Tahran medyası ve askeri yetkililerinin, İsrail’in İran hedeflerine ve Suriye’deki Hizbullah’a yönelik askeri saldırıları karşısında sessiz kalmasını, özellikle de iki noktayı göz önüne aldığımızda anlamak mümkün değil.
Birincisi; 1979 yılında mollaların yaptığı devrimden bu yana İran, Ortadoğu politikalarını İsrail karşıtlığı üzerine kurdu ve Lübnan’daki Hizbullah “İsrail’e karşı direniş” sloganları altında doğdu.
İran, başta Hamas ve İslami Cihad Hareketi olmak üzere Filistin’deki cihatçı cemaatleri de bundan dolayı destekledi.
İkincisi ise, İran, İsrail ve onun müttefikleriyle savaşacağını ilan etmiş ve bu temelde nükleer proje de dahil olmak üzere, askeri yeteneklerini geliştirmişti.
Her iki noktayı göz önüne aldığımızda, Tahran’ın İsrail’e yönelik tutumu ve İsrail’in Suriye’nin en merkezi yerinde bulunan üç ildeki Tahran üslerine ve Hizbullah milislerine yönelik son günlerde artan saldırılarına sesiz kalması çelişik bir durum ortaya çıkarmakta.
İran’ın sessizliği, Suriye ve çevresindeki çatışmaların ortaya çıkardığı bazı gerçekler ışığında yorumlanabilir.
Bu gerçeklerden birincisi, başta İsrail’in saldırıları olmak üzere meydana gelen saldırılar sonucunda ortaya çıkan insani, maddi ve siyasi kayıplara rağmen İran, Suriye’deki varlığını sürdürmekte kararlı.
Çünkü Tahran Suriye’deki varlığını, izlemiş olduğu bir stratejinin önemli bir parçası olarak görmektedir. Zira Akdeniz, Irak, Suriye ve Lübnan’a erişimi sağlamada burasını kilit bir nokta olarak değerlendirmekte.
İkinci nokta, Suriye’de İsrail ile arasında yakın bağlar, siyasi ve askeri koordinasyon olmasına rağmen, Rusya ile ilişkilerini korumak istemekte.
Zira Batı ve Amerika’nın sergilediği düşmanlık son günlerde tırmanışa geçmiştir, dolayısıyla Rusya İran’ın temel dayanağı haline geldi.
İran’ın Arap politikaları ve silahlı müdahalesi, özellikle Suriye, Yemen ve Irak gibi Arap ülkelerinde kaos ve silahlı çatışmaları desteklemesi kendisini yalnız bıraktı.
Üçüncü nokta, İran, Amerika ile kendisi arasında tırmanan gerilimi soğutmak istemektedir. Zira İran’a yönelik yaptırımlar, nükleer anlaşmadan (5 + 1) ayrılmanın çok ötesine geçmiş durumda.
Artık İran politikalarını değiştirmeye yönelik ilan edilmiş bir savaş var ve bu yeni durum hiç şüphesiz İran rejimini değiştirecek nitelikte.
Dördüncü nokta, İran, Avrupa pozisyonunu ABD konumundan farklı kılmak ve bunu ileri bir aşamaya taşımak istemekte.
Meseleyi sadece Avrupalıların terk etmeyi reddettiği İran nükleer anlaşması açısından değerlendirmemek gerekir, zira bir tarafta ambargo gerçeği dururken diğer tarafta Avrupalıların kendi çıkarlarını koruma isteği durmaktadır, bu da Avrupa-İran ilişkilerini kritik bir konuma taşımakta.
Beşinci nokta, İran, İsrail’le kaybedeceği bir savaşa girmekten kaçınmakta. Güçler arasındaki dengesizlikten dolayı İran, doğrudan bir çatışmaya girmek istemez, zira her iki tarafın savaş yetenekleri ve imkanları aynı değil.
Bu gerçeklerin ortasında, İran’ın Suriye’deki üslerine ve araçlarına yönelik İsrail saldırıları karşısında bürünmüş olduğu sessizlik, özellikle İran’ın kendi içinde bulunduğu gerçeklikler göz önüne alındığında, bölgesel politikaları nedeniyle artan politik çatışmalar da düşünüldüğünde, anlaşılabilir gibi görünüyor.
İran sokaklarının “Devrim Rehberi”ne yönelik mücadelesi, iktidardaki elit tabakanın merkezine kadar ulaşmış olması, ülkedeki ekonomik koşulların bozulması, İran parasının değer kaybetmesi, kısacası İran’daki sosyo-ekonomik durum, İran’ı bu şekilde davranmaya mecbur bırakmaktadır.
Tahran’ın sessizliği ve İsrail saldırılarına tepki vermemesi, dış politikalarını kuşatan şeylerle baş etmede bir önlemi ifade etmekte.
Fakat bu durum Suriye’de İran’a yönelik bir baskı unsuruna dönüşebilir.
Özellikle de Suriye’den ayrılmak zorunda kaldığında, bölgedeki İran’ın genişleme stratejisinde bir baskı ve kayıp unsuru haline gelebilir.
Bu ise beraberinde başka gelişmeleri getirecektir; Yemen’den çıkmak zorunda kalması, Irak ve Lübnan’daki etkisinin azalması bunlardan bazıları.
İsrail saldırılarının öngörülebilir bir gelecekte durmayacağı hatta daha da artacağı belli ise, İran’ın sessizliği devam edemeyecek, eninde sonunda patlayacaktır.
Patladığında ise, İran’ın duruşu ve politikalarında çok şeyler değişmiş olacak.
Fakat bu patlama ne zaman ve nasıl olacak? Üzerinde düşünmemiz ve beklememiz gereken budur.