Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran ve Irak… Mekânın düğümü ve inancı | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Ulusal Hikmet Hareketi Lideri Ammar el-Hakim, İran kanalına verdiği bir demeçte, “Irak, iki ülkeyi birbirine bağlayan coğrafi tek sınır ülkesi olarak İran ve Suudi Arabistan arasındaki ilişkileri yakınlaştırabilir. Ortadoğu’daki en güçlü üç devlet, İran, Suudi Arabistan ve Türkiye’dir. Irak ise bu ülkelerin bağlantı noktasıdır. Bunun için de bakış açılarını yaklaştırmak için adım atacak yeterliğe sahip tek ülkedir” ifadelerini kullandı.

Seyyid el-Hakim’in bu sözleri, Tahran’ın jeopolitik hayallerinde bir tıkanma ile karşılaşmaya başlamasının ardından devletin projesi yararına Irak’ın coğrafi konumunu kullanmak istemesinin açık bir göstergesidir. Arap mizacının Bağdat istikametinde evrilmesi ile birlikte Suudi Arabistan’ın orada attığı adımlar, 1991 yılından bu yana iki ülke arasındaki ilişkilerde niteliksel aktarımını şekillendirdi. Bu durum, Irak toplumuna ve devletine Irak’ın milli karakterini belirginleştirme fırsatını veren iç değişimlerle eş zamanlı olarak gerçekleşti. 5 asırdan fazla bir zamandan beri Irak’ın canlılığını ve itibarını şekillendiren bu iki sabite arasındaki ilişkinin yeniden kurulması, ülkenin jeopolitik ve jeo-dinî bütünleşmeyi sağlayan istisnai bir zemine sahip olmasından ileri gelmektedir. Özellikle bu iki ülke, onun konumuna ve siyasi komşularına mahkûm bileşik kimliğini şekillendiriyor. Medeni, dini ve toplumsal zenginliği, onu çevresi ile etkileşim içerisine sokuyor. Bu etkisi, tarihte ona hakim olmak için kanlı çatışmalara sebep oldu. Osmanlılar, Safeviler ve Kaçar Hanedanlığı, iki nehir arasındaki ülkelerin faydalandığı bu dini ve coğrafi ayrıcalığına el koymak için çıkan bu kanlı boğuşmalarla asırlarca yüzleşti.

Tarihi kaynakların çoğu, Safevi Şahı İsmail’in, 1508 Ekim’inde başlayan Irak’ı işgal etme sürecinde kendi iktidarına karşı çıkan tüm fikirleri cezalandırdığını ve Sünni mekanların bir kısmını yerle bir ettiğini yazar. Rus tarihçi Nikolay İvanov, ‘Osmanlı’nın Arap Ülkelerini Fethi (1516-1574)’ adlı eserinde, “Bağdat ve diğer Irak şehirleri Pers dalgalarına şahit oldu ve orada Pers dili yaygınlaştı. Bağışlar, Şiilerin elini güçlendirdi. En verimli topraklar ve meralar savaşçı Kızılbaş kabilelerine verildi. Hanları Irak’ta mutlak hakimiyet sahibi yöneticiler haline geldi.” ifadelerine yer verir. Asırlar sonra 2003 sonrasındaki değişimler, Irak ile olan ilişkisinde tam anlamıyla Safevi politikasını uygulayan İran’ın ülkeye yeniden egemen olması ile sonuçlandı. Tahran, dağılmış bir ülke olarak onunla iş yapma noktasında ısrarcı oldu.

Sanki ülke kendisini idare etmekten acizmiş gibi merkez ve civarı arasında süregelen krize burnunu soktu. Tarihte kendisi için Osmanlı düğümünü şekillendiren Irak’ın coğrafi konumundan ötürü devam eden kaygısının sonucu, Türkler tarafından iki kere hezimete uğratılan Safevilere ve aynı şekilde toplumsal rol ile yetinen varisleri Kaçar Hanedanlığı’na koşullarını dayattı. Sonraları Osmanlı İmparatorluğu siyasi ve askeri kontrolünü elinde tutma karşılığında onların dini ve toplumsal imtiyazlarını tanıdı. Ne var ki İran kibri, geçmişten hiç ders almayarak Irak’a tamamen hâkim olmaya çalıştı. Osmanlılar, Safevi devrindeki Irak yöneticilerinin dinsel aşırılık ve düşmanların peşine düşüp mezhepsel ve etnik sebeplerle onları idam etme siyasetlerinden yararlandı. Bununla birlikte Iraklılar aleyhine yürütülen kargaşa ve tehdit eylemlerini de kendi lehine kullandı. Bugün Tahran destekli “Haşd-i Şabi” uzantılarının eylemleri de geçmiştekinden çok farklı değil. Bu durum, o zaman Osmanlılara karşı halkta nasıl genel bir meyil oluşturduysa şimdi de Suudi Arabistan’ın Irak açılımında resmi ve halk düzeyinde sevince sebep oldu. Duyarlılığı ve hesapları artan Irak’ın şahsiyeti karşısında İranlıların hükümsüz olan tavırlarına karşı biriken öfkenin yanı sıra şişkin İran nüfuzu karşısında dengeyi gerçekleştirme amacı bunda etkili oldu. Tahran, iyileştirme perdesi altında Irak’a tam olarak sızmaya ve ülkenin coğrafi konumundan kendi imparatorluk projesi için siyasi kimlik devşirmeye çalıştıkça dini gerçekliği yeni coğrafi gerçekliğe uygun bir şekilde değiştirmek istiyor. Tahran, Irak’ın Necef referansının klasik çerçevesinin dışında kendisine tabi bir referans oluşturmak için baskı yapıyor. Bununla ayrıca bölgeyi elinde tutmayı ve bölge ile olan dini ilişkilerini garanti altına almayı hedefliyor. Ancak Lübnanlı düşünür Seyyid Hani tarafından adı konulan ve nüfuzun genişletilmesi kapsamında denenen işgalci bakışla bakacak olursak; O şöyle diyor: “İranlı, bir işgalcidir. Rol sahibi yani nüfuzlu olması istenmez. Rol yani ortaklık. Rol, başka şeyleri gerektirir. Nüfuz, kendisine tabi olunmasını ve eklenmesini bekler… Onu ilgilendiren tek şey, hedefine varmak. O, Arap çoğunluğun karşısında İranlı, Şii veya Persli duruşu geri getirmeye çalışan ve imparatorluk saplantısına takılıp kalmış bir faydacı/pragmatik.”