Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Kaddafi Sirte’ye ölüme gitti’ | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Libya’nın devrik lideri Muammer el-Kaddafi döneminde Vakıflar Genel Kurulu Müsteşarlığı görevini yürüten Ali Ebu Savva, Başkent Trablus’un 2011 yazında Libyalı devrimciler tarafından ele geçirilmesiyle tutuklanmasının ardından, Trablus’taki birçok hapishanede tutuklu bulundu. Ebu Savva, bu dönemde en uzun kaldığı hapishane olan Hadba Hapishanesi’nde, Kaddafi döneminin İstihbarat Başkanı Abdullah el-Senusi, Dış Güvenlik Başkanı Ebu Zeyd Durda, Kaddafi döneminin son Başbakanı Bağdadi el-Mahmudi ve Kaddafi’nin büyük oğlu Sadi el-Kaddafi gibi üst düzey yetkilileriyle hapishane hayatı yaşadı.

Ebu Savva, 2011’in Ramazan ayında, Libyalı devrimcilerin Trablus’u ele geçirmesinin ardından Trablus havalimanı yakınlarındaki evinde tutuklandı. Yargılandıktan sonra devrime düşmanlık suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırılan Ebu Savva, çeşitli hapishanelerde 5 yıl 8 aylık bir tutukluluk dönemi geçirdikten sonra serbest bırakıldı. Hapishaneden çıktıktan sonra Mısır’ın Başkenti Kahire’ye gelen Ebu Savva, burada, Şarku’l Avsat gazetesine hapishane günlerine dair bir röportaj verdi.

Kaddafi’nin devrilmesinin altıncı yıldönümü olan bugünlerde, ilk kez Kaddafi’nin devlet yetkilileriyle yaptığı son toplantıya dair bilgileri aktaran Ebu Savva, Trablus’un düşmesiyle Sirte’nin güney yolunu kullanarak Beni Velid kentine geçen Kaddafi’nin askeri liderleriyle yaptığı toplantıda, “Gitmek isteyen gidebilir. Hiçbirinizi savaşa devam etmeniz için zorlamayacağız” dediğini aktardı.

Ebu Savva’nın anlattığına göre, Kaddafi, Trablus’un devrimciler tarafından ele geçirildiği gün kentten hızlı bir şekilde çıkma kararı almıştı. Kaddafi’nin doktor kızı Hana el-Kaddafi, o esnada, yaralanan bir subayı ameliyat ediyordu. Askerler, onu ameliyathaneden çıkarmak için hemen yanına gittiler. Kaddafi, Beni Velid kabilelerinden biri olan Verfele kabilesinin önde gelenlerinden biri olan ve Nato’nun Libya’ya müdahale etmesinden evvel Bingazi’yi ele geçirerek devrimi bitirmek için Bingazi’ye giden askeri konvoyun Fransız savaş uçaklarının saldırısıyla hayatını kaybeden Şeyh Cibran el-Cibran’ı çok seviyor ve ona güveniyordu. Bu yüzden, kızı ve ailesinin ülkeden ayrılmadan önce Şeyh Cibran’ın evinde saklanmasını istedi.

Kaddafi’nin Şeyh Cibran ve Verfele kabilesine büyük bir hürmet duyduğunu ve Şeyh Cibran’ın Kaddafi’ye oldukça yakın birisi olduğunu söyleyen Ebu Savva, “Kaddafi, ailesinin özellikle Şeyh Cibran’ın evinde saklanmasını istiyordu. Beni Velid’de bulunan Şeyh Cibran’ın evi kentin düşmesinden sonra isyancılar tarafından yakıldı” şeklinde konuştu.

Hadba Hapishanesi’nde, zor şartlar altında ilk zamanlarda tek kişilik hücrelerde tutulduğunu ve işkencelere maruz kaldığını söyleyen Ebu Savva, sonraları 2-3 üst düzey yetkiliyle aynı hücreyi paylaştığını anlatıyor. Kaddafi’nin devrilmesinden sonra ülkeden kaçan Eski İstihbarat Başkanı Abdullah el-Senusi’nin tutuklandıktan sonra Hadba Hapishanesi’ne getirildiğini söyleyen Ebu Savva, Senusi’nin ise tek kişilik hücrede zor şartlarda tutulduğunu ifade etti.

Kaddafi döneminin etkili isimlerinden Abdullah el-Senusi, Trablus’un düşmesinden sonra Çad’a kaçmış, buradan önce Nijer’e sonra da Mali üzerinden Fas’a ulaşmıştı. Fas hükümeti, Senusi’den ülkeyi terk etmesini isteyince de Moritanya’ya sığınmıştı. Senusi, Moritanya’da gözaltına alınmasından kısa bir süre sonra Libya’ya iade edilmiş ve Hadba Hapishanesi’nde Ebu Savva ile birlikte tutulmuştu.

Ebu Savva, Senusi ile hapishane günlerini anlatmadan önce onun nasıl Libya’dan ayrıldığını şöyle anlatıyor; “Başta anlattığın Kaddafi’nin son toplantısından sonra Senusi ve Kaddafi ayrılmışlardı. Senusi, daha sonra Kaddafi’yi en son Sirte’de gördü. O günlerde Cufra’da bulunan Senusi, Kaddafi ile oğlu Hamis el-Kaddafi’nin öldürüldüğünü bildirmek üzere Sirte’deki 2 numaralı semtte buluştu. Aslında o gün sadece Hamis ölmemişti. Hamis ile aynı zırhlı araçta bulunan Senusi’nin Muhammed Abdullah el-Senusi de araçlarına düzenlenen hava saldırısında hayatını kaybetmişti. Hamis el-Kaddafi ve Muhammed Abdullah el-Senusi Beni Velid’de öldürülmüş ve burada gömülmüştü.”

Ebu Savva, Senusi ile hapishanede nasıl konuşma imkanı yakaladığını anlatırken, hapishane şartlarına dair şöyle bilgi verdi; “Bugün Hadba Hapishanesi adıyla bilinen hapishane, önceleri Polis Akademisi Kampüsü’ydü. Libya İslami Savaş Cemaati burayı iki ay içerisinde büyük bir hapishaneye çevirdi. Burayı hapishane yapmalarının sebebi Akademi’nin Tablus’un merkezinde iyi korunan bir yerde olmasından kaynaklanıyordu. Bu hapishanede Sadi el-Kaddafi ve Abdullah el-Senusi gibi Kaddafi döneminin üst düzey yetkilileri tutuluyordu. Akademi’nin altında başka bir hapishane daha kuruldu. El-Hafra (Çukur) olarak isimlendirilen bu hapishane dış dünyadan tamamen kopuk, karanlık ve dar bir hapishaneydi.”

Hadba Hapishanesi’nde geçirdiği zor günleri anlatan Ebu Savva, sözlerini şöyle sürdürdü;

“El-Hafra hapishanesi, tam bir işkence alanıydı. Abdullah el-Senusi, bu hapishanede iki yıl boyunca tutuldu. Hapishane karanlık bir yerdi ve dışardan hiçbir ses duyulmuyordu. İnsani ihtiyaçların giderilmesi için küçük bir tuvalet ve banyo vardı. Tuvalet o kadar küçüktü ki bir kişi ihtiyacını gidermek için büyük zorlukla içeri giriyordu. Abdullah el-Senusi, bu hapishanedeki küçük bir hücrede tutuluyordu ve işkencelere uğruyordu. Savcı, Senusi’nin hapishane şartlarının iyileştirilmesini kararlaştırınca Senusi’yi oradan çıkarıp Polis Akademisindeki bir hücreye koydular, ertesi gün de yer altı hapishanesindeki diğer mahkumlarda yukarı çıkarıldı. Başlangıçta hapishane şartları iyiydi ama Libya İslami Savaş Cemaati hapishaneyi yönetmeye başlayınca şartlar ağırlaştı. Senusi ile hiç kimsenin konuşmasına izin vermiyorlardı ama zamanla bazı kolaylıklar oldu. Geceleri Senusi ile duvarların yanından konuşabiliyorduk. Benim tutulduğum hücre Senusi’nin hücresine yakındı. 4 ay boyunca durumumuz böyle devam etti ve onunla uzun uzun konuşma fırsatı yakaladım. Senusi tek başınaydı ama benimle birlikte Dış Güvenlik Teknik İşler Müdürü el-Şeybani Abdusselam ve Abdullah Salih adında bir subayda bulunuyordu. Abdusselam daha sonra serbest bırakıldı ama Abdullah 4 yıldır haksız yere tutuluyor.”

Ebu Savva’nın anlattığına göre, Abdullah Salih, Kaddafi’nin seyahatlerinde onun kişisel eşyalarının ve kurduğu çadırın güvenliğinden sorumluydu. Hapishane yönetimi bu yüzden ondan bilgi almak için şiddetli işkencelere tabi tuttular. Mısrate’de 4 yıl hapis tutulan Salih daha sonra Hadba Hapishanesi’ne getirilmiş.

Salih, Ebu Savva’ya, Kaddafi ile ilgili ilgi çekici bilgiler vermiş. Ebu Savva’nın Salih’ten aktardığına göre, Kaddafi, kendisini ziyaret eden bazı yetkililerle dinlenmekten korktuğu için birçok kez ev dışında Çölde kurdurduğu çadırlarda ya da açık alanda görüşmüş.

Ebu Savva, bu konuda Salih ile yaptığı konuşmaların birinde aralarında geçen diyaloğu şöyle anlattı;

“Bir keresinde Abdullah’a, Kaddafi’nin çadırda neden 25 dinar etmeyecek plastik taburelere oturduğunu ve misafirlerini de o taburelere oturttuğunu sordum. Bana, çünkü Kaddafi’nin bu konuda özel bir düşüncesi vardı. Kaddafi’nin böyle basit tabureler kullanmasının sebebi bu taburelere dinleme cihazı vb aletler yerleştirilmesinin imkansız olmasından kaynaklanıyordu. Kendisi, yaptığı görüşmelerin gizliliğine çok önem veriyordu cevabını verdi.”

Kaddafi’nin oğlu Sadi el-Kaddafi ile de uzun zaman geçiren Ebu Savva, Sadi el-Kaddafi hakkında da şunları söyledi;

“Sadi el-Kaddafi hapishanede her zaman yalnız kalmayı tercih ederdi. Onunla herkesten çok konuşurdum. Sorduğum her soruya cevap verirdi. Kendisi dindar biriydi babasına yardım etmişti ama son ana kadar silah taşımamıştı. Rejim yıkılınca kurtarabileceğini kurtarmak için askeri işlere karıştı. Onunla yaptığım konuşmaların çoğu dini meseleler, akide, usul ve fıkıh üzerineydi. Hatta Sarf ve Nahiv kuralları dersi bile yaptık. Sadi el-Kaddafi, her zaman yalnız kalırdı. Yanında birileri olduğu zamanlarda bile tek başına oturmak isterdi. Hapishanede çok tek kişilik hücre cezasına çarptırıldı. Hapishane Müdürü Halid el-Şerif’in anlaşma teklifine karşı sert bir tavır takınıyordu. Halid Şerif, Libya İslami Savaş Cemaati’nin ikinci askeri adamıydı. Sadi el-Kaddafi’nin, anlaşmaya dair Abdullah el-Senusi ve Bağdadi el-Mahmudi gibi isimlerden farklı görüşlere sahipti. Anlaşma için öncelikle serbest bırakılmamız gerektiği gibi şartlar ileri sürüyordu.”

Ebu Zeyd Durda’nın, Libya İslami Savaş Cemaati’ne karşı en sert tavır takınan kişi olduğunu ifade eden Ebu Savva, onun hakkında, “Asla taviz vermezdi. O Anlaşma fikrini kabul ederdi ama kiminle anlaşacağız? diye sorardı. Zira ona göre Libya’yı yönetenler kendi aralarında bölünmüştü. Anlaşma yapılacak bir lider de yoktu” şeklinde konuştu.

Ebu Savva, Ebu Zeyd Durda hakkındaki sözlerini şöyle sürdürdü;

“Bir keresinde Ebu Durda, kendisiyle anlaşma konusunu konuşmak isteyen Libya İslami Savaş Cemaati yetkililerine, siz batıl bir fikre sahipsiniz. Sizinle diyalog kurmak imkansız. Biz sizi daha önce hapishanelerden çıkardık, sizi affettik ve sizlere mal verdik. Siz de yapacağınızı yaptınız işte. Sizinle sonu belli bir tecrübe daha yaşamayı kabul etmemiz imkansız dedi. Bu sözlerinden dolayı tek kişilik hücreye atılarak sözlerinin bedelini ağır ödedi. Ona hakaret ettiler ve ağır işkence ettiler.”

Ebu Savva, Eski Başbakan Bağdadi el-Mahmudi’nin ise sağlık durumunun iyi olmadığını söylüyor. “Bağdadi el-Mahmudi hastaydı. Buna rağmen akıl almaz işkencelere uğradı” diyen Ebu Savva, sözlerini şöyle devam etti;

“Ona tuvaletleri ve koridorları temizletiyorlardı. Ona her şeyi yaptırabileceklerini biliyordu. Kendisine hapishanenin sağlıklı olmayan ortamında karın ameliyatı yaptılar. Libya İslami Savaş Cemaati, hapishaneye çok yakın bir mesafedeki sağlık merkezine götürülmesini bile kabul etmedi. Karın ve ciğerinde sorunlar vardı buna rağmen hastaneye kaldırmayıp onu hapishanede ameliyat ettiler.”

Hadba Hapishanesi’nde kendilerine yapılan sorgulara dair de bilgi veren Ebu Savva, yapılan sorgularda, Katar’dan gelen bazı kişilerin de bulunduğunu söylüyor. Ebu Savva, “Katarlılar, hapishaneye gelerek sorgulara katılıyordu. Belki mahkumlarla doğrudan iletişim kurmuyorlardı ama amaçları belliydi” ifadelerini kullanarak, 2014 yılı başında, hapishanedeki tek kişilik hücresinden iki genç Katarlı subayın, Libya İslami Savaş Cemaati üyeleriyle birlikte hapishaneye geldiğini ama hapishanede tam olarak ne yaptıklarını bilmediğini dile getiriyor.

Ebu Savva’ya göre Katarlıların hapishanelere gelmelerinin sebebi, Libya’daki arşivlerin Katar’a taşınmasıydı. “Eskiden Kaddafi’ye bağlı bir subay olan ama daha sonra isyancıların safına geçen bir Subay bana bir kamyon dolusu belgeyi Katar’a götürdüğünü söyledi. Ebu Zeyd Durda ile konuştuğumda bana o belgelerin yakılması kararlaştırılmıştı ama Trablus ani bir şekilde düşünce arşivleri yakmaya fırsat bulamadık dedi” ifadelerini kullandı.

Kendisiyle birlikte hapiste olan Kaddafi döneminin Dış Güvenlik Başkanı El-Şeybani Abdusselam hakkında da konuşan Ebu Savva, “Hasta olmasına rağmen onlarla yardımlaşmadı ve bilgi vermeyi reddetti. Göğsünden hasta olduğu için işkence altında ölmesinden çekinerek ona işkence etmiyorlardı ama ettikleri hakaret ve küfürlerin haddi hesabı yoktu. Onu bir gün boyunca merdiven korkuluklarına bağladılar çözdüklerinde artık oturacak mecali yoktu” cümlelerini kullandı.

Ebu Savva’nın aktardığına göre, el-Hadba Hapishanesi’nin altına kurulan el-Hufra Hapishanesi tam bir işkence üssü. Ebu Savva, el-Hufra Hapishanesi’ndeki işkence yöntemlerini şöyle anlattı;

“Bazı mahkumların işkence altında ölmesinin ardından mahkumların dövülmemesine dair bir karar verildi. Bu kez de farklı işkence yollarına başvurdular. Bazen 3 ya da 5 kişinin sığabileceği hücrelere 20 kişi dolduruyorlardı ve bu mahkumları susuz ve aç bırakıyorlardı. Yaptıkları işkencelerle mahkumlara istedikleri şeyleri söylemekten başka bir alternatif bırakmıyorlardı.”

Kaddafi döneminde Lübnan’daki Şii Dini Mercii Musa Sadr’a yönelik suikastten sorumlu tutulan bir Subayında aralarında bulunduğu 4 kişinin hapishanede işkenceyle öldürüldüğüne tanıklık ettiğini anlatan Ebu Savva, Musa Sadr suikastinden sorumlu tutulan Subayın isminin Muhammed el-Varakine’nin olduğunu dile getirdi. İşkence altında öldürülen diğer kişinin Habib adındaki bir Jandarma Albayı olduğunu, Ebu Bekir Mumin adlı bir General’in ise hastalığının ihmal edilmesi nedeniyle hapishanede öldüğünü sözlerine ekledi.