Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kaşıkçı Cinayeti: Endüstriye dönüştürülen ölüm | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bazıları Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi olayını batısından doğusuna dünyanın her yerine taşımaya çalıştılar. Kimileri de bu çabanın cinayetin çirkinliği ya da öldürülen kişiye duyulan sevgiden kaynaklandığını zannettiler. Ama Al-Jazeera TV kanalı, Katar ve Türkiye gibi bu olayın propagandasını yapanların bir çoğunun asıl amaçlarının; 2011 yılındaki köktenci Arap Baharı’na benzer bir ortam yaratma çabası içerisinde Kaşıkçı’nın ölümünü politik açık arttırma pazarında satılan bir metaya dönüştürme olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.

Ölen kişilerin kanı üzerinden ticaret yapmak ne kadar çirkin bir davranıştır!

Bu davranış; ahlaksızlığın ve insanlık dışılığın en açık örneğidir ve en az cinayet eylemi kadar çirkindir.

En başından beri amacın gerçeğin ortaya çıkması değil Suudi Arabistan’ı, yönetimini, istikrarını, birliğini ve güvenliğini hedef almak olduğu açık bir şekilde görülmüştür.

Suudi Arabistan’ın düşmanları bu amacı gerçekleştirmek için ellerindeki tüm olanakları kullandılar ama her zamanki gibi elleri boş kaldı.

Suudi Arabistan bu tuzağı hemen farketti ve bir devlet olarak öldürülen vatandaşının kaderinin ne olduğunun açığa çıkarılmasına ve tüm gerçekleri üst düzey bir şeffaflıkla açıklamaya büyük önem gösterdi.

Soruşturma ile görevlendirilen Suudi Arabistan savcılığı hemen harekete geçerek tutuklanan sanıkları sorguladı ve Türkiye ile mümkün mertebe işbirliğini genişletmeye çalıştı.

Ama Türkiye kendi özel hesapları için Suudi Arabistan’ın olayın boyutlarının açığa çıkmasına yardımcı olacak üç talebini de reddetti…

Geçen Perşembe günü Genel Savcılık Sözcüsü bir basın toplantısı düzenleyerek olayı önemli boyutları ile izah ederek bu çirkin cinayet ile ilgili ortaya çıkarılan gerçekler ile ilgili ayrıntıları paylaştı. Bu toplantı ile yıllarca soruşturulan, araştırılan, hakkında bilgi ve kanıt toplanan benzer davaların aksine bu davanın çok kısa bir sürede ve üst düzey bir şeffaflık içinde sonuca ulaştırıldığı ortaya çıkmıştır.

Bu açıklamalar; cinayetin boyutlarının ortaya çıkarılması, sorumlu ve cinayete karışmış olan kişilerden hesap sormada Suudi Arabistan savcılığının kaydetmiş olduğu bir başarıyı temsil etmektedir.

Geçen hafta yapılan iki açıklama ise bu davaya önemli ölçüde ışık tutmuştur.

Birincisi; Türkiye Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının aksine Türkiye’nin Fransa’ya herhangi bir kayıt vermediğini kesin olarak belirten Fransa Dışişleri bakanının açıklaması,

İkincisi ise Türklerin elinde Suudi Arabistan liderliğini suçlayacak hiçbir kanıt olmadığını belirten ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’un açıklamasıdır.

Bu dava; Suudi Arabistan devletinin politikasının dayandığı ilkelere aykırıdır. Çünkü Suudi Arabistan hiçbir zaman ve hiçbir şekilde yurtdışında yaşayan muhaliflerin peşine düşmemiştir.

Veliaht Prens iken Kral Abdullah bin Abdülaziz’e suikast girişimine katılmakla suçlanan Saad El-Fakih gibi kişilere bile Suudi Arabistan’dan hiçbir zarar gelmemiştir.

Ondan öncede Suudi Arabistan devleti, Abdullah El-Kuseymi ve Abdurrahman Muneyif gibi birçok muhalife son günlerinde yardım elini uzatmış ve ailelerini koruması altına almıştır.

Olayla birlikte Batı medyasında Suudi Arabistan’a karşı yürütülen şiddetli ve akıldışı saldırı birçoklarının sahip oldukları güvenirliği ortadan kaldırmıştır.

Çünkü bu medya araçları; haberi araştıran, bilgiye ulaşmaya çalışan bir platformdan çok ortada kanıt olmadan bir tarafı suçlayan ve yalan haberler uyduran bir platforma dönüşmüşlerdir.

Bu da onları, çıkar sahiplerinin ve düşmanların elinde bir araca dönüştürmüştür.

Aksi halde Washington Post gibi bir gazete, dünya çapında gazetecilerin tutuklanmasında kabarık sicile sahip birinin özgürlükten bahsettiği ya da en büyük terörist liderlerden birinin Yemen’deki terör eylemlerini savunduğu bir alana nasıl dönüşebilir.

Ardından Suudi Arabistan’ın Washington büyükelçisi Prens Halid bin Selman hakkında sorumsuzca haberler ve bilgiler yayınlayabilir!

Bu haberler nedeniyle Prens, gerçekleri ortaya çıkarmak için açıklama yapmak ve Washington’dan bu iddialar doğru ise elindeki kanıtları açıklamasını talep etmek zorunda kalmıştır.

Bunun gibi karmaşık bir davanın tüm ayrıntıları ancak uzun yıllar sonra açığa çıktığı doğrudur. Ama bu hiçbir şekilde Suudi Arabistan savcılığının ve ilgili mahkemelerin, deliller ile suçu kanıtlanan kişilere gereken cezayı vermeyeceği anlamına gelmemektedir.

Çünkü öldürülen kişi de öldürmekle suçlananlarda Suudi Arabistan vatandaşıdır. Aynı şekilde bu suçta, Suudi Arabistan topraklarında işlenmiştir. Adaleti gerçekleştirmek için en büyük önceliğe sahip olması gereken ceza ve yasaların takip edeceği tek yol budur.

Modern tarihte, bir tarafa siyasi suçlamaların yöneltildiği ve yargılandığı ama daha sonra bu tarafın haksız bir şekilde suçlandığı ve olayın aslında gerektiği gibi ele alınmadığı açık bir şekilde ortaya çıkan birçok büyük dava yaşanmıştır.

Bunun en büyük örneği de Muammer Kaddafi’nin suçlandığı, cezalandırıldığı ve yüksek oranlarda tazminat ödemeye mahkum edildiği Lockerbie davasıdır. Ancak daha sonra bu olayda İran’ın önemli bir rol oynadığı ama soruşturmada buna hiç değinilmediği ortaya çıkmıştır.

Kriminal açıdan baktığımızda ise tüm dünyada cinayet, tecavüz ve bunun gibi çirkin suçlar ile suçlanan bazı kişiler hakkında idam hükmü verildiğini, bu hükümlerin yerine getirildiğini ya da bu kişilerin uzun yıllar tutuklu kaldıklarını görürüz. Ama DNA testinin bulunmasından sonra bazılarının suçsuz oldukları ortaya çıkarken geçmişte yeterli kanıt olmadığı için suçu ispatlanamayan kişilerin ise suçlu oldukları kanıtlanmıştır.

Dolayısıyla bu, Kaşıkçı boyutunda önemli, çatışmaların yaşandığı ve bazı bilgileri hala gizlenen bir dava için de geçerlidir. Bununla, kriminal açıdan gerçeklerin gizlendiğini kastetmiyoruz.

Bilakis politika ve medya düzeyinde etik ya da insani nedenlerden çok Suudi Arabistan’a zarar vermek için öldürülen kişinin kanının ticaretini yapmak isteyen tarafların çabalarını kastediyoruz.

Bu satırların yazarı için en önemlisi, Suudi Arabistan’ın bu krizde en kötüyü atlatmış olması, konuyu mümkün olan tüm şeffaflıkla ele almış olması, siyasi liderliğinin tüm gerçeklerin ortaya çıkarılması için verdiği güvencenin ışığında gelişmeleri takip etmesi, genel savcılığı adil bir yargı süreci yürütülmesi için görevlendirmesi ve mahkeme kararlarının kesin olarak yerine getireleceğini açıklamış olmasıdır.

Suudi Arabistan tüm dünyaya ve bölgedeki düşmanlarına güçlü bir yapıya sahip, meşruiyeti bugüne ve tarihe uzanan bir devlet olduğunu, halk ve yönetim arasındaki kenetlenmeyi düşmanların saldırıları dahil hiçbir şeyin sarsamayacağını kanıtlamıştır. Aynı şekilde güçlü, kuvvetli, cesur, rasyonal, vizyon ve hedef sahibi bir ülke olduğunu ispatlamıştır.

Yine tüm dünyaya ve düşmanlarına, bölgede lider ve öncü bir ülke olduğunu, İran’ın terörist ve mezhepçi projesine Suudi Arabistan’dan başka hiç kimsenin karşı koyamayacağını, yine ondan başka hiçbir ülkenin radikalliği ve terörü yenme ve kaynaklarını kurutmaya gücünün yetmediğini, küresel enerji pazarlarında Suudi Arabistan’ın büyük bir etkiye sahip olduğunu kanıtlamıştır.

Şimdi ise Suudi Arabistan, daha önce bilinen nedenlerden ötürü çok önem vermediği doğalgaz sektörüne güçlü bir giriş yapmak için Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte yatırımlarda bulunmaktadır.

Her şeyden önemlisi Suudi Arabistan, müslümanların kıblesi ve Haremeyn-i Şerifeyn’in (Mekke ve Medine’nin) ülkesidir. Vahyin anavatanı ve Peygamber Efendimiz’in (s) kabrinin bulunduğu yerdir. Günümüzde Arap evini ayakta tutan destek, Yemen’de İran’ın uzantılarına karşı yürütülen savaşın lideri, sadece Irak, Lübnan ve Suriye’de değil birçok kıtada İran’a karşı mücadele yürüten tek ülkedir.

Son olarak; Suudi Arabistan’ı hedef almak için birçokları cinayet, hak ve özgürlükler ile insani davaları siyasileştirmeye çalışmışlardır.

Ama hepsi de başarısız olurken Suudi Arabistan ayakta kalmayı başarmıştır!

Bu davada ne ilk ne de son olacaktır!