İran’daki Velayet-i Fakih rejimi halk baskısını hissetti mi? Kısmen de olsa Arap bölgesindeki yabancı operasyonların durdurulmasına odaklanan talepleri karşılayacak ve ülkenin refahını vatandaşlarına ayıracak mı? Büyük olasılıkla yapmayacaktır. Hizbullah’ın gücünü artırmak için para harcamaktan, Afgan, Pakistanlı ve Araplar’dan paralı askerler edinmekten, Husiler’e silah ve füze hediye etmekten ve kara para aklayarak Bahreynli muhalifler için kaçakçılık yapmaktan geri durmayacak.
Halk protestoları, saatlerin akreplerini geriye, coğrafi ve kültürel hegemonyaya dayanan Şiilik merkezli Humeyni Devrimi’nden önceye alamaz.
Peki, insanların sokaklara çıkarak öfkeli protestolar yapmalarının etkisi nedir?
Bu kez, daha öncekilerin aksine protestolar sınıflandırılamadı. Bu medya özgürlüğü isteyen bir öğrenci grubu değil. Siyasal sembollerin lehine politik olarak başlatılan bir isyan da değil.. Bu birikmiş bir öfke. Bu defaki objektif nedenlere dayandı. Ki bazıları burada ayrıntılı olarak anlatıldı.
Bütün dünya, İran’ın sınırları dışındaki faaliyetlerini çok zengin insani ve doğal kaynaklara sahip olduğu düşünülen devlet bütçesiyle yaptığına dair kesin bilgi sahibi. Fakat ortadaki fark şu: Bizler İranlı değiliz. İranlılar, yalnızca servetleri dışarıya aktarılan, dolayısıyla yoksulluktan muzdarip olanlardır. Hükümetlerinin uluslararası kanunlara aykırı davranması nedeniyle ekonomik yaptırımlara tabi tutulması yaralarına tuz bastı. İyi bir hayat yaşamak isteyen normal bir İran vatandaşının görüşüne göre tüm bunlar boş. Ona göre, özellikle de Saddam Hüseyin rejiminin yıkılmasından sonra, ülkesinin nitelikli füzelere, bu alandaki araştırma geliştirme programlarına, muazzam ve rekabet gücü yüksek bir silahlanmaya bütçe ayrılması gereken gerçek bir düşmanı yok. Hatta İsrail bile rejim için herhangi bir tehlike teşkil etmiyor. ABD, Tahran hükümetinin uluslararası barışçıl gösterilere karşı sessiz kaldığını düşünüyor. Suudi Arabistan, Sünni mezhebinin koruyucusu, başka bir devletin iç işlerine karışan bir konumda değil. Belki de mezhep çatışması veya çıkarları ne dereceye ulaşırsa ulaşsın dünyanın herhangi bir ülkesiyle askeri çatışmaya girecek son ülkedir. Ancak Yemen meselesinde olduğu gibi iç güvenliğine dokunacak bir durum söz konusu olduğunda her şey değişir. İran’ın gerçek düşmanı yok. Bu, İran vatandaşlarının topraklarını savunmak için mağdur olmayı reddetmelerine neden oldu. Onlarca yıl Mollalar tarafından yönetildikten sonra kendinin sınır ötesi hâkimiyet ve genişleme rüyasının kurbanı olduğu acı gerçeği karşısında buldu.
Bu protestolar, benzeri görülmemiş bir halk tutumuna neden oldu. Bunlardan belki de en önemlileri, protestocuların dini ve siyasi sembollere saygısızlık etmesi, onları diktatörlükle nitelemeleri ve devrilmelerini istemeleri oldu. Yüce Rehber Ali Hamaney’in Cuma hutbelerinde ülkesinin ABD ve İsrail’in tehdidinde olduğunu empoze etme çalışmaları ve bahaneleri artık geçerli değil. Çünkü gerçek, bu iki ülkenin 1979’da gerçekleşen Humeyni Devrimi’nden bu yana herhangi bir tehlike oluşturmadığıdır. Bu yüce sembollere ihanet edilmesi rejimi korkuttu. Çünkü o, onlarca yıldır gücünü halkın kendilerine zulüm edildiği korkusundan alıyordu. Oysa bugün söz konusu korkuyu, aşağılayıcı ifadelerle ve cesur inkarlarla sokak duvarlarında erirken görüyor.
Bir diğer mesele ise İran halkının çevresindeki ülkelerin değişim sürecini izlediğidir. Bunlardan en önemlisi ise dini nedenlerden dolayı sosyal ve kültürel olarak kendi içine kapanan ve her şeyin petrol fiyatına endeksli olmasından muzdarip olan Suudi Arabistan’dır. İranlılardan iki nesil onun Pers ırkına kıyasla farklı bir devlet olduğu iddiasıyla Haremeyn-i Şerifeyn’i yönetmeye layık olmadığını söyledikleri ülke olan Suudi Arabistan kısa sürede, insan hakları, sosyalizm, dini ılımlılık ve ekonomi alanlarında benzeri görülmemiş adımlar attı. Bunun yanı sıra güney sınırında gerçek düşmanları ile savaş veriyor. Söz konusu gelişmeler, hükümetin Lübnanlılara ve Suriyelilere gösterdiği ilgi gibi kendilerine ihtimam gösterilmesini bekleyen İran vatandaşlarını rahatsız etti. Suudi Arabistan yönetiminin Kraliyet ailesinin evlatları da dâhil olmak üzere kimseyi ayırt etmeksizin toplumun en üst tabakasındaki yolsuzlarla mücadele etmesi İranlıların çektiği sıkıntılardan daha hafif bir acı değil. İran vatandaşları, hükümetinin sosyal adaleti sağlaması, yolsuzluk yapanlardan arındırılması ve ekonomik sistemin geliştirilmesi gibi başlıkların hükümetin başlıca gündem maddesi olmasını hayal ediyor. İran’daki halk protestolarını tüm dünyayla birlikte gözlemlediğimizde sebeplerini ve gerekçelerini de anlayabiliyoruz. Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin iddia ettiği gibi bunun dış güçlerin bir komplosu değil, tamamen iç sorunlara dayalı olduğunu yakinen görebiliyoruz. Hatta ABD Başkanı Donald Trump’ın göstericilerin yanında olduğunu bildirdiği açıklaması, kararlılıklarında herhangi bir sarsıntıya dahi yol açmadı. Çünkü öfkelerinin nedeni siyasi değil. Bu neden rejimin en büyük şeytan olarak isimlendirdiği ABD’nin eliyle dahi ortaya çıkmış olsa protestoların seyrini olumsuz etkilemeyecektir. Ancak onlarla ilgili yaptığı en akıllıca açıklama, diktatör rejimin devam etmeyeceğini söylemesi oldu. Bu doğru. Çünkü tarih bunun kanıtları ile doludur.
Protestoların nereye varacağını ve iktidar üzerindeki etkisinin ne olacağını kimse bilmiyor. Fakat ortada kesin olan bir şey var ki İran, 28 Aralık 2017 öncesindeki İran olarak devam edemeyecek. Tüm dünya İran’ın her yerindeki muazzam bir kamuoyu öfkesine tanık oldu. ‘Hamaney’e Ölüm’ sloganları atan İran halkının taleplerinin özünde radikal dini merkezli bir devlet değil, medeni bir ülke bulunuyor. Bu sesler, iktidarın sonsuza dek sürmesine izin vermeyecek. Çünkü hiç kimsenin dokunmaya cesaret edemediği kutsallar sarsıldı.