Aslında Irak’ta hasta Leyla’yı tedavi eden Doktor Haydar el-İbadi ya da önümüzdeki birkaç gün içinde dünya haritasında yeniden belirecek olan ve ordular ile gönüllü milisler arasında yıkıcı savaşların yaşanacağı harap şehir Deyrizor hakkında yazmayı istiyordum.
Ancak vazgeçtim. Zira artık satırlar arasında ölçüsüzce söylenenlere tahammül edecek kadar güçlü değilim. Belki yaşımın ilerlemesinden, belki zayıflık belki korkudan; bilemiyorum. Bu kavuran yaz aylarında daha az yakıcı, daha önemsiz bir konu hakkında yazacağım: Kapitalizm ve Demokrasi. Bu ikisi yapışık ikiz mi yoksa düşman iki cengâver mi? Siyasi açılımlar iktisadi refahın doğal sonucu mu?
Arap toplumu kapitalizme sarıldı. Komünist Çin Partisi ve Kremlin efendisi demokrasiye ihtiyaç hissetmeden adım adım piyasa ekonomisine ve liberal ekonomiye inanır oldu. Arap toplumlarındaki fakir tabakalar, lüzumsuz çabalar olarak gördükleri demokrasi ile İslamcılık kadar ilgilenmiyorlar.
Küresel kapitalizm, Batı’nın trilyon dolarlarının, Arap dinarlarının ve İslam bankalarının dirhemlerinin kolayca aktarılmasından dolayı güçlendi ve demokrasi yolsuzluğunun olabildiğince az olduğu bilinmeyen dünyalarda o paraları işletti. Ancak komünizm İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana, bu demokrasiyi hesaba çekmek ve rahip elbisesinden, temizliğinden ve kibirle taşıdığı masumiyetinden onu soymak istiyor.
Öte yandan siyasi ekonominin öncüsü Francis Fukuyama kötümser davranıyor ve Çin’de liberal ekonominin rahminden liberal demokrasinin doğmasını bekleyenlerle alay ediyor. Çin’deki kapitalist gelişmenin, otoriter Çin rejiminin ekonomi üzerindeki hakimiyetini daha da güçlendirdiğini ve yerini sağlama alıp siyaseti rafa kaldırdığını düşünüyor.
Bununla birlikte Fukuyama, ‘Tarihin Sonu’ adlı kitabında tüm dünya ülkelerinin liberal Batı sisteminin ilkelerine tutunacağını öngörüyor. Fukuyama’nın feraseti, ‘DEAŞ Hilafeti’nin kapitalizmi ile örtüştü. Nitekim DEAŞ, petrol ticareti yaptı ve onu Beşşar rejimine sattı. Ancak onun kapitalizmi onu çöküşten kurtaramadı. Bu durum belki de sözde ‘halife’ el-Bağdadi’nin, ‘Tarihin Sonu’nu okumayıp demokrasiye sarılmayışından kaynaklanmıştır.
Gerçek olan şu ki komünist sistemin çökmesi ve ekonomik bir sistem ve rüya olarak Marksist nazariyenin başarısız olmasının ardından Fukuyama’nın elinde kapitalizm ve demokrasinin ayrılmaz ikili olduğunu kabul etmekten başka seçenek kalmadı. Böyle bir durumda siyasi ilerleme ile ekonomik gelişmenin yapışık ikiz olduğunu kabul eden siyaset ve toplum bilimcilerin öncüsü oldu.
Bu durumun küçük ve dar istisnaları mevcut. Singapur ve muhafazakar İslam devleti Malezya, ‘güdümlü’ demokrasiye rağmen büyük bir ekonomik ilerleme kaydetti. Singapur’da emekliye ayrıldıktan hemen sonra ölen kurucu Lee Kuan Yew’in tavizsiz tutumu sayesinde yolsuzluk fırsat bulamadı. Rusya, Brezilya, Arjantin ve Orta Asya ülkeleri gibi mevcut yolsuzluğun iktisadi ilerlemeye tehdit oluşturduğu ülkelere gelince, siyasi ve idari piramidin en tepesinden başlayarak en temele kadar yolsuzluk ‘makine’si onları felç ediyor.
ABD’de 19. asrın ortalarından bu yana büyük endüstriyel başarının sebeplerinden biri de demokrasi ve kapitalizmin birlikte yükselişidir. Bazı Batı Avrupa devletlerinde bile kapitalist kalkınma, demokratik kalkınmanın öncüsü olamamıştır. Bununla beraber itiraf etmeli ki, sosyalist ve Marksist particiliğin kısır ergenlik sürecinde olduğu kabul edilen ABD’de siyasi liberalizmin sahneye çıkması epey gecikmiştir.
Arap dünyasında iktisadi ve kentsel gelişmeler kaydeden dar coğrafyada demokrasinin, iktisadi ilerlemeye eşlik ettiğini söyleyebilir miyiz? ‘Kamu malı’nın ‘şahsi servet’ten ayrı tutulması gerektiğini söylemekle ve ekonomik büyüme rakamlarının güvenilirliğine saygı duymakla yetiniyorum. Zira nüfus artışının hükümetin kontrolünde olmamasının bir sonucu olarak beşeri kalkınmada büyük bir gerileme söz konusu.
Gazetecilik hayatımda en büyük hedeflerimden biri, demokrasi ve kapitalizmin ekonomi uzmanları, demokrasiye inanmış entelektüeller, sistemin ‘İslamcı’ odakları, muhalifler ve partiler arasında derinlemesine tartışılmadan ‘İslamcılık’ın Arap toplumları için kült haline gelmemesi idi. Tartışmadan maksat, iktisadi ilerleme, refah ve hoşgörü ortamı mı sağlayacak yoksa, yol çıkmaza mı götürecek, ya da tarafların hainlikle, küfürle, sapkınlıkla damgalanmadığı ve taşlanmadığı ‘açık toplum’ kurulması önünde bir engel mi olacak, onun bilinmesidir.
Bu labirent bilmecesi, Arap rejimini tartışanların, açılım tartışmalarının onun varlığını, istikrarını ve güvenliğini tehdit etmediğinin ve Arap intifadalarının özellikle de Suriye ayaklanmasının demokrasisini yuttuğunu gördüğümüz dini güçleri finanse etmekten sakındırdığının güvencesini vermelerinde gizli.
Tüm işaretler, DEAŞ, el-Kaide ve Heyetu Tahriru’ş Şam’ın işi bitirildikten sonra teröre karşı mücadeleyi soğuk savaşın izleyeceğini gösteriyor. Dinler veya kültürler arasında bir savaş çığırtkanlığı yapanların umutları boşa çıkacak. Dünya barışını tehdit eden Bin Ladin, el-Bağdadi, el-Cevlani artık olmayacak. Kimyasal Beşşar, Nükleer ergen Kim Jong-un ve Lübnan’da, Arsal’da ve Arap dünyasının diğer bölgelerinde bulunan Hizbullah’ın silahlı gruplarının komutanı ‘Harpçi’ Hasan Nasrallah gibi ateşle oynayan yöneticiler tarihe gömülecek.