İngiliz yazar L.P. Hartley, Arabulucu (The Go-Between) adlı romanında ‘geçmiş’i şu sözü ile tarif eder: “Geçmiş, farklı bir ülkedir. Orada her şeyi tamamen farklı bir yolla yaparlar!” Burada bazı durumlarda bizi sevindiren bazı durumlarda şaşırtan geçmişimiz ile ilişkilerimizi saran belirsizlik durumuna işaret ediliyor. Hartley’in bu muğlak ifadesini, geçtiğimiz hafta Tahran’da ülkenin geçmişini deşeleyen Humeynici oluşumların ortaya çıkışına işaret eden bir dizi haber yazısına göz gezdirirken hatırladım.
Orada ABD Başkanı Donald Trump’a İran’ın yaklaşık 7 bin yıllık bir tarih derinliği olan medeniyetini görmezden gelmemesini salık veren Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani vardı. Bu, Ayetullah Humeyni’nin; İran’da kendisinin iktidarı ele geçirmesinden önceki tarihsel dönemi ‘cahil ve karanlık’ olarak nitelediği iddialarıyla tamamen çelişmektedir.
Daha sonra sahnede, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun omuzlarına ‘İran’da ulusal ayaklanma’ olarak adlandırdığı desteklerini açıklama görevini bindiren reformist Humeynici tayfa belirdi. Pompeo’yu 50’lerin başında ülkenin başbakanlık koltuğuna oturan Doktor Muhammed Musaddık’ı ya da ABD destekli darbede ihanetle devrilen destekçilerini hatırlamaya davet ettiler. Humeynici eğilimi savunanlardan biri şu yorumu yaptı: “Sayın Musaddık, kendi döneminde İran ulusal ayaklanmasının kahramanlarından biriydi”. Bu kişi, İran rejiminin tam kırk yıldan fazla bir süredir hizmet veren propaganda mekanizmasına göre Sayın Musaddık’ın, ‘İslam’ın en azılı düşmanlarından olan bir hain’ olarak etiketlendiğini ve İslam Cumhuriyeti koridorlarında adının anılması istenmeyen kişilerden biri haline dönüştüğünü unutuyor.
Rıza Şah’ın mumyasına ait olduğu söylenen insan kalıntılarının ortaya çıkması etrafında dönen son yaygarayı hatırlayabiliriz. Kalıntının bulunduğu Rey’in valisine göre, kalıntı, ‘Yüce Rehber’ Ali Hamaney’in emirleri doğrultusunda özenli ve hızlı bir şekilde tekrar gömüldü. Humeyni’nin en önemli destekçilerinden biri olan ve Ayetullah Halhali lakabıyla bilinen Ayetullah Sadık Givi’nin, Pehlevi ailesinin merhum kralının mumyasının halka karşı yakılması için başlattığı seferberlik ile ne kadar da açık bir tezat söz konusu!
İslam Cumhuriyeti Çevre Bakanı İbrahim Kalanteri tarafından yapılan şu dehşetengiz yoruma ne demeli: “İran halkı 7 bin yılı aşkın bir süreden beri doğal kaynaklarını nasıl idare edeceğini bilmiştir”. Hâlbuki bu, Humeynici tayfa ile geçen kırk yıl boyunca tamamen yokluğa gömülen bir idare sanatıdır. O kadar yok ki; İran’ı toplu bir yıkım tehdidiyle karşı karşıya bırakıyor.
Geçmişe özlem burada bitmiyor.
Nitekim İran resmi medya kanalları, İran’ın binlerce yıllık ihtişamını hatırlatan eski eserler, binalar, tarihî ve antik yerler hakkında anlatılan hikâyelerle dolu. Hatta mülkiyeti önceden geçmiş rejime, ondan da önce Kaçar hanedanına ait olan evler, önemli ölçüde korunması gereken ulusal hazineler ve eserler sınıfına dâhil edilme çağrılarına konu olmuştur. Humeyni ve destekçilerinin 40 yıl boyunca öfke ateşini alevlendirdiği ve herkese İran halkına geçmişini ve tarihini hatırlatacak her şeyi yıkma çağrısı yaptığı o korkunç günlerle yine bir çelişki söz konusu.
Önceden kötü günler olarak tarif edilen güzel günlere duyulan özlem, tarihî olaylar, kişiler, binalar ve eserlerle sınırlı değil. Humeynici tayfanın geçmişte yaptığı kazı çalışmaları, daha iyi birçok şeyin ortaya çıkması sonucunu verdi.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Caberi Ensari’nin geçtiğimiz Mayıs ayında Brüksel’e gerçekleştirdiği ziyaretinde AB yetkililerine, İran’a yönelik ekonomik tavizler dizisini geri kazanmak amacıyla Şah rejimi ile 1975 yılında imzalanan ve Avrupa Ortak Pazarı olarak bilinen ortaklık anlaşmasının yeniden canlandırılmasını önermesi gündeme oturdu. İran İslam Cumhuriyeti, şu anda söz konusu o tavizlerin hayalini bile kurmaya cüret edemez. Dönemin Ekonomi Bakanı Huşeng Ensari tarafından Avrupa Ortak Pazarı Dış Ticaret Temsilcisi Lord Tugendhat ile imzalanan bu eski anlaşma uyarınca İran, zirai ve mamul mallara erişim serbestîsinin yanı sıra Avrupa pazarlarına yatırılan sermayeyi artırmak için de özel kolaylıklardan da faydalandı.
Hepsi bu kadarla sınırlı değil. İran’ın şu an benimsediği neredeyse tam diplomatik yalnızlık karşısında Humeynici tayfa, Şah döneminde İran’ın ortaya koyduğu bölgesel kalkınma işbirliği sisteminin benzeri olarak İran, Türkiye ve Pakistan’ı içine alabilecek bölgesel işbirliği çerçevesi fikrini yeniden canlandırdı.
İran Genelkurmay Başkanı General Muhammed Bakıri, geçmişin ürkek bir ceylanını kovalamaya çalışıyor. Türkiye ve Pakistan ile olan askerî işbirliği sistemini kastediyorum. Bu ürkek ceylan, Şah’ın avlarından biriydi ve ‘Merkezî Anlaşma Örgütü’ adını taşıyordu. O dönemde Büyük Britanya, tam üyelik ABD ise yarı üyelik sahibiydi. (İran, NATO benzeri bir düzenlemeyi kabul etmediği için ABD, örgüt içerisindeki durumunu tam üyeliğe geçiremedi. Zira savaş durumunda üye ülkelerin askerî güçlerinin ABD komutasında olması gerekecekti. İran yasaları, İran askerî güçlerinin yabancı herhangi bir devletin kontrolü altında olmasını yasaklıyor. Türk güçleri Amerikan güçleri komutası altında savaşa girerken Şah’ın askerî güçleri, önce Kore yarımadasındaki savaşa sonra da Vietnam’a göndermeyi reddetmesinin altında yatan sebep de budur).
İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Amerika’nın İran’a yönelik insani yardımını yasallaştırmak için 50’lerde İran ve ABD arasında imzalanan iki işbirliği anlaşmasını geçmişin büyüleyici bir parçası olarak yeniden ortaya çıkardı. Söz konusu yardımların çoğunluğu ise eski Amerikan Başkanı Harry Truman’ın ‘Care’ programı ve Point Four planı çerçevesinde gerçekleştirdiği kitlesel aşılar, okul yapımı ve klinikler şeklindeydi. Bu, İran 1964 yılında dış yardımları artık kabul etmeyeceğini açıklayana kadar devam etti.
Zarif’in bu anlaşmalara işaret etmesi, mevcut Amerikan Başkanı Donald Trump’ın İslam Cumhuriyeti’ne yeni ekonomik yaptırımlar uygulama kararı ile çelişmektedir.
Humeynici tayfa, aynı şekilde mollaların iktidarı zapt etmesinden önce İran’ın 34 ülkeye vizesiz yolculuk yapmasını kararlaştıran anlaşmalardan faydalandığını da ortaya koydu. Bu ülkeler arasında şimdiki AB ülkelerinin neredeyse tamamı da yer alıyor. Bugün her şeye rağmen tüm bu ülkelerin Cevad Zarif’in bu anlaşmaların yeniden etkinleştirilmesi yönündeki yeni eski isteklerine yönelik tepkisi şu şekilde: O eskidendi; Biz şimdiyi yaşıyoruz!
Humeynici tayfa tarafından ortaya konan bir diğer keşif, Afganistan ile ortak şu 4 sınır nehrinin sularının bölüşülmesine dair 1972 yılında imzalanan eski bir anlaşmaya ilişkin: Helmand nehri, Bariyan nehri, Herirud nehri ve Farah nehri. Humeyni Hükümeti, İslam’a ihanet olarak nitelediği bu anlaşmayı yerin dibine soktuktan sonra şimdi de Kabil’den İran’ı su kıtlığı nedeniyle yüzleştiği ekonomik ölümden büyük oranda kurtarmak için bu anlaşmanın uygulanmasını talep ediyor.
Ülkenin karşı yakasında Humeynici tayfa, 1975 yılında İran’ın Şattülarab nehrinin yatağı üzerine egemenliği paylaştığı Irak ile imzalanan Cezayir anlaşmasını yeniden keşfetti. Geçtiğimiz Salı günü, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Şattülarab’ın kapatılması ile tehdit etti. Anlaşılan bu adımı, Başkan Trump’ın İran’a petrol ihracatını yasaklamayı şart koşması durumunda Irak’ın petrol ihracını engellemek adına attı. İranlı Başkan’ın bilmediği şey, Irak’ın petrolünü Şattülarab üzerinden ihraç etmediği ve İran’ın Cezayir anlaşmasını reddetmesinin nehrin yatağının yeniden açılması ve Irak’ın Basra limanı ile İran’ın komşu Hurremşehr limanının yeniden etkinleştirilmesi için gerekli düzenlemelerin yapılmasını engellediğidir.
Humeyni ve tüm halefleri, İran’ın Şah döneminde imzaladığı tüm anlaşma ve sözleşmeleri ‘İslam’a karşı Siyonist komplo’ olarak değerlendirdi. Şimdi ise onlar, mollalar ülkedeki iktidarı ele geçirdiğinde İran’ın kaybettiği ayrıcalıkların bazısını geri alma girişiminde ucuz lokmaları kemirmeye çalışıyorlar.
Bununla beraber Hartley’in romanında da işaret ettiği gibi bugün İran’da geçmiş, insanların tamamen farklı şeyler yaptığı farklı bir ülkedir.