Nitelik ve nicelik bakımından, hatta İranlıların artık katlanamadığı ideolojik ve baskıcı molla rejiminin başarısızlıklarına öfkelenenlerin sosyolojik arka planında ve bölgesel düzeyde İran’ın durumuyla ilgili olarak eşine rastlanmayan gösterileri analiz etmede gözden kaçan önemli bir nokta var.
Haber ajanslarının ve gazetelerin yayınladığı ilk verilere göre, İran’daki protestoların doğasında büyük bir iç içe geçmişlik bulunuyor. İran’daki protestoların doğası, İran’ın Arap meselelerine müdahale politikalarına kızan sivil ve laik karaktere sahip kitle ve grupların öfke ve nefretiyle doludur. Bu protestolar, kitlelerin ilgisini yeniden ortaya çıkarttı. Söz konusu gösteriler, İran milliyetçiliğinin en iyi göstergesiydi. Bu, onların gözünde mollaların devrimiyle kesintiye uğrayan tarihsel bir uzantıya sahiptir. Nitekim bu protestolar, ekonomik durumların kötüleşmesine, hayat pahalılığına, altyapının ihmal edilmesine, düşük petrol fiyatlarının sonuçlarına ve İran’ın nükleer projesine çözüm getirildikten sonra bile iş olanaklarının azlığına öfkelenen yoksullardan yeni bir sınıfı ortaya çıkarttı.
İlk gösteriler, Devrim Muhafızları’nın otoritesine, baskısına ve İran’ın Suriye ve Yemen’deki müdahalesine odaklandı. İran halkından yoksul insanların attığı sloganlar, Hamaney’e saldırmaktan çok öteye geçti. Arap Baharı’ndaki şekil ve içerik olarak zıt devrimlerin aksine her iki gösteri hareketi, parti organizatörüne ve yönlendiren şahsiyetlere ihtiyaç duyuyor. Arap Baharı, siyasi İslam tecrübesiyle dolu kitlelerle karşı karşıya kalmıştı. Ancak siyasi İslam, siyasi protesto aracı olarak slogan üretme ve bunları yönlendirme tecrübesi ve toplanma becerisinden dolayı sahnenin ilgisini kolay bir şekilde çekmişti. Aynı şekilde İran’daki laik muhalefet de organizatörleri ve yönlendiren şahsiyetleri bulamadı. Bu da dış desteğe sahip bir paradokstur.
Bölgesel düzeyde protestolar, önceki gösterilerin aksine, başkentin dışında başladı. Meşhed, gösterilerin olduğu şehirlerin başında yer alıyor. Molla rejiminin merkezi olan Meşhed, dini ehemmiyete sahip muhafazakâr bir şehirdir. İsyan, molla rejiminin başarısızlığının nüfuz coğrafyasına isabet ettiği anlamına geliyor. Bu, 2009 yılında bile görülmemiş bir şekilde onları meşgul etti. Yine diğer yandan bu isyan, İran’ın genişlemeci projesine isabet etti. Medyada yer alan haberlere göre, göstericiler, Suriye’nin kendi haline bırakılmasını hatta Şah yönetiminin nostaljisinin geri getirilmesini isteyen, Kum şehrinde Şah’ın fotoğraflarını açan ve İslam Cumhuriyeti’nin yıkılmasını talep eden ifadeleri tekrarladılar.
Şüphesiz bu isyan, aynı şekilde genel iklimin aleyhine oynuyor. Zira dünya, muhaliflere hizmet eden teknolojik yeniliğe bağlı olmaya başladı. Yine durum, bütün toplumsal oluşumlarda da aynı. Bu da rejimin sosyal iletişim platformlarını, sohbet uygulamalarını ve elektronik faaliyetleri hızlı bir şekilde hedef almasının nedenini açıklıyor. Çünkü klasik yöntemlerin aksine sosyal iletişim araçları, toplanma ve bir araya gelme konusunda daha etkilidir.
Arap Baharı’na karşı tezatlık, dış müdahale ve İran’ın dış politikası üzerindeki etkisiyle ilgilidir. Mollaların başarısızlığının bir bölümü, içeride seçmenlerin ve taraftarlarının nezdinde konumunu sağlamlaştırmak için Hizbullah ve Husi gibi bölgedeki vekillerine ve uzantılarına yatırım yapmasından kaynaklanıyor.
İran’ın durumuyla ilgili yatırım, isyanın sonuçlarına bağlı olmaması gerekiyor. Çünkü kınama dalgaları gibi isyanın sonuçları da toplumsal hareketi, siyasi bağlamı ya da parti kimliğini ifade etmiyor. Aksine bu yatırım; Suriye meselesi, Hizbullah’ın Lübnan’daki siyasi egemenliği ve İran rejiminin silahla desteklediği Husiler konusunda İran’ın ihlallerine karşı uluslararası kamuoyunun birlik olmasını gerektiriyor.
Kısaca İran’daki protestolar, mollaların devrim tarafına çektiği devlet kavramını geri kazanmak istiyor. Bu da İran rejiminin söz konusu protestolar konusundaki endişesini yansıtıyor ve aynı zamanda göstericilere ve halka karşı yetkililerin yaptığı açıklamaları ortaya koyuyor. Öyle ki yetkililer, takip etme, hapis ve gösterilerin durması için doğru şartların uygulanması gibi göstericilere ve halka karşı gözdağı verdi. Halkın öfkesi ve gösteriler, “ABD’ye ölüm!” ve Hamaney’i kastederek “Diktatöre ölüm!” ifadeleriyle değişti.
Dış düzlemde ise nükleer anlaşma, İran’ın bölgede nüfuzunu genişletmesini sağladı. Ambargonun kaldırılmasından sonra ekonomik rahatlamadan istifade edilerek değil; aksine söz konusu anlaşma, İran’ı şer ekseninden çıkartıp teröre karşı mücadeleye yatırım yapması öngörülen bölgesel nüfuza sahip bir devlete dönüştürdü.
Bu protestolardan önce Ruhani’nin davet ettiği eleştiri kapısının açılması, İran’ın iç sorunu ya da direniş ekonomisiyle ilgilidir. Zira İran’da farklı görüş ve oluşumlara sahip geniş halk kitleleri direniş ekonomisine karşı çıktı. Nükleer anlaşma ve Suriye’ye yapılan müdahale, kalkınmanın gidişatına ya da kötü ekonomik durumun değişmesine katkı sağlamadı. Tam tersine kargaşaya ve İran’da çeşitli oluşumların toplu gösterilerine yol açtı.
Mollaların başarısızlığına yatırım yapmak, mezhepsel hegemonya isteğini gizleyen siyasi söylem ve maskelerini çıkartmakta gizlidir. Dini karaktere sahip politikacıların attığı sloganlar, sadece dolduruşa getiren vasıtalar olup en geniş uluslararası siyasi kavramları yok eden devletlerin egemenliği ve güvenliğiyle ilgili nihai amaçları ifade etmiyor. Kendi vatandaşlarının güvenliği, kalkınması ve refahına özen göstermesinin yanı sıra devletlerin egemenliğine karışmayı ve kendisine bağlı askeri milisler inşa etmeyi söyleyen bir kimse; devlet kavramına, bölgesel güvenlik ve uluslararası kurumlara inanmadığını deklare etmiş demektir.