Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kafe filozofları ve hayalperestler tarafından yazılan 1968 efsanesi | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Londra: Nada Hadid

Dünya Soğuk Savaş’ın yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışırken Fransızlar 1968 yılında her zamanki zarafetleriyle diğerlerinin arasından sıyrıldı…

1968 yılının 11-12 Mayıs tarihlerinde ‘Barikatlar Gecesi’ olarak isimlendirilen olaylar, 1789 Fransız Devrimi, 1871 Paris Komünü ve İkinci Dünya Savaşı sırasında 1944’te Paris’in Kurtuluşu gibi Fransa tarihinin en önemli dönüm noktalarını neredeyse geride bıraktı.

Fransız güvenlik güçleri, Saint-Michel Bulvarı’nda gösteriler yapan öğrencilerin olduğu özgür bölgenin etrafını barikatlarla kuşattı. Olaylar hızla bastırıldı. Öğrencilere destek veren işçiler greve başladı. Barikatlar Gecesi sonrasında üç hafta süren grevler yönetimle yapılan anlaşma ile sona erdi. Ancak o dönemi belgeleyen görüntüler, tüm dünyanın toplu halde yaşadığı bir anıya dönüştü.

Her ne kadar tüm dünyada nesilden nesile sürekli farklı duygular aktarılsa da ebeveynler kuşağı, sağcı kanat ahmaklığı, erkeksi kültürler ve kökten ırkçılık gibi tüm güç yapılarının kaybolduğu bir yaz gününe uyanabilirsiniz. Oysa Paris’teki Barikatlar Gecesi sadece Batıdaki kapitalist toplumlarda bulunan azınlık ve çoğunluklar arasında yaşanan yerel çatışmaların ömrünü 10 yıl kısaltan bir sembol olduğu gerçeğinden ibaret.

1968 olayları hızlı bir şekilde kitaplara, araştırma çalışmaları ve anılara dönüştü. Özellikle Fransa ve İngiltere’deki konuya dair yapılan çalışmaların çoğu 1968 efsanesini aşkın bakış açısıyla kaleme alan elitler, filozoflar veya hayalperestlere aitti. Ancak bu kaynakların çoğu bölünmüş Almanya ve daha sonra da genel olarak Doğu Avrupa’yı kuşatan kaynaşmayı göz ardı etmişlerdi. Bu durum belki de, ‘Prag Baharı’ olaylarına yoğun bir şekilde ışık tutması dışında, Batı’nın tek düşmanı olarak Sovyetler Birliği’ni kınama fırsatı da veriyordu.

1968, Fransa’nın kuzeydoğusundaki sınırın karşısında bulunan Almanya’nın modern tarihine not düşülen olağanüstü bir ayrılığın yılı olarak kabul edilir. Almanya’yı doğu ve batı olarak ikiye bölen Soğuk Savaş’ın sembolü Berlin Duvarı’nın inşasının bittiği ve yeni bir ruhun başladığı 1968 yılının üzerinden tam 50 yıl geçti. 1989’da duvarın yıkılmasıyla Doğu ve Batı Almanya yeniden birleşti.

1968 atmosferinde, Berlin’in batısındaki öğrenciler, Fransa’daki mayıs olaylarından çok daha uzun süren fırtınalı protesto gösterilerine başladı. Alman toplumunun yaşam tarzı ve kültürü bu olaylardan daha derinden etkilendi. Bazen şiddete varan aşırılıklar gösteren, küresel mücadelelerle uğraşan aşırı solcu bir kesim yetişti. Diğer batı Avrupa devletlerinin deneyimlerine sahip olmayan Almanya’da işçi sınıfı arasında grevler, fabrikaların işgali ve hatta anarşist öğrenci gösterilerine katılım gibi aktif bir dayanışma yoktu.

Doğu Almanya yetkilileri, 1961’de Berlin Duvarı’nın inşa edilmeye başlanmasıyla, batı tarafındaki öğrencilerin doğu tarafına geçişini engellemeleri ile övünüyorlardı. Aynı şekilde Doğu Almanya’daki öğrenciler Stalinist yönetim tarzının bazı cazip deneyimleri olmasına rağmen özgürce hareket edebilme kabiliyetlerini kaybetmişlerdi. Teorik olarak, küresel emperyalizmle mücadele eden Doğu Almanyalı öğrenciler, halkların mücadelelerini destekleyen ve daha önce sahip olmadıkları kadın haklarını onlara sunan faşizmin ve Nazizmin galipleriydiler. Ancak Almanya’nın doğusu ve batısı arasındaki çatışma veya ayrılma nedeninin nesiller arası bir entelektüel boşluk olduğu söylenemez.

Bununla birlikte 1968 yılında devrimci zihniyet farklılıklarıyla, Doğu Almanya’daki gençler, Paris’in Barikatlar Gecesi’nden daha çok Prag Baharı’ndan etkilendi. Herkes Sovyetler Birliği tanklarının saatlerce Çekoslovakya’nın başkenti Prag’ı nasıl işgal ettiğini ve ülkedeki komünist iktidarı yok etme girişimini izledi. Fakat Doğu Almanya’daki karşıtlık, üniversitelerde ve caddelerde değil, kültür sahnesindeydi. Macar düşünür Georg Lukacs tarafından başlatılan sosyalist gerçekçilik akımını takip eden şairler, müzisyenler, yazarlar ve sanatçılar Sovyetler Birliği’nin desteğiyle yetkili makamlara yönelik karşıtlığın öncüsü haline geldiler.

İsyancı hareketlerin pencerelerinden birinde Batı Avrupa’da büyüyen modern edebi ve sanat akımlarının yasak meyvelerini tatmak vardı. Alman Yahudisi, roman yazarı Franz Kafka’nın sanat ve eserlerinde kullandığı sürrealist akım tarafından yönetiliyordu. Kafka’nın çağdaş Doğu toplumlarında bireyin iç çatışmalarıyla başa çıkabilmesine dair  kaleme aldığı yazıları, son çalışmalarını hevesle okuyan Doğu Avrupalı gençlerin kalbinde derin hisler bıraktı. Bu döneme ait tarihi kaynaklar, Kafka’nın Doğu Avrupa’daki eğitimli halkın kültürünün bir parçasını oluşturduğunu göstermektedir. Kafka özellikle Doğu Almanya’da sosyalist sistem arasında bir devrimci gibi dolaşıyordu.

Macar düşünür Lukacs başlattığı sosyalist gerçekçilik akımını sürrealizm ve Kafka ile birlikte açıklıyordu. O zamanlar iktidarda olan Sovyetler Birliği Komünist Partisi (SBKP) Merkez Komitesi, Kafka’nın yazılarının, özellikle sosyalist hükümetlere karşı çıkan gençlerin neredeyse tek ortak noktası olduğu ve kendileri önünde bir engel teşkil ettiği kanaatine vardı. Diğer yandan Sosyalist Parti, 1963’te Prag yakınlarındaki Liplice’de ülkelerinin sosyalist gençlik üzerindeki olumsuz etkileriyle mücadele yollarını tartışmak üzere oluşan bir konferans düzenledi. Fakat Doğu Almanya heyeti yazılarının değerini küçümserken, yazarların genç nesil üzerinde hiçbir etkiye sahip olmadığını düşündü. Bürokratların kibirli tavrı, Kafka edebiyatının Doğu Avrupa gençleri arasında yayılmasına sebep oldu.

1968 Kafka’nın Lukacs’ı yendiği yıl oldu. Prag Baharı olaylarında onlarca kişinin ölmesi dışında dönemin otoritelerine karşı Doğu Avrupa’da büyük şiddet olayları yaşanmadı. Doğu Almanya’daki isyancılar Kafkacı olarak biliniyordu. Birçok kişi, pasif hayatı seçti. Bu nesil, Berlin Duvarı fırtınasını dindiren nesil oldu.

1968 yılında yaşanan olayların 50’nci yıl dönümünde, ilk dönemlerde yazıların genelinde bulunan pasif anlatım ve romantik resimler yerine tarihçiler artık Avrupa ve ABD’de 1960’larda yaşanan dönüşümleri daha sakin ve dengeli bir şekilde okuyabilirler. Böyle bir okumada, Paris’te barikatların ardındaki güvenlik güçlerine kaldırım taşları atan Fransızların görüntüleri yerine, parlak tarihsel evrenin simgesi olarak Franz Kafka’nın resmi ortaya çıkabilir. Bu durum 1968’den adil bir pay hak eden diğer halkların saygınlıklarını geri kazanmaları meselesine dönüşebilir. Her ne kadar George Lukacs çok yaşlı olsa da bir öfke dalgasına sebep olabilirdi.