Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘İslamofobi’… Nefretin iki yüzü vardır | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

*Beşir Ahmed Ensari

Antik Yunan mitolojisinde yan yana savaşan iki tanrı vardır. Bunlardan biri korkuyu temsil eden ‘Phobos’, diğeri dehşeti temsil eden ‘Deimos’. Savaş Tanrısı ‘Ares’in’ ikizleri. Birçok uzman, zaman ve mekan değişmiş olsa da, dünyamızdaki büyük düşünce okullarının köklerinin antik Yunan’a dayandığını düşünmekte. Bu felsefe alanında doğruysa, mitoloji alanında da uygulanabilir mi?

Bugün birçoğumuz, Phobos’un ayakları önüne korku hastalığı (fobi) veya İslamofobi olarak adlandırılan kurbanlar sunuyoruz. Diğerlerimiz ise terör tapınaklarında Deimos’u yüceltiyor. İki olgu arasında bir çelişki olmasına rağmen, aralarında temel bir benzerlik bulunmakta.

Çalışmalar ve istatistikler, dini kisveye bürünmüş terörist ve radikal grupların yaptıklarının, Müslümanlara olan nefret ve düşmanlığı alevlendirmeye katkıda bulunduğunu ve öfkeli gençlerin terör gruplarına katılmasında büyük rol oynayan İslamofobi olgusunun giderek büyümesinde büyük rol oynamakta olduğunu ortaya koydu.

İslamofobi’nin birçok faktöre bağlı olduğunu inkar etmiyoruz. Bu, güncel aşamanın sonucu değil. Terörizmin; politik, psikolojik, ve toplumsal birçok kökü bulunmakta ve karmaşıklığı tek bir faktörle sınırlandırmak mümkün değil. Fakat etken ve köklerin çeşitliliğine rağmen, hiç kimse birbirini negatif enerjiyle besleyen şiddet ve nefret arasındaki sağlam ilişkiyi reddedemez.

Uzman araştırma merkezleri tarafından toplanan verilere göre, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ABD’de Müslümanlara karşı işlenen nefret suçları, keskin bir artış gösterdi. Charlie Hebdo ve 2015 yılında meydana gelen Saint Denis terör saldırısı, Atlas okyanusunun diğer kıyılarında bu olgunun şiddetini gittikçe artırdı. Bu olaylar, AB ülkelerinde yaşayan Müslümanların, nefret oranının artmasında bir dönüm noktası haline geldi. Bu nefret, söz konusu ülkelerdeki bazı genç Müslümanların radikalleşmesine neden olan en güçlü uyarıcı oldu. ‘The Independent’ gazetesinin haberine göre, 2017’de Londra Köprüsü’ndeki terör saldırısının ardından Müslümanlara karşı işlenen nefret suçları beş kat arttı. Londra polis verileri, ırkçı olaylarda yılın geri kalanına oranla yüzde 40 oranında bir artış olduğunu ortaya koydu.

Bu tarz saldırılar, terör olgusunu harekete geçiren bir yakıt görevi görmekte. Terör grupları İslamofobi hayaletini kullanmaya devam etmekte. Hilafet devletini kurma ve naim cenneti vaadinde bulunan terör örgütleri, kendilerine; yoksulluk, yabancılaşma, kültürel çatışma ve kimlik krizi yaşayan öfkeli gençlerden kurbanlar seçmekte ve onları eğitmekte.

Terörizm ve İslamofobi savunucularının yapacağı en tehlikeli şey, Doğu ile Batı arasındaki kültürel etkileşimi baltalamaya çalışmaktır. Batı’da kültürel çatışma çağrısında bulunan yüksek sesler bulunmakta. Aynı şekilde Müslümanlar arasında bulunan şiddet grupları, Batı toplumlarındaki gri bölgeyi, Müslümanlar ve gayrımüslimlerin birlikte barış ortamında yaşamasını yıkmaya çalışmakta.

Ancak DEAŞ’ın Ortadoğu’daki kalelerinin yıkıldığına şahit olması, Boko Haram örgütünün silahsızlandırılması ve Afganistan’da gelişmekte olan siyasi sürecin yanı sıra silahlı bir grubun hükümet güçlerine katılması açısından 2017 yılı bir istisnaydı. Entelektüel düzeyde, Kahire’deki Ezher, Mekke’deki Dünya İslam Birliği (rabıta) gibi İslam dünyasındaki diğer köklü dini kurumlar, radikalizme karşı güçlerini birleştirdiler. İslam dünyasında; Suudi Arabistan’da ‘İtidal’ (Ilımlık),  İslam işbirliği Teşkilatı’nda (İİT) ‘Savtu’l- Hikme’ (Hikmetin Sesi) merkezleri gibi kurumlar da mevcut. Her iki merkez de İslam aleminde radikal söylemlerin kökünü kazımakla görevli.

Dini boyutta ise, geçtiğimiz Nisan ayının sonlarında dünya, İslam ve Hıristiyanlığın en büyük iki sembolü olan Vatikan’daki Papa Franciscus ve Kahire’de bulunan Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib’in bir araya gelmesine tanık oldu.

Siyasi düzeyde, en ağır darbe, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’dan geldi. Riyad’daki Geleceğin Yatırım Girişimi Forumu’nda yaptığı konuşmada, radikalizm kalıntılarını yok edeceği ve tüm din, gelenek ve insanlara açık olan ‘Merkezi İslam’a dönüş sözü vermişti.

Geçtiğimiz yılın son aylarında ve bu yılın başlarında, Müslümanlara karşı nefret seviyeleri en üst düzeye çıktı. ABD’de radikal sağ yandaşları tarafından, Avrupa’da da sağcı partilerin çeşitli bölgeleri teşvik etmesi, Fransa, Almanya, Avusturya, Hollanda, Danimarka, İsviçre, Macaristan ve İtalya gibi ülkelerdeki İslam merkezlerinin sık sık hedef alınmasıyla sonuçlandı. Yılın ikinci yarısında İslamofobi’nin derecesinde belirgin bir düşüş kaydedildi. İİT’nin İslamofobi Gözlemevi’ne göre, bu düşüş son 4 yılda ilk kez meydana geldi.

Gözlemevi, bu olgunun, ABD’de siyasi kampanyalarla çakışan 2016 yılının son üç ayında çok yaygın olduğunu kaydetti. Sonraki aylarda aynı tempoda devam etti. Söz konusu olgunun yayılımında belirgin bir düşüşün başladığı gözlenene kadar yılın yarısı geçmek bilmedi.

Radikallerin, inançlar her ne kadar farklı olsa da, insan uygarlığının kazanımlarını kötüye kullandıklarını görmekteyiz. Çünkü uygarlık; yaşama kaynağı, terör; ırkçılık, nefret ve ölüm aracıdır.

DEAŞ ve kardeşlerinin İslam uygarlığını temsil etmediği gibi radikal ve nefret gruplarının da Batı’yı temsil etmediğinin farkında olmamız gerek. İnsan uygarlığı, Batı’daki nefret gruplarına ve İslam alemindeki şiddet gruplarına rağmen ilerleyecektir.

Son 20 yıllık tecrübeler, İslam alemindeki terörizmin ancak İslam ile yok edilebileceğini kanıtladı. Irak’ta DEAŞ örgütüne son verilmesi bunu ispatladı. Aynı şekilde İslamofobi de ancak Batı çabaları ile sona erebilir. Her iki tarafın da üzerine düşeni yapması gerekir. Komşularından önce ev sakinlerine zarar veren nefret ve düşmanlıktan evini temizlemeli.

Yoldan sapanların, Allah’ın gönderdiği hak yola ve barış mektubuna dönmesinin vakti geldi. İnsanlığın dehşeti temsil eden Deimos veya korkuyu temsil eden Phobos’a kurban sunmaktan vazgeçmesinin zamanıdır.

*İİT İslamofobi dosyası direktörü, Eski Afgan Diplomat