Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran, Lübnan ve etrafındaki ülkeleri yıkmaktan ne yarar sağlar? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İran rahat bir konumda değil ve her tarafsız gözlemci bu gerçeğe ulaşabilir. Ancak İran’daki bu kaygı ve gerginlik halinin belirtileri nelerdir? Belki de bunun ilk belirtisi, siyasetçilerin ve askerlerin birçoğunun alışkanlık haline getirdiği ‘kabullenmeme’ durumudur. Bütün bu uluslararası baskının İran’ın mevcut durumunu etkilemeyeceğine kendilerini inandırmış durumdalar ki bu kesinlikle doğru değil, aynı zamanda kendini kandırmadır.

İran’daki kaygı ve gerginlik halinin iç ve dış olmak üzere birçok belirtisi var. Dış belirti daha ziyade etrafıyla ilgilidir. İran’ın ‘boykot’a cevap vereceği ve gerginliği tırmandıracağı biliniyordu, zira bu, iyi bildiği bir yöntemdir. Bunu da Arap bölgelerindeki müttefiklerine ve yandaşlarına talimatlar vererek ve elindeki ‘diken’i göstererek yapar. Arap bölgesini bu şekilde sıkıştırabileceğini veya zora sokabileceğini, hatta felce uğratabileceğini zanneder. Kendince zaferler yakaladığı zehabına kapılır.

İlk ‘diken’, Hasan Nasrallah’ın geçen hafta Beyrut’ta yaptığı sert konuşmayla ortaya çıktı. Konuşmasının ana hedefinin ‘kendini tatmin etme’ olduğu çok açıktı. Kışkırtıcı ve tehditlerle dolu bir konuşmaydı. Lübnan’ın toplumsal dokusunu oluşturan tüm bileşenlere meydan okudu. Düşmanlarından ziyade müttefiklerine meydan okudu. Zaten Kırılgan olan bir siyasal topluma sarsıcı şok dalgaları gönderdi. Bildiğimiz gibi, kırılganlığın maliyeti iç savaştır. İftira, aşağılama ve alaylarla dolu bu zehirli konuşmadan bütün tarafların politikacıları hatta tüm mezheplerin din adamları paylarını aldılar.

Bu konuşmadan amaçlanan, Lübnan’ı bir devletten, nihayetinde silahların konuştuğu bir ‘bataklığa’ dönüştürmek ve kurulmaya çalışılan hükümetin düzlüğe çıkmasını engellemektir. Nasrallah’ın şu sözü aslında her şeyi anlatıyor; “İran’ın şartlarına yani Hizbullah’a boyun eğmeksizin Lübnan’da bir hükümet kurulamaz. Biz (İran ve onun kolları) çok güçlüyüz!” Baabda sarayındaki müttefiki cumhurbaşkanından, anayasa ve yapılan anlaşmalara aykırı bir talepte bulunarak bir nevi onu da tehdit etmiş oldu. Hizbullah’a yakın Sünni bir milletvekilinin bakan yapılmasını dayatmak istiyorlar. Hükümete karşı kullanabilecekleri başka bir sopa peşindeler. Son derece kırılgan bir yapı oluşturmak için, bazılarının makam hırslarını istismar etmek istiyorlar. Kurulmak istenen rejim, herkesin Hizbullah’ın bakanı olmasıdır. Diğer bloklardan bakan olanların dahi Partiyi desteklemesini arzu ediyorlar. Diğer bir ifadeyle Lübnan’ı tamamen ortadan kaldırmak ve bunu da bazı Lübnanlıların ‘zorbalık’ olarak nitelediği bir yöntemle gerçekleştirmek istiyorlar.

Peki, estirilen bu fırtına, İran’ın kaygı durumunu değiştirip yaşadığı gerginlikten onun kurtarır mı? Kesinlikle hayır. Bu durum sadece dış borcu 3 milyar dolara ulaşmış Lübnan ekonomisinin finansal krizini artıracaktır. Lübnanlılar daha da fakirleşecek, para birimleri değer kaybedecek, gerginlikten beslenen bir devlete boyun eğmek durumunda kalacaktır. Daha doğrusu İran rejiminin maşası olan Hizbullah’a boyun eğmek durumunda kalacaktır. Bütün bunlar İran’ın kaygısını azaltmayacaktır, sadece ‘görünüşte ve geçici olarak kendilerini tatmin etmiş’ olacaklardır.

Öte yandan, Irak’taki İran’la bağlantılı güçler, Abdulmehdi’nin hükümeti kuramaması için ellerinden gelen bütün gayreti sarf ediyorlar. Hatta belki de onu devirmeye çalışıyorlar. Bu durum sadece Irak halkına zarar verecektir. Fakat İran’a yönelik uluslararası baskıyı azaltmayacaktır. Yemen’de ise, hem savaşı tırmandırmak hem de medyada yaygara koparmak için Husilere veya onların kalıntılarına gerekli direktifleri verdikleri çok açık. Yemen halkı bu operasyonların ne anlama geldiğini artık anlamıştır. İran gemisine binmiş bazı eski işbirlikçiler de artık bu gemiden atlamaya başladılar.

İran’ın iç durumuna gelecek olursak, son derece bozuk bir durumla karşı karşıyalar. Kırk yıl süren yarı-faşist rejim, geride olumsuzlukla dolu bir konvoy bıraktı. Bazı istatistiklere göre Şah Muhammed Pehlevi dönemindeki siyasi tutukluların sayısı altı ila on bin mahkûm arasındadır. Tabii ki bu durumu haklı çıkarmaz ama 1980’lerde İran’daki siyasi tutukluların sayısı yarım milyon insana ulaşmıştı. Sadece Ocak ayaklanması sırasında 8 bin kişi tutuklandı.

Uluslararası güvenilir kaynaklara göre; 1980’lerde 120 bin siyasi mahkûm idam edildi (sadece 1988’de 30 bin kişi idam edildi). İran riyalinin fiyatı 1979’da 1 dolar 70 riyaldi, bugün ise 150 bin riyal, yani İran riyali 40 yıl içinde 2242 kat değer kaybetti. Resmi istatistiklere göre 1979’daki işsizlik oranı% 3’tür, ancak bugün (boykot öncesi)% 13’e ulaşmıştır. Bazı istatistikler, İran’da işsizlerin sayısının 10 milyon kişiye ulaştığını söylemektedir. İran halkının modern teknolojiyi, özellikle de küreselleşen sosyal iletişim araçlarını kullanması engelleniyor! Diğer bir deyişle, İran halkını ’baskı ve tahakküm’den kurtarmak için 1979’da uzanan el, halkı daha da ezdi, perişan etti ve yoksullaştırdı. Dini faşizmin olduğu yerde düzgün bir yönetimin ortaya çıkma ihtimali yoktur. Bu tür rejimlerin komşularını rahatlatacak hiçbir projesi olmaz. Ancak sıradan insanların ilgisini çeken siyasi sloganları olur. Lübnan, Yemen, Suriye ve Irak’taki halklara boyun eğdirmek için çoğunlukla paralı askerler kullandılar.

Tahran’daki karar vericilerin, Suriyeliler, Iraklılar, Yemenliler ve hatta Lübnanlıların, insan haklarını yerle bir eden, dünyadan tamamen kopuk, bütün yeterliliklerini kaybetmiş bir rejimi kabulleneceğine inanmaları tam bir cehalettir. Tarihsel olarak Lübnan’ın boyun eğmesi, Hizbullah’ın eline silah bırakan Suriye baskısından kaynaklanmaktadır. Bu silahla Lübnan hala ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. Mantıklı düşünen zeki bir insan, ‘Kurtuluş’ sloganının büyük bir yalan olduğunu hemen fark edecektir. Esasında ortada ‘kurtarılan’ bir yer de yoktur. ‘Filistinlilerin özgürleştirilmesi ve Suriyelilerin öldürülmesi’ denklemini nasıl izah edeceğiz? Zira birincisi yalan, ikincisi ise apaçık bir gerçektir! Amaç, dini bir kisveyle baskıcı faşist bir rejimin yaygın hale gelmesini sağlamaktır. Lübnan ve Yemen’de bunu net bir şekilde görüyoruz.

Önümüzdeki günler ve aylarda olacak olan şey, civar ülkelere İran baskısının artmasıdır. Tahran’ın kendince bir teorisi var. Esasında kendi halkının kızgınlığını gidermede de işe yaramaktadır. Bu da, kendi içindeki arızaları/problemleri etrafa ihraç etmek… Bu müdahaleden dolayı büyük güçlerin çekineceği veya geri adım atacağını düşünüyorlar. Gerçekçi olmayan ve saçma bir teori. Patlamaya neden olan iç problemler karşısında, Tahran’da herhangi bir rasyonel düşünmenin olmadığına da açık bir delildir.

Son söz; İran’ın bu çıkmazdan kurtulma yolu engellerle doludur. Elindeki en acil seçenek –şayet başarabilirse- etrafındaki ülkelerde karışıklılar çıkarmaktır. Pek tabii ki bu da, Arap dünyasından büyük bir kitlenin uyanmasına neden olabileceği gibi projesine karşı direnç de oluşturabilir!