suudi Arabistan, bu iddialara hızlı bir tekzip yayınladı. Bu sözlerin isnat edildiği Irak İçişleri Bakanı Kasım el-Araci de, kendi adına bu iddiaları reddetti!

Bilindiği gibi Mukteda es-Sadr, özellikle orduya katılmasına itiraz ettiği “Haşdi Şabi”nin kurulmasından sonra olmak üzere, İran’ın Irak üzerindeki egemenliğine her zaman karşı çıktı. Onun destekçileri geçen güz güney eyaletlerinde bir gösteri düzenleyerek “Ya Süleymani Ene es-Sadru Rabbani” sloganları eşliğinde Kasım Süleymani’nin resimlerini parçaladı.

“Haşdi Şabi”nin oluşumundan önce Sadr, 2014 Şubat seçimleri arifesinde Tahran’a ve onun adamı Nuri el-Maliki’ye hücum etti ve aynen şunları söyledi: “Siyaset, diktatörün tahtı ele geçirmesi, kaynakları ele geçirip yağmalaması, ardından bombalaması, şehirlere savaş ilan etmesi, mezhepleri ayrıştırması, vicdanları satın alması, kalpleri kırması ve herkesi seçmeni haline getirmesi için sorumsuzluğun ve zulmün kapısı haline geldi.”

Hepsinden çok şunları söylediğinde Tahran’a doğrudan ve kuvvetli bir eleştiri getirmiş oldu: “Irak’a sınırların ötesinden gelen bir topluluk hükmediyor. Bizi diktatörlükten kurtarsın diye beklediğimiz bu aktör, Şia ve Şiileştirme adına koltuğa yapıştı kaldı. Bizim Irak’ı Maliki’nin temsil ettiği yeni bir diktatörlüğe terk etme niyetimiz yok. Diktatörle mücadele etmek boynumuzun borcudur.”

Riyad’a giderek Veliaht Prens Muhammed b. Selman ile görüştükten sonra Abu Dabi’ye gidip, geliş gidişinde kendisine uçak tahsis eden Şeyh Muhammed b. Zayid ile buluştu. Tüm bu görüşmeler, Irak’ın istikrarının ve gelişmesinin önemini ve Arap dünyasının emniyet ve istikrarını güçlendiren önemli bir role sahip olduğunu teyit etti. Şeyh Muhammed b. Zayid de iki ülke arasındaki kardeşlik dayanışmasının tarihine dikkat çekti.

Bu gelişmelerin paralelinde Ammar el-Hakim, Irak-İran savaşı günlerinde amcası Muhammed Bakır el-Hakim’in zamanında Tahran’da kurulan “Yüksek İslam Konseyi”nden çıkarak İranlı gömleğini çıkardı ve “Ulusal Bilgelik Hareketi” isimli yeni bir topluluk kurdu. Bu adım, söz konusu mecliste kalanlara destek olma yarışına giren Tahran’ı oldukça şaşırttı. Bağdat’tan gelen haberler yeni harekete katıldıklarını ilan eden gençlerin hareketliliğini artırdığına işaret ederken Irak sokaklarında İran egemenliğinden duyulan rahatsızlık sesleri çınlıyordu.

“Haşdi Şabi”nin kurulmasının, Iraklıların milliyetçi damarlarının kabarmasına sebep olduğu gizli bir şey değil. Milis liderlerinin açıklamalarının arka planında bunu görebiliriz. Hamid el-Cezayiri, Haşdi Şabi’nin liderlerinin İran rejiminin kucağında büyüdüğünü ve kendilerini Irakla olan sınırları tanımayan Velayet-i Fakih devletine bağlı saydıklarını söylerken, “Şehitlerin Efendisi Tugayı”nın genel sekreteri, Haşdi Şabi’nin Velayet-i Fakih’e bağlı olduğunu ve Iraklı siyasilere itibar etmediğini ilan ediyordu.