Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

İran’ın Lübnan’da Karar mekanizmalarını istila etmesiyle ‘uzlaşma’nın bitmesi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Lübnan Başbakanı Saad Hariri’nin, 4/11/2017 Cumartesi günü Riyad’dan istifa etmesiyle birlikte, bir yıl önce Hariri’nin girişimleriyle planlaması yapılan iç uzlaşma çöktü. “Uzlaşı” olarak nitelendirilen girişim kapsamında, General Mişel Avn cumhurbaşkanı seçildi ve Başbakan Hariri İlk Uzlaşı Hükümeti’ni kurdu. Ne var ki, bu uzlaşı iki aydan fazla sürmedi. Dengelenmiş atmosferin en bariz göstergeleri, yemin töreni ve başkanlık demeci idi. Ancak hemen ardından, iç ve dış politikalar gereği, 2006 yılında Mar Michael kilisesinde General Avn’ın partisi ile Hizbullah tarafından kurulan ekibin ortaya koyduğu koşullar bağlamında Lübnan rejimini yeniden inşa etmek için farklı bir yola girildi.

İç güç dengelerden ve hükümetin oluşturulmasından başlanarak, bakanlarının üçte birinin Hizbullah yanlıları, üçte birinin Yurtsever Hareketi ve diğer üçte biri ise Suriye Rejimi’nden oluşacak. Kurulacak olan yeni hükümette yer alacak adalet ve savunma bakanları, on yıldan daha fazla süredir, eski Başbakan Refik Hariri’nin katillerinin yargılanması için kurulan uluslararası mahkemeye düşmanlık beslemeleriyle bilinmekteler. Adalet Bakanı bu politikasını, Uluslararası Mahkemenin kurulmasına yardım etmiş ve rol oynamış tüm Hristiyan hâkimleri görevden uzaklaştırıncaya kadar sürdürdü.

Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in politikalarına gelince; (Burada ondan cumhurbaşkanının damadı ve Özgür Yurtsever Hareket başkanı olarak yaptığı çalışmalar hakkında konuşuyorum) en belirgin özelliği Hıristiyanların Müslümanlardan ayrışmasını ve Müslümanlara (özellikle de sünnilere) yapılan saldırı bağlamında, devlet görevlendirmelerinde Hıristiyanların payının “geri getirilmesini” sağlayan seçim kanununu dayatması ve arkadaş olmanın ötesinde hiçbir vasfı olmayan liyakatsiz kimseleri görevlendirmesiyle öne çıkmıştır. Böylece Lübnan’ı temsil eden diğer bakanlarla arasında fikir ayrılıkları çıkmıştır. Hatta Bakan Süleyman Franjiye dahi: “Sanki Lübnan’da Bassil’in onayladığı Hıristiyanlardan başkası yok!” deme noktasına gelmiştir. Bakan Bassil partisine çoğunluğu sağlayan seçim yasasını uygulamak için hükümet ve komisyonlarda bir savaş yürütmüş ve ülke dışında yaşayan Hıristiyan kökenli Lübnanlılara, İslam rüzgârı kendilerini alıp götürmeden önce(!) bu seçim kanunu mucibince oy kullanmaları gerektiğini söylemiştir.

Çatışma ve ayrışmayı körükleyen bu seçim yasasına ek olarak Bassil, Suriyeli mültecilere karşı Cumhurbaşkanının da katılımı ile şiddetli kampanyalar yürütüyor. “Normalleşme”, sadece mültecilerin geri dönüşü için değil, 2006 Mar Michael Kilisesinde kurulan azınlık ittifakının gerçek bağlamı nedeniyle de stratejik bir hedeftir. Bu arada Hasan Nasrallah, İran ekseninin zaferini ilan ettikten sonra, İran delegeleri Lübnan’a akın etmeye başladı. Partisinin bakanları, Yurtsever Hareket ve diğerleri, kendi halkının katili bir rejim ile olan ilişkilerinin büyüklüğünü kanıtlamak için Suriye’ye akın ediyorlar. Normalleşmenin son adımı Suriye’ye yeni bir Lübnan Büyükelçisinin atanmasıydı!

Politik ve idari yönden üstünlük sağlama tezahürleri, askeri, güvenlik ve stratejik üstünlüğün belirtileri ile kıyaslanırsa, pek de büyük bir mesele sayılmaz. Ordunun müdahale ettiği, Hizbullah ve ona bağlı komutanların işbirliğiyle oluşan iç çekişmeler ve çatışmalar, Beyrut’un 2008’deki işgalinden iki ay önce, Arsal ve Ra’s Baalkbek’de gerçekleştirilen uzlaşıya kadar devam etti. Operasyonlar o güne kadar genellikle müşterek yürütülüyordu. Bazen de partinin lehine olacak şekilde askeri güçler tarafından uygulamaya konuyordu. Bütün şehirlerimiz ve köylerimiz bu zorluklardan geçti. Ancak, zorlukların tavan yapması 2017 de yapılan uzlaşıyla oldu. Cumhurbaşkanı Avn, Mısır’a gittiğinde ordunun güçsüzlüğünden dolayı güneyde Hizbullah’a ihtiyaç duyduğunu söylemeye başladı. Bu tavrını sürekli tekrarladı. Nihayet partinin silahlarının araştırılması meselesinin Ortadoğu krizinin sonuna kadar! ertelendiğini söyledi. Böylece, Anayasayı, bağımsızlığı ve devletin egemenliğini koruyan cumhurbaşkanı üç meşru zemine karşı meydan okudu: Lübnan devleti, Arap ve uluslararası meşruiyet. Bunu da İran’ın lehine olacak şekilde yaptı. Aslında bütün bu gerçekler Ra’s Baalbek kasabasının dağlık bölgelerinde “Dağların şafağı” olarak bilinen savaşta ortaya çıkmış ve netleşmişti.

Yüksek Savunma Konseyi Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanarak, Lübnan’ın terörle mücadelede uluslararası koalisyonun bir parçası olduğuna karar vermişti. Lübnan ordusundan teröristleri vurmasını ve onları Ra’s Baalbek kasabasının dağlık bölgelerinden atmasını istemişti. Ancak, savaşın başlamasından dört gün sonra Hasan Nasrallah, operasyonların bitirilmesi ve Suriye rejimi ile teröristlerin geri çekilmesi konusunda yapılan müzakerelerin sona erdirilmesi talimatını verdi. Ertesi gün, Cumhurbaşkanı orduya savaşı durdurmasını emretti ve Kamu Güvenliği Direktörünü teröristlerle pazarlık yapmak için üçüncü veya dördüncü taraf olarak gönderdi. Bu teröristler klimalı otobüslerle Suriye sınırları içerisine çekilerek, geride, daha önce kaçırıp öldürdükleri on asker cesedi bıraktılar.

Hizbullah’ın, havaalanı, liman ve devletin diğer kurumlarını istilası Cumhurbaşkan Avn’ın döneminde başladı. Bu istila, bu yeni dönemde meşru görüldüğü kadar hiçbir zaman meşru görülmedi. 2016 ve 2017 yılları, Ruslar, İranlılar ve Türklerin müdahalesi ile Suriye halkına karşı yürütülen bir savaşa şahit oldu. İranlılar, Suriye’deki ve Irak’taki dönüşümün kendi menfaatlerine olduğunu düşündüler. General Avn’ın dönemini de, Tahran’dan Beyrut’a uzanan eksende, Lübnan’a tamamen bir giriş fırsatı olarak gördüler. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın son iki yılda ekrana çıkışlara arttı.Bir taraftan zaferlerinden bahsederken diğer taraftan ise Suudi Arabistan’a savaş ilan etmenin müjdelerini veriyor. Yıllar önce de Suriye’deki savaşın İsrail’e karşı savaşmaktan daha şerefli ve gerekli olduğunu söylemişti. Sonra da şöyle dedi; Yemen’de Suudi Arabistan’a karşı savaşmak daha da gerekli! Suudi yetkililer ve Lübnanlı vatansever devlet adamları, İran’ın, Lübnan karar mekanizmalarını ele geçirmesinin, Lübnan’ın güvenliği ve istikrarı için çok zararlı olduğu ve ülkeyi tehlikeli savaşlara maruz bırakacağı hususundaki uyarılarını artırdılar.

Krallık ve diğer Arap ülkeleri, Lübnan’ın (Şu an olduğu gibi!) Suudi Arabistan ve Arap güvenliği için bir tehlike merkezi haline gelmesinden memnun değiller. Ancak kimse dinlemiyor ve ibret almıyor. En son yaşanan olayda, Hamaney’in danışmanı olan Ali Ekber Velayeti Şam’a gitmeden önce Beyrut’a gelerek, Hizbullah direnişinin zaferlerini ilan etti. Lübnan bunu sineye çekti. Bu söylenenlere karşı hiç kimse de itiraz etmedi. Artık ölçü kaçtı ve herhangi bir müzakereye imkân kalmadı. Lübnan, İran destekli silahlı bir örgütün varlığı ve üst düzey yetkililerin, devlet ile örgüt arasında ayrım yapmama hususundaki ısrarları nedeniyle, kendisi ve Arap güvenliği açısından tehlikeli bir hale geldi. Dolayısıyla Lübnan Başbakanının istifası, gizlemeler, mazeretler ve boş umutları ortadan kaldırmak için gerekliydi. Başbakan Saad Hariri istifasındaki açıklamasında söylediği gibi; kendimizi ve Arapları, İran saldırganlığının bir arenasına dönüştürmemek için, Araplarla beraber çalışmalı ve meseleyi kendi içimizde halletmeliyiz.