Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran’ın ‘Lahey çıkmazı’ ve eski ABD dostluğu | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Şarku’l Avsat/Emir Tahiri

İran İslam Cumhuriyeti, Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) açtığı son dava ile altı yıllık aranın ardından ‘uluslararası adalet’ kapılarına döndü. 15 hakimden oluşan mahkeme heyetinden zararının tazmin edilmesini talep etti.

İran, uluslararası mahkemelerdeki ilk adalet arayışına 1951’in haziran ayında başladı. Dönemin İran Başbakanı Muhammed Musaddık, Anglo-Persian Petrol şirketine kısmen ortak olan İngiliz hükümetini ülkenin petrol sanayisini ve gelirlerini millileştirme kanunu kabul etmeye zorlamak için UAD’ye başvurdu.

İran Ulusal Meclisi’nin 15 Mart 1951’de Ulusal Petrolü Kamulaştırma Yasası’nı onaylamasından iki gün sonra yasa, Şah’ın onayından geçti. İran Şahı 6 hafta sonra Muhammed Musaddık’ı ülkenin başbakanı olarak Ulusal Petrolü Kamulaştırma Yasası’nı uygulamakla görevlendirdi. UAD’de açılan dava, İran’ın millileştirme kanunu için uluslararası desteği harekete geçirme çabalarının bir parçasıydı. Aylar süren adli görüşmelerinin ardından UAD, İran lehine karar verdi. Bu karar Londra tarafından kibir ve küçümseme ile görmezden gelindi.

İran bu hafta yeni bir şikâyetle Lahey’deki UAD’nin kapısını yeniden çaldı. Ancak bu kez, 1955 yılında İran ve ABD arasında imzalanan Dostluk Anlaşması’nın Washington tarafından ihlal edildiği gerekçesiyle mahkemeye başvurdu.
Mahkeme’nin pazartesi ve salı günü yapılan ilk oturumları sırasında davanın gerekçelerini aktaran İran’ın avukatlarına göre, Başkan Donald Trump yönetimindeki ABD, İran’a yönelik bazı ekonomik yaptırımları yeniden yürürlüğe koyarak anlaşmanın en az 6 maddesini kasten ihlal etti. Avukatlar, mahkemenin yıllarca sürebilecek nihai kararına kadar geçecek süreçte yaptırımların ‘askıya alınması’ talebinde bulundular.

İranlı hukuk danışmanı Muhsen Gulara konuyla ilgili yaptığı değerlendirmede İran’ın UAD’ye şikâyette bulunma sebebinin Başkan Trump’ın yeni yaptırımlar uygulanmasını birkaç haftalığına da olsa geciktirerek zaman kazanmak olduğunu belirtti. Gulara’ya göre bu şekilde süreci 6 Kasım’da yapılacak Kongre ara seçimlerine kadar geciktirmeye çalışan Tahran, Trump’ın partisinin Kongre’deki ezici çoğunluğu kaybetmesini umuyor.

Eski Dışişleri Bakanı John Kerry’nin de aralarında bulunduğu ABD’deki İran’a yakın isimler İranlı liderlere ‘yürütme emri’ olarak adlandırılan kararnameyi imzalayarak yeni ekonomik yaptırımlar uygulamak isteyen Başkan Trump’ın konumunu zayıflatmak amacıyla eski Başkan Barack Obama’nın imzaladığı nükleer anlaşmanın şartlarına bağlı kalarak zaman unsuru üzerinde doğru hamleler yapması tavsiyesinde bulundu. Yürütme emri, Başkan’ın ABD Kongresi’ni belirli alanlarda atlatmasına izin veren anayasal bir araç. Ancak buna karşılık ‘Başkan’ın yetkilerini aşan’ anayasal haklara sahip ABD Kongresi, Beyaz Saray tarafından imzalanan herhangi bir yürütme emrini yürürlükten kaldırabilir.

Donald Trump, İran’a ekonomik yaptırımlar uygulanması için yürütme emirleri kullanan ilk ABD Başkanı değil. İlk kez 1980 yılında, ülkenin eski Başkanı Jimmy Carter, İran’ın ABD’deki fonlarının dondurulması için 12170 sayılı kanun gereği yürütme emri imzalamıştı. O dönem ABD’nin Tahran Büyükelçiliği personel ve diplomatlarının rehin alınmasına karşılık İran’ın ABD’nin önde gelen iki bankasındaki 22 milyar dolarlık petrol gelirine el konuldu. Teknik olarak büyükelçiliğin ele geçirilmesi ve personelin rehin alınması bir savaş sebebiydi. Ancak Başkan Carter, ilk olarak rehinelerin diplomatik kanallar aracılığıyla serbest bırakılmasını sağlamayı tercih etti. Daha sonra İran’a ekonomik yaptırım uygulamak için yürütme emri imzalamak, askeri güç kullanmak istemeyen bir başkan için iyi bir yöntem oldu.

Doğrudan ve dolaylı görüşmelerin sonunda, 1981’in ocak ayında Cezayir Sözleşmesi’nin imzalanmasıyla rehinelerin serbest bırakılması sağlandı. İran’ın daha fazla vatandaşını ve diğer uyruklardan kişileri alıkoymayacağına dair maddeler içeren anlaşma uyarınca daha fazla ABD’li rehinenin alıkoymayacağına söz veren İran, bu kez Hizbullah örgütündeki ajanları aracılığıyla başka uyruklardan çalışanları alıkoymaya devam etti. İran’ın bu kötü niyetlerine karşılık olarak ABD, bankalarda dondurulmuş İran fonlarının serbest bırakılmasını erteledi.

Başkan Carter’dan sonra gelen tüm ABD başkanları, İran’a daha sert ekonomik yaptırımlar uygulanması talimatı verdiler. Ancak bu başkanlar arasında İran ile ittifak kurma çabaları olan eski Başkan Barack Obama tek istisna oldu.

Lahey’deki mahkemece değerlendirilen “Dostluk, Ekonomik İlişkiler ve Konsolosluk Hakları Antlaşması” başlıklı 1955’teki sözleşmenin imzalanmasının ardından İran, ABD ile ilişkilerde ayrıcalıklı bir konuma sahip olan devletler grubu arasında ön plana çıktı. Anlaşma dönemin İran Dışişleri Bakanı Abdullah İntizam ile ABD’li mevkidaşı John Foster Dulles arasında müzakere edildi. İran, ihracat garantileri ile ABD pazarlarına erişim açısından en çok tercih edilen ülke olma ve federal hükümet tarafından desteklenen kredi olanakları talebinde bulundu. Daha da önemlisi bu anlaşma, İran’ın ABD’den silah ve askeri teçhizatın yanı sıra 70’li yılların sonlarındaki İran Devrimi sürecinin başlamasına kadar ABD’den en gelişmiş nükleer silahları satın almasını sağladı.

Bununla birlikte 1955 Anlaşması, İran’da büyüyen Amerikan etkisinin de başlangıcı oldu. O dönemde imzalanan 18 anlaşma ile iki ülke arasında kurulan sıkı ittifakın temelleri atıldı. Yine bu anlaşmalar, ‘Barış İçin Atom’ programı kapsamında, ABD’nin birkaç yıl boyunca inşaat ve maliyetlerini üstlendiği İran’daki ilk nükleer reaktörlerin kurulumlarını da içeriyordu. Bu çerçevede ABD, 20 İranlı öğrenciye Amerikan üniversitelerinde nükleer bilim alanında öğrenim görmeleri için burs sağladı. Bir başka ikili anlaşma ise özellikle savaş pilotları ve teknisyenler olmak üzere İranlı asker ve istihbarat personelinin ABD’de eğitim almasını içeriyordu.

Ayrıca 1955 Anlaşması, 1975’te dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger ile İran Ekonomi Bakanı Huşeng Ensari tarafından imzalanan 50 milyar dolarlık bir ticaret anlaşmasıyla sonuçlanan başka bir ekonomik müzakere süreci başlattı. Bu anlaşma bugün ‘İnsanlık tarihinin en büyük ticaret anlaşması’ olarak anılıyor.

İran, Lahey’deki UAD mahkemesinden umduğu olumlu sonuçlara şu iki nedenden ötürü ulaşmada oldukça zorlanacaktır:

İlk olarak ABD, Başkan Donald Trump tarafından uygulanan ekonomik yaptırımların İran’ın nükleer anlaşmasıyla ilgili olduğunu iddia edebilir. Böylece İran’ın şikâyet gerekçesi 1955 Antlaşması’ndan tamamen soyutlanabilir. Nükleer anlaşma ise hiçbir seviyede hiçbir yasal statüye sahip değil. Bu yüzden İran’ın iddia ettiği ihlaller için dava açması zor olur. İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri Said Celili dün Tahran’da yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Cumhurbaşkanı Ruhani’nin ekibi, Kapsamlı Ortak Eylem Planı’nın (nükleer anlaşma) Birleşmiş Milletler (BM) belgeleri seviyesinde olduğunu iddia ediyor. Bu yüzden nükleer anlaşmayı ihlal edenlerin uluslararası bir örgüt olan BM’nin kararını ihlal ettiğini söylüyorlar. Eğer durum böyleyse neden şikâyeti UAD yerine BM Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) götürmüyorsunuz?”

Bay Celili’nin tehlikeli bir ‘atılganlık’ yaptığı gayet açık. Cumhurbaşkanı Ruhani ve ekibi sık sık BMGK’nın bir şekilde nükleer anlaşmayı kendi kararlarından biri olarak desteklediğinin altını çiziyor. Ancak İran’ın bu kararlardan herhangi birini kabul ettiğini açıklamama konusunda ısrarcılar.

İran’ın Lahey’de şansının zayıf olmasının ikinci sebebi ise; 1955 tarihli anlaşmanın ikinci paragrafında anlaşmanın tarafları arasında çıkacak olası anlaşmazlıkların çözülmesi konusunda UAD’de karşı tarafa dava açabilmek için ancak aralarında gerçekleştirilecek müzakerelerin başarısız olması gerektiğinin açıkça belirtilmesi. Başkan Donald Trump, herhangi bir önkoşul olmaksızın İran tarafı ile görüşmeye hazır olduğunu açıkladı. Ancak Tahran’da son sözü söyleyen İran Dini Lideri Ali Hamaney, herhangi bir konuda ABD ile görüşülmesini resmen yasakladı. O halde Lahey’deki uluslararası mahkemeye gitmek, Musaddık’ın anıldığı şu günlerde iktidarda kalma mücadelesi veren Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin manevralarından ve güçsüzlüğünü gizlemeye çalıştığı dolambaçlı yollardan biri olabilir.