Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran, ‘Macromel’ ve çalınan mektup | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Almanya Başbakanı Angela Merkel, İran’la yapılan nükleer anlaşmayı iyileştirme isteğinden vazgeçmesi için ABD Başkanı Donald Trump’ı ikna etmeye çalışırken tek ve ortak bir format üzerinde ısrar ettiler: Daha iyi bir anlaşma yok! (Paris ve Berlin’deki siyaset çevrelerinde Macron ve Merkel arasındaki bu uyum, “Macromel” şeklinde ifade edilmeye başlandı.)

Bununla birlikte Tahran’da Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından tekrarlanan ve İngilizlerin ustaca desteklediği Fransa ve Almanya’nın iddialarında en azından hala bir mantıksal kusur bulunuyor: Biz, iyileştirme işlemini denemedikçe nükleer anlaşmayı iyileştirmenin mümkün olup olmayacağını tam olarak bilemeyiz.

İki yıllık bir deneyimin ardından önceki ABD Başkanı Barack Obama’nın gözetiminde hazırlanan nükleer anlaşmanın uygulanabilir olmadığı kanıtlandı.

İran, kendi açısından anlaşmanın temel meseleleriyle ilgili şartları yerine getirmeye gücü yetmedi ya da bu şartları yerine getirmeye hazır değildi.

Anlaşma kapsamında İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stoğu, İran dışına gönderilmesi gerekiyordu. Şöyle ki uranyum stoğunun yarısından azı, “güvenli muhafaza” için Rusya’ya gönderildi. Plütonyum stoğundan kurtulmaya gelince İran, bu amaç için Çin’le aralıklı müzakereler yapmasına rağmen uygun bir müşteri bulamadı.

Nitekim İran, teftiş sürecine girdi. Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, İran’da 23 önemli nükleer tesisten 22’sine ulaşma hakkı elde etti. Ancak taraflar, uzun vadede teftiş işleminin yürütülmesi hususunda ortak bir anlaşmaya varmakta başarısız oldu. Ayrıca İran, uranyum zenginleştirilmesi için gerekli olan santrifüj cihazlarının sayısını azaltacaktı. Fakat İran, santrifüj sayısını azaltmak yerine İran Atom Enerjisi Kurumu’nun resmi sözcüsü Behruz Kemalvendi’ye göre enerjiyi tamamen sağlam bir şekilde muhafaza eden yüksek üretime sahip yeni santrifüjler kurdu.

İran’ın uranyumu zenginleştirmeye çalışmasının gerçek sebebi, hala gizemli bir bulmacaya benziyor.

İran, Ruslar tarafından inşa edilen sadece bir nükleer tesise sahip bulunuyor. Ayrıca Ruslar, tesisi 38 yıl işletmek için yakıt olarak gerekli uranyumu temin ediyorlar. İran’ın zenginleştirmeye çalıştığı uranyum, nükleer tesislerin yakıtından tamamen farklı bir koda sahiptir. Bu uranyumun ülkede sadece bir nükleer tesiste kullanılması uygun değildir. Ayrıca İran, Emirabad’da bulunan nükleer tesisi için çok az miktarda uranyuma ihtiyaç duyuyor. Bu tesis, bilimsel ve tıbbi araştırmalar için kullanılıyor. Ancak Emirabad nükleer tesisi, yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş yüksek kalitede uranyum kullanıyor. İran, bu uranyumu 1950’lilerin sonlarında son derece kolay bir şekilde ithal etmişti. İran’ın şu an zenginleştirdiği uranyum ise, sadece yüzde 5 dolaylarındadır. Bu da Emirabad nükleer tesisinde işe yaramayacaktır.

Diğer bir ifadeyle İran’ın nükleer projesi, ekonomik ve siyasi bakımdan son derece maliyetli bir projedir. İran, henüz belirlenmeyen bir tarihte nükleer silah üretme gücüne ve nükleer basamağa ulaşmayı hedeflediği zaman bu projenin o zaman bir anlamı olacaktır.

Bu çirkin durumu nitelendirmek için şu hoş ifadeyi kullanmak yerinde olacaksa eğer, tüm bunlarda harika olan bir şey var: 1950’lilerin sonlarında Şah döneminde başlayan bu projenin yaklaşık 3 yıl kesintiye uğramasının ardından İslam Cumhuriyeti, 1989 yılından bu yana bu amacı gerçekleştirmek için çalışıyor.

Uranyumu zenginleştirmek, nükleer silah üretmek ya da bu silahları kullanmak konusunda yasadışı bir durum yok. Ancak İran’ın baştan beri Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması’nı imzalayan ülkeler arasında yer alması ve aynı zamanda da söz konusu anlaşmayı ihlal etmesi, anlaşılabilir bir şey değil.

İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun televizyon ekranlarında yaptığı son açıklama bir kenara bırakıldığında İran’ın nükleer projesi, baştan beri gizli değildi.

İran, meşhur yazar Edgar Allan Poe’nun meşhur kısa hikâyesinde ifade ettiği “Çalınan Mektup”u Şah ve Mollalar döneminde kullandı. Bu hikâyede, ucuz bir şantajda kullanmak için sahtekâr bir politikacı tarafından aristokrat bir kadının salonundan bir mektup çalınır. Yoğun araştırmalar sonucunda mektup bulunamaz. Çünkü mektup, göz önündeki masa üzerinde durmaktadır. Dedektif Auguste Dupin, bir şeyi saklamanın en iyi yolunun insanların gözü önünde ortalıkta bırakmak olduğunu biliyordu.

İran örneğinde ise şu durum netleştirilmelidir: Akil bir lider, uranyumu zenginleştirmekten ve plütonyumu stoklamaktan zevk aldığı için ekonomik ve diplomatik sıkıntıların yanı sıra büyük miktarda para harcayıp bu uğurda büyük çaba sarf etmez. Eğer İran’ın nükleer projesinin arkasında sivil bir amaç yoksa bu projenin arkasında kesinlikle başka bir amaç vardır. Tabi bu, İran’ın nükleer bomba yapmaya çalıştığı anlamına gelmiyor. Ancak mollalar, eğlenmek ve zaman kaybetmek için bu tür oyunlara ve aldatmalara gelmeyecektir.

Avrupa ise, bu durumu tam olarak bilincinde. Buna rağmen Avrupalıların Tahran’ın çalınan mektubunu görmemiş gibi davranmaları kısa vadede kendi çıkarlarına olacaktır.

Barack Obama’nın anlaşmasından bu yana İngiltere’nin İran’a yaptığı ihracat, yılda 1,1 milyar dolara yükseldi. Bu, yüzde 168 oranında tahmin edilen bir artıştır. Aynı şekilde Fransa’nın İran’a yönelik ihracatı da 1,8 milyar dolara yükseldi. Bu da yüzde 85’lik bir artış demektir. Diğer yandan Almanya’nın İran’a yönelik ihracatı ise yüzde 77’lik bir oranla 2,6 milyar doları geçti.

Şu an İran, dünya ticaret sistemi dışında kalan en büyük pazardır. Bu pazar, yeniden kabul edildiği zaman bu pazarın piyasa değeri, aralarında İngiltere, Fransa ve Almanya’nın da olduğu ana ihracatçı ülkeler için yılda yaklaşık 300 milyar dolara ulaşacaktır.

İran, insanların gözü önünde hileye ve aldatmaya devam ettiği gibi İngiltere, Fransa ve Almanya da nükleer anlaşmayla ilgili vaatlerinden vazgeçtiler. Bu ülkeler, İran’a Avrupa’daki sermaye piyasasına ve bankacılık hizmetlerine ulaşma hakkını vermeyi hala reddediyorlar. Bunun yanı sıra bu ülkeler, İslam Cumhuriyeti’yle ticaret yapma garantisi vermeyi de askıya aldılar.

Başka bir ifadeyle nükleer anlaşma, hem İran hem de Avrupa tarafından yani anlaşmanın maddelerini uygulamayı kesinlikle düşünmeyenler tarafından büyük bir diplomatik başarı olarak nitelendirilmektedir.

Fransa Cumhurbaşkanı ve Almanya Başbakanı, Avrupalıların meselenin özüne büyük önem atfetmediklerine, aksine anlaşmalara saygı gösterilmesinin gerekliliğini vurguladıklarına işaret etti. Ancak gerçekler, hala hukuki bir çerçeveye ihtiyaç duyan nükleer anlaşmayı hiç kimsenin imzalamadığını söylüyor.

Nükleer anlaşma, hem İran hem Avrupa hem de Ortadoğu için kötü bir anlaşmadır. Bu anlaşma, İran’ın zayıf ekonomisinin Avrupalı ve Çinli ihracatçıların lehine olacak şekilde yaşamaya devam etmesi için yeterli rahatlamayla birlikte İran’ı sonu gelmeyen ekonomik yaptırımların esaretinde bırakmaktadır. Mollalar, nihai nükleer silahı elde etmek için harekete geçmeye karar verdikleri zaman (İktidardaki mollalar rejimi, ayakta kalabilirse) süre, nükleer basamağa ulaşmak için hala işliyor olacak.

ABD başkanının önünde iki seçenek var. Birincisi, anlaşmadan tamamen çekilmeksizin nükleer anlaşmayı uygulamayı “dondurmak” suretiyle tiyatro gösterisine devam etmesine müsaade edilmesidir. Diğer bir ifadeyle bu seçenek, Barack Obama yönetiminden miras kalan “değersiz” kalın tabakaya “saçma” yeni bir katman eklemektir. İkinci seçenek ise, net bir kanun kapsamında hem İran hem de tüm dünya için iyileştirilmiş bir anlaşmaya ulaşmak için çalışmaktır. Şüphesiz bu tür ciddi diplomasi, Sayın Trump’ı Nobel Barış Ödülü’ne ulaştırmayacaktır. Ancak Trump, savaşlardan tam olarak nasibini alan bu bölgeden savaş hayaletini uzaklaştırmayı bir şekilde başarabilir.