Ortadoğu’daki siyasi ve askeri durum sürekli değişiyor. Bu değişiklikleri takip etmek dahi kolay değildir; çünkü eskiler yenilere karışmış durumda, düşmanlık ve rekabeti birbirinden ayırmak da iyice güçleşti. Bu durum bölge için yeni bir şey değil, ancak yapılması gereken şey, ne türden karışıklık ve değişiklik olursa olsun, takip edip iyice gözlemlemektir. İddia edilen “Arap Baharı” sonrasında Ortadoğu’nun siyasi ve stratejik olarak durumu iki kavrama dayanıyordu: İlk olarak, Devlet içindeki çelişkiler ve çatışmalar diğer bölgesel çatışmalardan daha şiddetli ve kanlı idi. Birden fazla ülkeye iç savaş yayılmıştı; Suriye, Irak, Yemen ve Libya en bariz örneklerdir. Diğer ülkelerde ise sert gerginlikler yaşandı; ya Bahreyn’de olduğu gibi müdahale ile sonuçlandı ya da Mısır’da olduğu gibi silahlı kuvvetler tarafından yönetime el kondu. Her halükarda, şiddet sahneleri ve devletin içindeki keskin tepkiler siyasi, ekonomik, mezhepsel ve etnik bir nitelik taşıyordu ve dışarıdan gelen şey ise, seferberlik, kitleleri hareke geçirme ve çatışma kapasitesine sahip iç dinamiklere bağımlı kalmaktı. İkincisi, devlet, belki de yukarıdaki nedenlerden ötürü, bölgesel ilişkilerde kilit rol oynayan bir aktör olarak etkisi azalmış ve radikal Müslüman Kardeşler (İhvan), El Kaide, DEAŞ ve türevleri gibi devlet olmayan aktörler ortaya çıkmıştır. Bu “kukla yapıların” en önemli özelliği, ülkeler arasında faaliyet göstermeleri ve kendi özel tasavvurlarında devlet fikrine sahip olmalarıydı. Hatta DEAŞ, Irak-Suriye sınırında küçük bir “devlet” ilan etmiş ve Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana bölgede yerleşmiş jeopolitiğe meydan okumuştur. Bu yeni aktörlerdeki şaşırtıcı durum, aralarındaki ideolojik ve inanç birlikteliğinin, El Kaide ile DEAŞ ve ikisi ile Müslüman Kardeşler arasındaki kanlı çatışmaları önlemeye yetmemesiydi.
Ortadoğu’da yaşanan durum, iç savaşlar bazen “gerilimin azaltılması” bazen de “yatıştırma” ve “ateşkes” olarak adlandırılan durumlara sahne oldu. Ve neredeyse hepsinde bölgesel devletleri kapsayan karmaşık bir diplomatik süreç yaşandı. ABD, BM ve Rusya bu sürecin bir parçası oldular. Öte yandan radikal hareketler güç kaybına uğradılar. Müslüman Kardeşler(İhvan), Mısır’daki temel üssünü kaybetti, El Kaide çeşitli bölgelerden atıldı ve “DEAŞ” sahip olduğu devletçiğini sağlamlaştıramadan kaybetti ve tam bir hezimete uğradı. Tüm bu aktörler tamamen ortadan kaldırılmadı, yok edilmedi ve halen bölgesel arenada çalışıyorlar, ancak olan şey, devletler kendilerini tekrar kanıtladılar ve yeniden öne çıktılar. Irak’ın ABD’den aldığı yardımla DEAŞ’ı yenmesi, yeni bir nefes almasını sağladı. Kürtler, bağımsızlıklarını referanduma sunduklarında ortaya çıkan krizin yönetilmesi bu şekilde kolaylaşmış oldu. Ve bu girişim hızla başarısız oldu ve Kürtler müzakereler masasına geri döndüler. Beşşar Esed’in Suriye devleti Arap Ligi’nden çıkarılmıştı ve Baas rejiminin devirilmesi, tezlerin ve müzakerelerin vazgeçilmez bir parçasıydı. Rus yardımı ile içeride ve dışarıda yeniden belirleyici bir aktör haline geldi. İlk defa Amerikalılar ve Ruslar, Suriye devletinin egemen bir devlet olarak kalmasına razı oldular. Devletin biçimi ve diğer ayrıntılar müzakerelerle belirlenecek diğer meselelerdir.
Bölgesel Devletler, bölgedeki askeri müdahalelerini arttırdılar; Son yıllarda İran büyük oranda sınır ötesi aktörlerini kullandı. Bazen bunu Şii inancı adına, bazen de etnik saiklerle gerçekleştirdi. Irak’ta Haşdi Şabi’yi, Lübnan ve Suriye’de Hizbullah’ı, Yemen’de ise Husi’leri kullandı. Şimdi, İran artık sadece yerel aktörlere yardım ve destek sağlıyor; ancak Irak, Suriye ve Lübnan toprakları üzerinden kendisine İsrail’le sınır sağlamaya yönelik bir askeri koridor oluşturmak için Devrim Muhafızlarıyla müdahale ediyor. Bu hareketin amacı sadece Filistin davasında tekrar rol almak değil, aynı zamanda ABD’nin İran’a karşı olan yaklaşımını yumuşatmak ve onunla olan nükleer anlaşmanın devamını sağlamak için ABD’ye karşı bir baskı alanı yaratmaktır. Öte yandan Türkiye, “DEAŞ” ile savaşın devam ettiği bir süreçte, DEAŞ ile savaşan Kürt güçlerini zayıflatmak için askeri gücünün bir kısmını bu yönde tahsis etti. Aynı zamanda ABD, Türkiye’nin terör örgütü olarak gördüğü PKK’ya güvenli alanlar ve malzemeler temin ediyor. “DEAŞ” ın yenilgisiyle birlikte, Recep Tayyip Erdoğan, Kürtleri Türkiye’nin ulusal güvenliğini tehdit eden bir unsur olarak görmesinden dolayı, Türkiye’nin jeopolitiği de, askeri ve saldırgan bir yaklaşım benimsemiştir. Buradan, Afrin’e müdahale ederken, Mısır-Kıbrıs sınırının sınırlandırılması konusundaki Sözleşmeyi reddederek ve İtalyan şirket Eni’nin bölgedeki petrol arama faaliyetlerini devam ettirmesini engelleyerek doğu Akdeniz’den doğal gaz çıkarılması konusuna da müdahale etmektedir.
Yavaş yavaş Ortadoğu, daha önce olduğu konuma geri döndü. Jeopolitik endişeler bölgedeki güvenlik meselesine hâkim olmaya başladı. Yemen iç savaşı artık bir İç Savaş değil, Suudi Arabistan liderliğindeki Arap koalisyon güçlerine karşı bir İran müdahalesidir. İsrail, bölgedeki ülkelerin başına gelenler için yıllarca mutluluk duyduktan sonra kendisini aniden ve alışık olmadığı bir şekilde Suriye ile mücadele derken buldu. İran’ın “Dron”uçaklarıyla askeri olarak karşı karşıya geldi. Ardından bir İran askeri üssünü bombaladı ve sonrasında bir İsrail uçağı düştü. Suriye meselesi artık El Nusra cephesi, DEAŞ ya da Müslüman Kardeşler (İhvan) meselesi olmaktan çıkmıştır. Suriye ve Lübnan’ın kimin hâkimiyeti altına gireceği hususunda İsrail-İran çatışmasından ibarettir. Mısır, askeri gücü kullanmanın başka bir yolunu seçti. Bu aşamada kırmızı çizgiler üzerinden açık güvenlik mesajları gönderilmesine dayanan bir strateji benimsemiş durumda…
“2018 Sina Operasyonu” Mısır’ın yeniden inşa edilmesine hazırlık mesabesinde olduğu gibi Sina’daki terör kalıntılarının tasfiye edilmesini de sağlamıştır. Ancak, deniz kanunları ve Kıbrıs Rum Devletinin uluslararası alanda tanınması temelinde kurulan realite mucibince herhangi bir Türk müdahalesi de kabul edilmeyecektir. “2018 Sina” deniz tatbikatında ise Mısır deniz kuvvetlerinin, denizden denize uzun menzilli füze denemeleri, Ankara’da ilgi duyanlara mesaj niteliğinde manevralardı.
Tüm bu bölgesel hareketler, öncelikle bölgenin jeopolitiği üzerinden yürümektedir ki bu da 2018 koşullarının bir neticesidir. Zira İran nükleer anlaşmasının sonuçları, İran’ın niyetlerine ilişkin şüpheler, ABD’nin yeni bir başkan seçmesi üst üste gelmiş ve jeopolitik stratejiler çakışmıştır. Başka bir alandaki çatışma da, Doğu Akdeniz bölgesinde bulunan gaz buluntularıdır. Mısır ekonomi bölgesinde bulunan gazın üretimine fiilen başlanmış durumdadır. Jeopolitik, tüm güvenlik ve ekonomik etkileri ile bir kez daha ülkelerin ulusal çıkarlarını yeniden tanımlamış ve 2018’de Ortadoğu’yu 2011’den farklı kılmıştır. Bekleyelim ve neyin siyasi ve askeri olarak gerçekleşeceğini hep beraber görelim!