İtalya’da her etkinlik adeta bir kutlama, bir festival havasında geçer. Bu ayın başlarında düzenlenen parlamento seçimleri tüm siyasi, sosyal ve ekonomik yaşam biçimlerinde karmaşık bir aşamaya geçilmesine neden oldu, çok çeşitliliğin kapılarını açtı. İtalya’nın yarı mağlup – yarı galip çıktığı ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra krallık kaldırıldı. İtalya bir cumhuriyet oldu. Ortaya iki ana parti çıktı: Hristiyan Demokrat Parti ve Komünist Parti. İşçi sendikaları, politik hayatta güçlü bir figür ve Komünist Parti’nin aktif birer destekçileriydi. Fakat Hristiyan Demokrat Parti ülkenin siyasi hayatının lideri olarak kaldı. İtalya, ülkedeki yaşam biçimlerini şekillendiren siyasi liderler ortaya çıkarmasıyla birlikte karakterize oldu. Ülkeyi Soğuk Savaş’ın tam ortasında yöneten Hıristiyan Demokratların lideri Aldo Moro önde gelen Avrupalı bir figürdü. Amintore Fanfani ve Giulio Andreotti, Hıristiyan Demokrat figürler olmalarının yanısıra İtalya’nın Avrupa ve uluslararası siyasi arenada lider konuma gelmesini sağladılar.
İtalya’nın müttefiki ABD ve Sovyetler Birliği ile Soğuk Savaş’ın ortasında dengeli ve esnek ilişkileri korumayı başardılar. Batı Avrupa’nın en büyük komünist partisi olan İtalyan Komünist Partisi’nin tarihi lideri Enrico Berlinguer, Moskova’ya bağlı olmayan ulusal bir politika izlemeyi başardı. Demokrasi ve bağımsızlığa dayalı Avrupa komünizminin sloganını sesini yükselterek komünist bloktan bağımsız hareket etti. Berlinguer, Hıristiyan Demokrat lider Aldo Moro ile Büyük Anlaşma olarak bilinen siyasi düzenlemeler üzerinde uzlaşıya vardı. Bazıları, Moro’nun İtalyan Kızıl Tugayları tarafından öldürülmesine bu anlaşmanın neden olduğu görüşünde.
Tek başına hükümet kuran liderler, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İtalya’daki politik yaşamın omurgasını oluşturdular. Devamında ise koalisyon hükümetleri ve istikrar çerçevesinde değişimler meydana geldi. Cumhuriyetçi Parti genel sekreteri Giovanni Spadolini, koalisyon hükümetine başkanlık yaptı. Partisi meclisin sadece yüzde 3’ünü oluşturuyordu. Bettino Craxi yıllarca bir koalisyon hükümetine başkanlık etti ve hükümetlerin en güçlü başkanlarından biri olarak kabul edildi. Sosyalist Parti’ nin meclisteki oranı yüzde 11’den fazla değildi. Tunus’taki sürgün yıllarına kadar da o makamda kaldı.
1990’’ların başında “Temiz Eller” operasyonu olarak bilinen yolsuzlukla ilgili güçlü bir yargı süreci başlatıldı.Bu durum sosyalist lider Bettino Craxi başta olmak üzere büyük İtalyan politikacılarının da düşüşüne yol açtı. Bu kampanyanın yansımaları İtalyan siyasal dokusunun değişimne neden oldu. Hıristiyan Demokratlar düşüşe geçti. Birçoğu bu durumu ilk İtalyan Cumhuriyeti’nin sonu olarak gördü.
İtalyan siyasetinde yeni bir değişime işaret eden bir sonraki isim Forza İtalia (Haydi İtalya) adında bir siyasi parti kuran işadamı Silvio Berlusconi’ydi. Büyük bir medya imparatorluğuna sahip şövalye unvanlı bu kişi, İtalyan siyasal hayatındaki klasik başbakan imajını değiştirdi. Komünistlere karşı düşmanlık sloganları attı. Ardından kendi kendini bir çukura sürükledi, peşi peşine suçlamaların hedefi haline geldi ve bir anlamda politik felç geçirdi. Bazıları bu durumu İkinci İtalyan Cumhuriyeti’nin sonu olarak gördü.
Bu yılki seçimler farklı renklere sahip politik güçler üretti. Hiçbir parti hükümet kurabilecek bir çoğunluk elde edemedi. Bu İtalya iin yeni bir durum değildir. Yeni olan, yüksek oranlar elde etmiş kuvvetler arasındaki uyumsuzluk ve çatışma halidir. Diğer yeni özellik de seçim sonuçlarındaki coğrafi renkliliktir…
Kuzey Ligi, Demokrat Parti ve Forza Italia’yı da içeren merkez sağ yüzde 37, merkez sol yüzde 24 ve 5 Yıldız Hareketi (M5S) tek başına yüzde 32 oy aldı.
Bu seçimlerde ideolojik sloganlar ve fikri kamplaştırmalar yoktu. Seçim kampanyalarına sadece ekonomik ve coğrafi unsurlar hâkimdi. Kuruluşundan bu yana kuzeyin bölgesel sesini yükselten Kuzey Ligi söylemlerinden geri adım attı ve İtalya’nın kuzeyinin üretim, sanayi ve ekonomik gücün merkezi olduğu gerçeğinden yola çıkarak geniş bir yerel yönetim çağrısı yaptı. Parti, ilk kez olarak İtalya’nın merkezinden ve güneyinden de oy alabildi.Kuzey Ligi, Avrupa Birliği’nden çıkış tezini fazla seslendirmedi. Yerine Brüksel’e daha az bağımlılık tezini koydu ve İtalya’nın kendine has ekonomik politikaları olması gerektiğine vurgu yaptı. Seçimlerde yüzde 18 gibi yüksek bir oy oranı kaydeden Kuzey Ligi, merkez sağ blokta önemli bir yere sahip oldu. Genç lider Matteo Salvini’nin bir sonraki hükümeti yönetmeye aday olduğunu söylemesi kazandığı gücün de delili niteliğindeydi.
Bu seçimlerde siyasi arenayı sarsan yeni gelişme, komedyen Beppe Grillo önderliğindeki 5 Yıldız Hareketi’nin (M5S) hiçbir ittifakın içinde yer almamasına rağmen yüzde 32 oy alabilmiş olmasıydı. Tam bir halk hareketi olan Beş Yıldız, geçmiş yıllarda politik hayatta egemen olan unsurları ve politik figürleri kaldırarak siyasal sistemi değiştirmeye yönelik sloganlar üretti. Oyların çoğunluğunu güneyden, merkezden ve az da olsa diğer bölgelerden aldı. Avrupa Birliği’ne karşı soğuk bir duruş sergileyen Hareket, Rusya’ya uygulanan Avrupa yaptırımlarına da rezerv koyuyor. Ayrıca Filistin davasına güçlü desteğini ilan ederek Filistin devletinin tanınmasını talep ediyor. Mültecilere yönelik ırkçı uygulamaları da reddediyor. Bu yüksek oran Beş Yıldız Hareketi Başkanı Di Maio’nun bir sonraki hükümetin başkanlığını talep etmesine yol açtı.
Seçimin en fazla kaybedenlerinden biri hükümeti önceki dönemde yöneten ve yüzde 20 oy alabilen merkez sağ bloktan Renzi liderliğindeki Demokrat Parti oldu. Renzi sadece Senato üyesi olacağını ve hükümet kurulduktan sonra parti liderliğini bırakacağını açıkladı.
Kaybedenlerin lideri ise seçim kampanyası sırasında kendini mutlak galip ilan eden Forza İtalia partisinin lideri Silvio Berlusconi’ydi. Birçok kişi İtalyanların haykırdığı sorunları çözme adına verdiği çılgın vaatlere bakarak bunu başarabileceğini düşündü. Berlusconi’nin Forza İtalia’sı yüzde 14 ile orta sağ bloktaki en düşük oyu kazandı. Berlusconi başbakanlığa geri dönmek istemiyor, zira bunu yapmasını engelleyen yargı kararları var.
Peki, İtalya’yı kim yönetecek?
İtalya’daki son parlamento seçimleri siyasi ve ekonomik tıkanıklıkara bir çözüm üretmedi. Üstelik bir sorun daha ekledi. Ülke, işsizlik, ağır kamu borcu, göç baskısı ve camideki göçmenlere saldırılar ve yakma eylemleri noktasına ulaşmış yükselen ırkçılıkla boğuşuyor. Bloklar ve siyasi partiler arasında ciddi bir siyasi çatışma ve gerilim var. Beş Yıldız Hareketi, sağın merkezi ile koalisyon kurmayı reddediyor ve bu iki parti en büyük oyu alan iki siyasi organı temsil ediyor.
Sağ kanattaki Kuzey Ligi’nin lideri Matteo Salvini hükümete başkanlık etmek istiyor. Beş Yıldız Hareketi’nin lideri Di Maio, başkanlık için en uygun aday olarak kendini görüyor. Parti programları birbirinden oldukça farklı… Önümüzdeki günlerde Meclis ve Senato başkanları seçildiğinde, partilerin eğilimlerini belli edecek göstergeler ortaya çıkacak.
Cumhurbaşkanı, anayasanın kendisine verdiği yetkiyle Başbakan’ı atayacak. Ancak asıl soru şu: Ekonomik kriz, özellikle de işsizlik, yolsuzluk ve kamu borçları ile başa çıkabilme kapasitesine sahip bir İtalyan hükümeti kurulabilecek mi? Daha da önemlisi başarıya odaklı bir cumhuriyetin ve mirasçı bürokratik iftiraların ötesine geçen modern bir yönetimin kurulma ihtimali var mı?
İtalya, başka bir başlık altında geri dönebilmek için geçmişinden ayrılıyor. Cumhuriyet bekleniyor ve her aday bunu kendisinin getireceğini söylüyor. Aday kazanıyor ve seçmen bekliyor. Ancak Cumhuriyet gelmiyor…