Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran ve Almanya’nın Saarland eyaletinin ışıkları | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

1871’de ulus devlet olarak kurulan Almanya, kısmen yeni kurulan İran ile Rusya ve İngiltere gibi ortak düşmanları olması sebebiyle İranlıların gönlünde özel bir yere sahipti. Bununla birlikte, Almanya’nın ekonomik ve bilimsel ilişkilere büyük önem vermesi, birçok İranlının Avrupa’daki bu yeni arkadaşlarının, İran’ın modern dünyaya katılmasını istediğine ikna olmalarını sağladı.

İkinci Dünya Savaşı sırasında İran Şahı Rıza Pehlevi, Nazi Almanyası karşısında Anglo-Rus ittifakına katılmayı reddetti. İran bu reddin bedelini ağır öderken, hanedan üyelerine yakın kişiler sürgünde kalmaya zorlandı.

Savaştan sonra, Federal Almanya, İran’ın Avrupa’da en yakın arkadaşlarından biri oldu. İran, Alman danışmanlar için ‘önemli’ bir yer haline geldi. 1979’da İran’daki İslam Devrimi zirveye ulaştığında, Federal Almanya yeni İran devletinin ilk ticaret ortağı oldu.

Bugün mollaların yönetimi altında bile İran, Almanya’nın başlıca müttefiki konumunda olmasa bile, Almanya en azından İslam Cumhuriyeti hakkında hiçbir gizli siyasi gündemi olmayan yabancı müttefiki olmaya devam etmektedir.

Bu nedenle, Angela Merkel’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin yeni Dışişleri Bakanı Heiko Maas’ın yakın tarihte yaptığı ve İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile yakın çevresinin ABD-Avrupa Birliği (AB) arasında bölünmelerin yaşanmasına dair umutlarını yeşerten bir yorumda bulunması şaşırtıcı değil.

Almanya Dışişleri Bakanı Maas, Alman Handelsblatt gazetesine verdiği demeçte, Avrupalı şirketlerin ABD’nin yaptırımlarından korunması için bağımsız ödeme kanalları açılması çağrısında bulundu. Alman Bakan, “ABD İran’a yönelik yaptırımlar uygulamaya başladı. Stratejik açıdan böyle bir durumda, Washington’a birlikte çalışmak istediğimizi, ancak çıkarlarımıza ters düşecek hamlelerde bulunmasına izin vermeyeceğimizi açıkça söylemeliyiz” ifadelerini kullandı.

Ancak Dışişleri Bakanı’nın açıklamalarına karşı çıkan Başbakan Angela Merkel, “AB, İran’a uygulanan ekonomik ambargoda ABD ile birlikte çalışmaya ve koordinasyon kurmaya devam etmeli” şeklinde konuştu. Sayın Heiko Maas ise bundan bir kaç gün sonra geri adım attı. Almanya’nın Bild am Sonntag (BamS) gazetesine verdiği demeçte Bakan Maas, “Avrupalı şirketleri, ABD’nin İran’a yönelik ekonomik yaptırımlarının risklerinden korumak için basit bir çözüm bulabileceğimizi düşünmüyorum” dedi.

Öte yandan, Tahran yönetimi kontrolündeki basın, AB ile Rusya ve Çin’in görüşlerinin aynı doğrultuda olduğu fantastik bir dünyayı canlandırmaya ve hatta belki de Türkiye ve Malezya’nın bile büyük şeytan ABD karşısında İslam Cumhuriyeti’ne destek vermesini sağlama konusunda yeterli zamana sahipti.

Bakan Maas bu tutumuyla, İran’ın kimseye daha fazla taviz vermemesi gerektiğini savunan Tahran’daki şahin grupların görüşlerini destekleyen bir tavır sergiledi. Maas’ın uluslararası ilişkilerde çok da fazla deneyime sahip olmayan Alman yerel bir siyasetçi olması sebebiyle İran ikilemini net bir politikayla ele alamaması şaşırtıcı bir sonuç değil.

Bununla birlikte, ABD Başkanı Donald Trump’ın politik saldırılarının uluslararası hobiye dönüştüğü bir dönemde, Avrupa’daki sol çevrelerin Amerikan düşmanlığının ‘dozu’ gittikçe azaldı.

Sayın Heiko Maas, İslam Cumhuriyeti ile ilgili temel sorunu değerlendiremeyen ilk Avrupalı siyasetçi değil. Bunun herkesin karşılaşabileceği kendi içindeki ikilemle boğuşan bir ‘rejim’ veya ‘hükümet sistemi’ sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Bu sorun kısaca, İran Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney’in dünyadaki tek meşru İslami hükümet olarak, ‘Yeni İslam Medeniyeti’ diye adlandırdığı İran İslam Cumhuriyeti’ni inşa etmeye çalışması ve ‘Siyonistler ile Haçlıların’ fikirsel ürünü olan uluslararası hukuka saygı duymaya kesinlikle mecbur olmadığını iddia etmesinden kaynaklanıyor. Böyle bir doktrinin sınırları içinde, İslam Cumhuriyeti, istediği zaman istediğini yapma hakkına sahiptir. Zor bir durumla karşılaşıncaya kadar her şey yolundadır ve mutludur. Zorluk sürecinde ise bu durum bitene kadar geçici olarak bekler. Bu, dini açıdan ‘zorlukla birlikte bir ferahlık olduğu’ inancından kaynaklanır.

İran Dini Lideri Hamaney geçtiğimiz günlerde yaptığı bir konuşmada, “ABD bizim karşımızda utanmadan savaş ve müzakereden bahsediyor. Ne müzakere edeceğiz ne de savaşacağız” ifadelerini kullandı. Ardından “ABD ile hiçbir seviyede herhangi bir müzakere olmayacak” diyen Hamaney, ilk ifadesini güçlendirmek için bu konuda Ayetullah Humeyni’nin getirdiği yasakları yineledi. Hamaney, İslam Cumhuriyeti’nin herhangi bir taviz göstermeye ihtiyaç duymadığına dair üstü örtülü mesaj gönderdi. Çünkü rakipleri, er ya da geç geri çekileceklerdi. Sayın Heiko Maas’ın yaptığı gibi açıklamaların bir kısmı, az da olsa bu tehlikeli İran varsayımına yönelik duyulan güvene dayanıyor.

Genellikle, uluslararası sorunları çözmeye çalışmak için iki yol vardır; ‘ya diplomasi ya da savaş’. İran Dini Lideri her ikisini de tamamen reddettiğini ilan ederek, üçüncü bir yaklaşımı sürdürmeyi umuyor. Bu üçüncü yaklaşım, ‘savaş gizli bir şekilde sürdürülürken, yapay diplomasinin benimsenmesi’ olarak ortaya çıkıyor. Mollalar, benzer durumlarda bu tür yapay diplomasinin benimsenmesinin gerçek örnekleridir.

1981’de ABD Başkanı Jimmy Carter ile Cezayir Anlaşması’nı imzalayan mollalar, daha fazla ABD vatandaşı ve rehini alıkoymayacakları sözünü verdiler. Ancak verdiği sözleri çiğneyen İran rejiminin, o tarihten bu yana neredeyse birilerini rehin tutmadığı bir gün bile olmadı. Tahran’ın mollaları, 2015 yılında ABD eski Başkanı Barack Obama’nın nükleer anlaşması konusunda büyük bir yaygara kopardılar. Yasal bağlayıcılık ve sözleşme olmadan anlaşmayı imzalamayı kabul etmediler.

Öte yandan geçtiğimiz haftalarda İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Rusya ile yapılan Hazar Denizi’nin Hukuki Statüsü Anlaşması’nı imzaladı. Ancak anlaşmanın fikir babası olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin imzaların atıldığı günden bu yana anılmaz oldu.

İran Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komitesi, Hazar Denizi Anlaşması’nın maddeleri ile ilgili toplantıyı belirsiz bir süreliğine erteledi. İran hükümeti ayrıca, ‘Antlaşma Sekreteri’ statüsü verilen Kazakistan Hükümeti’ne, Aktav Anlaşması’nın içeriğinde yer almayan bazı belirtilmemiş yönler hakkında daha fazla görüşme yapılması çağrısında bulunan bir mektup gönderdi. Sayın Heiko Maas gerçeğin farkına varmasa da, İran’ın gerçek sorunları, tüm dünyanın Tahran’daki İslam Cumhuriyeti tarafından formüle edilen kurallara göre yönetilmesi gerektiğine dair inancından kaynaklanıyor.
İran yönetimi düşünce tarzını değiştirmeye çalışmadıkça veya İran yönetimi değişmedikçe, bırakın Almanya’nın güney eyaletlerinden Saarland’ın solcu milletvekili Heiko Maas’ı, hiç kimse İran’ı ve İran halkını baştaki egemen grubun saçmalıklarından koruyamaz.