Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran tek başına çalışmıyor | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Arap dünyası, önceki ABD yönetimi döneminde 5 Haziran 1967 arifesinde bile şahit olunmayan şiddetli kaosa, piyasalarda çöküşe, siyasi çatışmaya, komplolara ve kutuplaşmalara şahit oldu. Başkan Barack Obama yönetimi ve Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Arap dünyasını karıştırmaya yol açmasa bile en azından onların politikası, bugüne kadar maddi ve manevi sonuçlarını tahmin etmenin zor olduğu yangınların yayılmasına yardımcı oldu. Bu yangından ve hastalıktan kurtulmak, bölgenin yıllarını alacak. Söz konusu hastalığın iyileşmeye başladığını varsaysak bile bu, genel olarak doğru değildir.

Obama yönetimi, Suriyelilerin hayallerini yok etti. Önceki ABD idaresi, Suriye rejiminin suçlarına karşı kendi politikasında kırmızı çizgilerin olduğunu iddia etti. Fakat Obama yönetimi, Suriyelileri yüz üstü bıraktı. Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından bu yana bölgeye ayak basmayı hayal eden Rusya, Obama ve ekibinin gözü önünde en önemli stratejik yer olan Akdeniz’de kara ve deniz üslerine sahip oldu. Zor bir problem olan İranlılar, Suriye ve Irak’ta el-Kaide ve DEAŞ gibi silahlı örgütlerle yan yana kanser tümörü gibi yayıldı. Pratik olarak Obama, silahsız kitle imha konusunda dünyaya ders vermesinin ardından Beyaz Saray’dan ayrıldı. Obama, nükleer bir anlaşma imzaladıktan sonra Cenevre’de kaldığı otelin balkonundan İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevat Zarif’i sevindirerek yönetimi bıraktı. Zira hiç kimsenin yararına olmayan nükleer anlaşma, Barack Obama’nın özgeçmişine yazılmış bir satırdan ibarettir. Obama, Beşşar Esed’in Lazkiye’deki tesisine korkusuz bir şekilde gitmesinin, Nusra Cephesi’nin genişlemesinin ve DEAŞ örgütünün Irak şehirlerine yayılmasının ardından yönetimden ayrıldı.

Neyse ki 2011 ve 2011 yılından sonraki bazı darbeler, bu darbeleri yapanların kendilerini hedef aldı. Ancak bu darbeler, insanların hayatına ve istikrarına mal oldu. Bazı rejimlerle birlikte Libya ve Suriye gibi devletler, kurumları ve altyapılarıyla tamamen yıkıldı. Bazı devletlerde ise hakim rejim parçalandı. Fakat Mısır’da olduğu gibi devlet, uzun bir süre yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Obama’dan farklı ve Obama dışındaki bir başkan, güçlü, hırslı ve cesur bir şekilde Beyaz Saray’a girdiği zaman bazen gelişigüzel ifadelerin kendisine ihanet ettiğini, bu ifadeleri kontrol edemediğini, ancak hiç şüphesiz sürecin adamı olduğunu itiraf etti. Donald Trump, ABD’nin dış politikasını güçlendirmek, netleştirmek ve iyileştirmek için kritik fakat uygun bir zamanda geldi. Zira tereddüt ifadeleri ve sahte vaatler ABD’nin dış politikasına hakim olmuştu.

Yeni ABD yönetiminin bölgedeki şer odaklarının farkında olması güzel bir şey. Daha güzeli de yeni ABD yönetimi, şer odaklarına karşı pratik kararlar alıyor. Trump, tehlikenin gizlendiği yerleri bilmesinden dolayı kendi tabiriyle kusurlu nükleer anlaşmadan çekildi ve Hizbullah unsurlarını terör listesine ekledi. Hatta Trump, İran’a sert yaptırımlar getirmek için Avrupalı dostlarıyla çatışmaya girdi.

Başkan Trump’ın yaptığı şey, dünya barışını savunma politikasının önemli bir parçasıdır. Fakat İran’ın tek başına çalışmadığına işaret etmek gerekiyor. İran; Hizbullah, Haşdi Şabi, diktatör Beşşar Esed rejimi ve Husi gibi kollara sahip. Husiler, bazı bölge ülkelerinden siyasi ve lojistik destek alıyor. Başkan Trump’ın iki gözünü de açmasını ümit ediyoruz. İran, kendisine yönelik destek olmadan tek başına bölgede kargaşa çıkartamazdı. Trump öfkesinin Tahran’a musallat olduğu gibi bu öfkenin kesin ve güçlü bir şekilde partilere, örgütlere ve İran’ı destekleyen ülkelere de musallat olması bekleniyor.

Obama, terörle mücadele ettiğini zannettiği bir zamanda net delillere, kanıtlara ve şahitlere rağmen İran rejiminin terör faaliyetlerine göz yumuyordu. Trump, aynı hataya düşmemeli. Katar gibi devletlerin bölgenin güvenliğiyle oynayan taraflardan hiçbir farkı yok. Tam tersine bu devletler, Obama yönetimiyle birlikte bölgenin tahrip edilmesinde rol oynadı. Bu devletler, DEAŞ, Taliban Hareketi, el-Kaide örgütü, Hizbullah ve Müslüman Kardeşler Örgütü’yle hem ticari hem de lojistik ilişkiler kurarak istikrarlı rejimlere karşı kışkırtma girişimlerinde bulundu. Bu tür faaliyetler, gizli ve izlenime dayalı bilgiler değil, aksine Washington tarafından bilinen gerçeklerdir.

Bu devletler ve örgütler, İran’ın gerçek gücüdür. Eğer Trump’ın İran’a uygulayacağı sert yaptırımların hedefi, Tahran rejiminin davranışlarını değiştirmeye yönelikse o halde Trump, İran’dan pek de farklı olmayan devletlerin davranışlarını gözlemlemesi gerekiyor. Fakat Obama döneminde İran’ın yaptığı gibi bu devletler, kendi davranışlarını sloganlarla güzelleştirmeye ve Washington’a ABD yönetiminin kendileriyle işbirliği yaparak Ortadoğu dosyasını yönettiği izlenimini vermeye çalışıyor.

Trump, sadece İran’a karşı durup teröristleri destekleyen ya da onlara sempati gösteren diğer devletlerin davranışlarını kabul ederse veya görmezden gelirse bu durumda o, tam bir zafer istemiyor demektir. Aslında yarı zafer, Trump’ın güçlü yönetimine yakışmayan yarı başarısızlıktır.