Ortadoğu’ya hakim, gayet iyi bilen Batılı bir kaynak bana, “Filistinliler anlaşıp da biz bir devlet istiyoruz deseler bile bunu konuşabiliriz” dedi. Daha sonra İran’ın dünya sahnesinde kendisini güçlü hissettiği ama aslında zayıf olduğu bir durumda liderlerinin kasılmaları ve ateşli ifadelerine ilişkin şunu söyledi: “Amerika, Barack Obama gittiğinden beri İran konusunda artık aptalca davranmıyor.”
Irak’a gelince; Mukteda es-Sadr ile birlikte önünde yeni bir fırsat kapısı açılmış olabilir “ancak Sadr’ın kendisi de dâhil olmak üzere kimse işlerin nasıl ilerleyeceğini bilmiyor.” O, genel siyaset bakımından meşhur biri değil ve sorumluluklar onu aşıyor. Ancak şimdi Kürtler ve Sünniler ile ne olacağına karar verecek olan kişi de o. Bu yeni bir oyun. “Irak’ın durumu berbat ama belki iyileşmeye başlayabilir. Suriye ise Kürt bölgeleri hariç Esed’in tahakkümü altında kalacak. Soru şu: Amerikalılar doğu bölgesinden ayrılacak mı? Onlardan savaşmaları istenmiyor ancak 2000 Amerikan bölgede askerini tutarlarsa bunun adı stratejik tuzak olabilir. Onlar, o bölge için savaşmayacaklar. Onların varlık sebebi Kürtler’e destek olmak. Onları semirterek Esed ve Türkiye’nin karşısına güçlü bir aktör olarak çıkarmak istiyorlar. Amerikalıların kalma ihtimali epey yüksek. Türkler, Münbiç’te Amerikalılar ile ortak devriye gezdiklerini ileri sürdüler ama ötekiler bu haberi yalanladı ve Türkiye’yi Recep Tayyip Erdoğan’ın seçilmesi için durumu suistimal etme konusunda uyardı.”
Ürdün’ gelelim… Kaynağım bu konuda bana şunları söyledi:
“Ürdün, Suriyeli mülteciler konusunda yaşadığı zorlukları inanılmaz bir şekilde atlattı. Amerikalılar ve Avrupalılar, şimdilerde Ürdün’e yardım etmenin gerekli olduğunu anladılar. Zira Ürdün rejimi, her zaman sorumlu ve herkes tarafından güvenilir bir olmuştur. Petrolün ve petrol ürünlerinin olmadığı bir devlette vatandaşlarına nasıl istikrarlı bir hayat sunduğunu uzun yıllar boyu gözlemledik. Lübnan ise Hizbullah’ın kontrolünde. Bununla beraber Lübnan, hep iyi bir yaşam ile iç savaş arasında sallantıdaydı. Lübnan’da hayat koşulları iyileşmeye başladığında Lübnanlılar bir iç savaş gözlüyor. Savaş ateşi tutuştuğunda ise iyi bir hayat bekliyor. Bu iki unsur, Lübnan’da daimi olarak mevcut.”
Konuşmasını şu sözlerle sürdürdü:
“Bence İran zayıflarsa Hizbullah da zayıflar. Endişelenmeye de başladı zaten. Zira Lübnanlılar, Hizbullah’ın zorunlu bir Lübnan gücü olmadığını eskiye oranla daha iyi anlayacak. Hem de Hizbullah bugün eskisinden daha Lübnanlı bir karakter taşıyorken… Bununla birlikte Lübnan için hâlihazırda bir tehlike oluşturuyor. Hizbullah’ın tüm gücü İran’dan geliyor. Lübnan’ın tümünü elinde bulundurmaya yetecek silahı var. Ancak bunu yapması durumunda bunun bölgesel sonuçları olacağının farkında. Zira İhvan (Müslüman Kardeşler) Mısır’da iktidar olsaydı Ürdün’de de olacaktı. Ancak Mısır tecrübesinde başarısız olmaları, Ürdün’de kontrol altında kalmalarını kolaylaştırdı.”
Konuşmacım, Ürdün ve Lübnan’dan İsrail’e geçiyor ve onun her bakımdan iyi bir durumda olduğunu belirtiyor. Bununla birlikte İsrail’in de sorunlar yaşadığını şu sözlerle ifade ediyor:
“İsrail toplumu açık; ordu ve ekonomi güçlü. İsrail’in icatları dünya çapında tanınıyor ve rağbet görüyor. Araplar ise İsrail’de belki de birçok Araptan daha iyi bir hayat sürüyor.” Ben, bunun ona saldırmanın mümkün olmadığı anlamına mı geldiğini sorduğumda yanıtı şöyle oldu:
“Asla. 1967 ve 1973’te saldırıya maruz kaldı. Bu yeniden oluyor. Ancak İsrail güçlü. Darbe yese bile kalkar ve ayakları üstünde durur.”
“Bana Mısır’dan bahsedin” dedim. Bahsetti:
“Orada acıklı bir hikâye var. 100 milyon insan ile Mısır’ı dışarıdan desteklemek zorlaşıyor. Mısır’a ve kendine yardımcı olabilme potansiyeline bakacak olursak Mısır’ın bir kültürel devrime ihtiyacı var. Bu devrim yakın değil. Ama Mısır ‘dünyanın annesi’ olarak kalacak. Başkan Abdülfettah es-Sisi, Mısır’ı İhvan’dan kurtardı. Bu, ona tanıklık edebilir. şimdi Mısır’ın ihtiyacı olan onunki gibi bir rejimdir. Ancak bu, Mısır’a 21’inci yüzyıla kolay giden bir yol sunmuyor.”
Körfez ülkelerine bakarsak, rahat ve mutlu bir hayat sürdüklerini görürüz. Ancak sorun, Suudi Arabistan Krallığı haricinde diğerlerinin vatandaşlarının az olmasında. BAE’nin durumu, Katar ve Umman’dan daha iyi. “Ben son zamanlarda Doha’daydım. Otelde Yves Saint Laurent imzası taşıyan kıyafetlerle hava attıklarını gördüm. Gündelik yaşam iyi ama Körfez toplumlarının uzun vadeli düşünmesi lazım.”
Suriye üzerinde çok durmadığını söyleyince buna şöyle karşılık verdi:
“Çünkü dünya, Esed kaldığı sürece pek ilgilenmeyecek. Ve bence Esed rejimi şu iki sebepten ötürü kalacak: Öncelikle Ruslar, kendilerine meşruiyet kazandırmak için ona muhtaçlar. İkincisi, azınlıkların birliğine sahip. Sünniler kendilerini Esed ile birlikte iş tutmak ile kimyasal saldırıya maruz kalmak arasında bir tercih yapmak zorunda hissettiklerinde Esed ile işbirliği yapmayı tercih edeceklerdir.”
“Peki, Esed İranlılar’a artık teşekkür edip onlardan ayrılmasını isteyecek cesarete sahip olacak mı?” diye sordum; şöyle yanıtladı:
“Ruslar ne istiyorsa onu yapacak. Çünkü onlar sayesinde hayatta kaldı. Bana kalırsa İranlılardan ayrılmak şöyle dursun aksine kalmalarını isteyecek. Esed’in kalıcılığını korumak, İran ve Rusya’nın üzerinde anlaştığı bir konu. Bundan başka bir şey değil.”
“Ne gibi mesela?” diye sordum; bana şöyle dedi:
“İran, İsrail ile karşılaşmak için bir tatbikat yaparsa Rusya bunun üstünü örtmeye veya İsrail ile olan ilişkilerini gözden çıkarmaya hazır değil. Rusya açısından İsrail bir dost; İran ise müttefik. Rusya, her iki tarafla da ilişkilerini buna dayalı olarak düzenler. Sonra Moskova, İran ve İsrail arasında herhangi bir çatışma olmasından da çekiniyor. Bunun için Suriye’ye başka oyuncular çekebilir. Rusya, Suriye’de stratejik bir ortakken bölgesel bir oyuncuya dönüştü. Konumu, İran’ın güney Suriye’deki konumundan ve İsrail’in konumundan çok da farklı değil. İran, dünya çapında konumunun çok yüksek ve karşı konulamaz olduğunu düşünüyor.”
Bununla birlikte konuşmacım, Suriye, İran ve Hizbullah’ı bir araya getiren odağın devam edeceğini sözlerine de ekliyor. Nitekim bu, İran’ın ulusal güvenliğinin bir parçası ve eğer zayıflarsa her yönden vurmak kolaylaşacak. Sözlerine devamla bu durumu İsraillilere bizzat sorduğunu ve İsraillilerin, İranlıları Suriye’den çıkarmak için Rusya’ya ihtiyacı olmadığı şeklinde bir cevap aldığını söylüyor. İhtiyacı olan tek şey, onlar çıkarken bundan etkilenmemek. Hizbullah’ın füzeleri, uzun menzilli olmamakla birlikte patlayıcı da taşımıyor. Tesislere gelince; İsrail, İran’ın Lübnan veya Suriye’de tesis inşa etmesini engelleyecek. “Nükleer anlaşma, İsrail’in umurunda değil. Ancak İran, uranyum zenginleştirmesini durdurursa ikna olur. Ama yüksek düzeyde zenginleştirmeye devam ederse (Amerika harekete geçecek). İran’ı işgal etmek ya da Tahran’a demokrasi getirmek de beklenen bir şey değil. Önceden de söylediğim gibi, acıyan yerlerine vurulacak. İran’da şimdi her şey acıtıyor.”
“İranlılar nihayetinde yayılma planlarını uygulamaya karar verirlerse Tahran’a veya petrol alanlarına vurulacağı düşünülebilir mi?” şeklindeki soruma ise cevabı şu oldu:
“Bunu söylemek mümkün. Ancak Batılı güçler, Tahran’ı bombalarken geniş planda sivilleri öldürmeyecek. Bu, İkinci Dünya Savaşı değil. Ancak petrol tesislerini bombalayarak hayatı zorlaştırabilirler.”
Başkan Donald Trump’ın neden İran petrolüne yaptırım uygulamadığını sorduğumda ise kaynağın yanıtı şu oldu:
“Sabret, bence iş buna doğru gidiyor.”
Çinlilerin İran’ı savunup savunmayacaklarını sorduğumda ise: “Çinliler, İran’ı ekonomik olarak destekleyebilir ama Amerika ile karşı karşıya gelmek istemiyorlar” dedi. Son olarak Ruslar da Amerika ile karşılaşmak istemiyor mu diye sordum; şunu söyledi:
“Her şeye ucuz yoldan sahip olmak istiyorlar. Ama Trump ısrarcı olursa Rusların şansı olmayacak.”
Bu uzun konuşmanın ardından anlaşılıyor ki bu karmaşanın içinden yakın zamanda çıkılamayacak.