Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran, Türkiye ve Katar arasında rollerin dağıtılması | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

İnsanlık, çok sayıda aşamadan, farklı güç merkezlerinden, uluslar, milletler ve halklar düzeyinde bilimsel ve pratik gelişmelerden geçmiştir. Bu gelişmeler yükseliş ve çöküşlere uğramış, krizler ve büyük çatışmalara sahne olmuştur. Bu çatışma ve devrimlerin tamamı, tüm verileriyle bugünün dünyasının şekillenmesinde büyük bir etkiye sahiptir.

İstisnasız tüm bu tarihsel aşamalar karmaşıklık ve zorlukları beraberinde getirmiştir. Tüm bu boyutların ve verilerin gerçekçi bir şekilde analize tabi tutulması, doğru okumada önemli bir rol oynadığı gibi yok olmaya ve yenilmeye mahkûm yanlış okumaları da izale etmektedir. Bu, tüm dünyada zaman içinde değişen her bir durum için geçerlidir. İran’la olan mücadele konusuna gelecek olursak, bu konuda sıhhatli analizler yapıldığı takdirde, ülkelerin, liderlerin ve araştırmacıların doğru bilgi ve doğru betimlemelere dayalı rasyonel gerçeklere ulaşmalarına ve dolayısıyla pozisyonların, politikaların ve kararların doğru verilere dayandırılmasına yardımcı olur. Yanlış bilgiler ve belirli bir siyasi eğilim ya da yanlış bakış açısı veya kişisel arzular etkili olduğunda ise analizleri yanlış ve kusurlu hale gelmektedir. Dolayısıyla, tutumlar, politikalar ve kararlar gerçekçi olmayan verilere dayandırılmakta, sonuç olarak tutumlar, politikalar ve kararlar da başarısızlığa uğramaktadır.

Terörizm, çağdaş evresinde, söylemler, kavramlar ve fikirleri içerisinde barındıran çok yönlü bir ideolojidir. Hiyerarşi, gizlilik ve itaat ile karakterize edilen dini, siyasi hareketler ve yarı askeri örgütlerler vardır. Bütün bu unsurlar Yetmişli yılların sonundan bu yana dünyanın karşı karşıya olduğu en önemli zorluklardan biridir. Elbette bu örgütlerin tarihsel uzantıları vardır. Ancak Batılı araştırmacılar, yetkililer ya da politikacılar, Doğu’da Pakistan ve Afganistan’dan başlayarak, Kuzeybatı Afrika’ya kadar Ortadoğu’da ne olup bittiğine dair yüzeysel bir okuma yapmayı tercih ediyorlar. Bu okumalar sürekli Sünni-Şii çatışmalarına atıfta bulunmaktadır. Ve muhtemeldir ki bazıları Katolik ve Protestanlar arasındaki mücadeleye dayalı Batı modelinden etkilenmiş olabilirler. Ayrıca bu okumalarda Sünnilerin çoğunluğu Şiilerin ise azınlığı temsil ettiğine atıflar yapılır. Kafa karıştırıcı özetler ve hatalı karşılaştırmalar sağlıklı analiz ve yorumların yapılmasına engel olmakta dolayısıyla sağlıklı bir tasavvur inşa edilememektedir.

Geçen yüzyılda 1928 yılında Hasan el-Benna’nın önderliğinde Müslüman Kardeşler (İhvan) kurulmuş ve sonrasında farklı kollara ve şubelere ayrılarak gelişmesini devam ettirmiştir. Bu fikir, İslam geleneğinde siyasal muhalif cemaatlere veya yapılara denk gelmektedir. Bunun iki örneğini Şiiler ve Hariciler temsil etmektedir. Sonrasında ise bunlardan İsmaili vb. mezhep ve gruplar ya da sıkı disipliner yapılara sahip tasavvufi akımlar türemiştir. Ayrıca bazı Nazizm ve faşizm gibi Avrupa hareketlerinden etkilenen, çok farklı yorumlara dayalı cemaatler, akımlar ve gruplar ortaya çıkmıştır. Ancak bu bağlamda bizi ilgilendiren şey, bu fikrin (İhvan) Sünni ve Şii düzlemine paralel olarak nasıl geliştiğini açıklığa kavuşturmaktır.

Benna ve hareketi, bir dönem Şah rejimine karşı çıkan İranlı dini hareketlerle güçlü bağlar kurdu. Bu, çağdaş tarihin ötesinde bir buluşma anıydı. Benna ve hareketinin liderlerinde kısmen de olsa bir Şiileşme olduğu gibi muhatapları Şii muhalif mollalarda da bir Sünnileşme meydana gelmiştir. Bu buluşma, uyum sağlama, tecrübeleri paylaşma ve işbirliği yapma çabası bugün tüm çağdaş terörist sahneyi yönlendiren şeydir.

Kısaca aşamalar şu şekilde gerçekleşmiştir; Şii sürecin gelişimi Ayetullah Kaşani ve “İslam Fedaileri”nden başlayarak Humeyni’ye ve daha sonra İran’da İslam Devrimi olarak bilinen aşamaya gelindi. Süreç Lübnan Hizbullah’ına, Yemen’deki Husi milislerine, Irak ve Suriye’deki Şii terörist milislere kadar uzandı. Sünni sürecin gelişimi ise; gizli bir örgütlenme şeklinde başlayan İhvan hareketi, 50’li ve 60’lı yıllarda Seyyid Kutub’la birlikte örgütlenme aşamasına, 70’ler ve 80’lerde ise Mısır ve Suriye’de şiddet yanlısı bir yapıya, 90’lı yıllarda “Cemaat-i İslamiye” ve El Kaide’ye, ardından ise DEAŞ’a dönüşmüş oldu.

Bugün, en büyük uluslararası güç olan ABD’nin, İran tehdidi konusunda uyanmış olması tarihi bir andır. Obama birçok taviz vermişti, ancak yeni yönetim mücadele etme ve taviz vermeme kararı aldı. Bu konuda yani karşı çıkmakta isteksiz davranan Avrupa ülkelerine de etki etmektedir. Burada önemli olan doğru algıların yeniden oluşturulmuş olması ve hak ettikleri yoğunluk ile doğru tavsiyelerin ortaya konmuş olmasıdır.

Çağdaş dönemde terör faaliyetlerine en büyük desteği veren iki ülke İran ve Katar’dır. Türkiye de onlarla aynı çizgiye gelmiştir. Dünyadaki doğru algıları ve isabetli tavsiyeleri manipüle etmeye çalışan bu ülkeler arasında roller dağıtılmaya başlandı. Şii milislerin destekçisi bazen İran olurken, diğer bir dönemde Katar olabilmektedir. Terörist gruplara ve örgütlere destek olmada Katar ve Türkiye rol alışverişinde bulunabilmektedir. Sözde Arap Baharından sonra bu iki ülke, bölgede ve dünyada radikal hareketlerin ağırlık merkezine dönüşmüş durumdadır. Elimizdeki tüm bilgi, olgu ve belgeler Sünni El Kaide örgütü ile İran Hamaney rejimi arasında organik bir ilişki olduğunu göstermektedir. Bir benzer durum DEAŞ ile Türkiye arasında da vardır.

Bu yakınlaşmanın en çarpıcı çağdaş örneklerinden biri, ”Kararlılık Fırtınası” operasyonu başlamasından bu yana Müslüman Kardeşler ile Husiler arasında Yemen’de meydana gelen kurnazca ve sinsice yakınlaşmadır. Saada kentinde, batı sahilinde, Taiz’in doğusunda, Sana’nın doğusu ve batısında devam eden savaşlarda Yemen ordusu ve Yemen direnişi büyük başarılar göstermeye başlamışken İhvan Hareketi Husi milislerinin tarafını tutmaya başlamıştır.

Obama’nın eski danışmanı ve İran’la nükleer anlaşmanın yetkililerinden biri olan Ben Rhodes’in ‘Olduğu Gibi Dünya’ isimli kitabında, Obama’nın kişisel önyargı ve isabetsiz değerlendirmelerine dair örnekler vardır. Obama’nın kişisel algılarından bahsederken “İran ve medeniyetine körü körüne bir hayranlık duyduğu” buna karşılık garip bir şekilde Araplardan nefret ettiği gerçeğine değinmektedir. Yazar, Obama’nın İran şantajına boyun eğdiğinden, İran’a yapmış olduğu büyük maddi yardımlardan, yayılmacı politikalarına ve DEAŞ’la olan ilişkilerine göz yummasından bahsetmekte ve bunlara dair bilgi belge ve rakamları ayrıntılı bir şekilde vermekte, boşa geçen 8 yılda yaşananlara dair detayları ve bir kısım gerçekleri anlatmaktadır. Son olarak, iki lider ülke olan Suudi Arabistan ve BAE’nin çabaları sayesinde, dünya İran’ın yıkıcı rolüne daha fazla aşina oldu.