Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kaşıkçı’nın kaybolması: Gerçekler ve görülen hesaplar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Meslektaşımız Cemal Kaşıkçı’nın kaybolması olayı, tüm medya platformlarını meşgul etti. Bir gazetecinin şiddete maruz kalması hiçbir şekilde kabul edilemez bir eylemdir ve kınanmalıdır. Medyanın bu olayla ilgilenmesi de doğaldır. Ama medyanın bu konuda yapmış olduğu haberleri takip edenler, kendilerini gerçeğe ulaşılmasını engelleyecek kadar çok haber, tahmin, senaryo ve peşin hükümler karşısında buldular. Basında herkesten önce bilgiye ulaşma rekabeti meşru olsa da bu acı olay bize yeni medyanın eski medyadan öğrenmesi gereken çok şey olduğunu gösterdi.

Kaşıkçı’nın kaderinin ne olduğunun ve başına neler geldiğini araştırmak ile olayı kendi politik hesaplarını görmek için kullanmanın arasında büyük bir fark vardır. Olay meydana gelir gelmez bazı medya grupları ve politik taraflar bir taş da kendileri atarak zaten bulanık olan suyu daha çok bulandırmaya çalıştılar. Bu nedenle amaçlarının gerçeği araştırmak olduğuna inanmak çok zor. Bilakis daha gerçekler bilinmeden ve ayrıntıları netleşmeden önce Suudi Arabistan hedef tahtasına konuldu. Meslektaşımız Kaşıkçı’nın başına gelenleri, Suudi Arabistan’a karşı bir baskı aracına dönüştürmeyi, ekonomisini ve rolünü etkisiz hale getirmeyi amaçlayan bu kampanya, gerçekte sonuçlarını tahmin edemeyeceğimiz bir krizin başlangıcının habercisidir. Zira Suudi Arabistan için baskılara boyun eğmek söz konusu bile değil. Eskiden olduğu gibi şimdi de hiçbir şekilde kimseye boyun eğmeyecektir. Hiç kimsenin kendisine bir şey dikte etmesi ya da kendisine yaptırım uygulanması halinde buna karşılık vermemesi mümkün değildir. Dün açıklama yapan Suudi Arabistanlı yetkili bir kaynağın sözleri de bunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Dediğimiz gibi yeni medyanın eski medyadan öğrenmesi gerekenler var. Eskiden güçlü ve sağlam basın kuruluşları köklü üniversitelere benzerdi. Gerçek testlere tabi tutulmadan hiçkimse işe alınmazdı. Başvuru yapanların gerçekten gelecek vaaden bir gazeteci mi yoksa başka bir iş bulamadığı için gazetecilik yapmak isteyen biri mi olduğuna karar veren biri olurdu. Stajyerlerden hem mütevazı hem de iddialı olmaları beklenirdi. Stajyerlerden, dinlemekte, öğrenmekte, tavsiye ve yönlendirmeleri kabul etmekte mütevazı, yeni konular ya da açılar bulmakta hatta ifade etme ve analizde yeni metodlar bulmakta istekli ve hırslı olması istenirdi.

Basın kuruluşları nesillerin deneyimleri ile güçlenirdi. Gençlerin heyecan ile daha kıdemli olanların deneyimi, mesleği yaşayan, deneyimleyen ve zorluklarını tadanların bilgisi birbirine karışırdı. Mesleğe yeni başlayanlar; gazetecilik, politika, kültür ve diğer alanlarda yapılan zengin tartışmaları dinlediğinde kendini bir yarışma ve meydan okuma karşısında bulurdu. En önemlisi ise basın özgürlüğünün teşvik edilmesinin yanında gazetecinin ya da köşe yazarının sorumluluğuna yapılan vurguydu. Basın alanında çalışanların okuyuculara, hukuka, vicdana, kişinin ve kurumun itibarına karşı sorumlu olduğuna inanılırdı.

Medya kuruluşları tam bir ciddiyet ve katı kurallar ile yönetilirdi. Birden fazla kaynağa başvurularak haber desteklenmeye çalışılırdı. Aileleri utandıran ya da nefret duyguları uyandıran ve kötülüğe teşvik eden resimler yayınlanmazdı. Ailesini çevreden gelecek tepkilere karşı korumak için bir davada yargılanan birisinini tam adı yazılmazdı. Mesleki kurallar karşısında haberci ve yayınlayan kişiyi sorumluydu. Mesleğin altın kuralı gerçeği aramak ve dikkatli olmaktı.

Bu çerçevede başımdan geçen kişisel bir olayı ve bundan almış olduğum dersi anlatmak istiyorum. Yazarın abartmaya meyilli olduğu ve dilin akışına kapıldığı o başlangıç döneminde iken o zamanlar neredeyse bir depo dolusu mücevheri ve 2 bin 700 çift ayakkabısı olduğu dedikoduları yayılan Filipinler Başbakanı’nın eşi İmelda Marcos hakkında bir yazı yazmıştım. Ülkedeki yaygın yoksulluğa işaret ederek eşi halkı soyarken İmelda’nın bunlara sahip olmasının çok da garip olmadığını yazmıştım. Birden iç hat telefonu çaldı ve “El-Nahar” gazetesinin editörü Fransua Akl benden ofisine gelmemi istedi. İçeri girdiğimde yazının önünde durduğunu ve daha basıma gitmediğini gördüm. Bana şöyle dedi: ”Biz yerel bir gazeteyiz. Bu yazı nedeniyle Marcos bize ne dava açacak ne de bizden bir açıklama isteyecektir. Kendisi hakkında böyle bir yazı yazıldığından bile haberi olmayacaktır. Ama hem senin hem de gazetemiz için hakkında mahkeme kararının olmadığı bir kişi hakkında kendi hükmümüzü vermeye hakkımız yoktur kuralına saygı duymalısın. Biz sadece suçluya işaret eder ama hakkında kesin hüküm vermeyiz”. O günden sonra özgürlük ile yayınlanan bir haber ya da yazılan bir yazıdan sorumlu olmanın ayrılmaz bir bütün olduğunu anladım.

Bu zorlu ve yorucu meslekte şartlar değişti, bununla birlikte zorlukları, ifade şekilleri, uzak yerlere ulaşma imkanı da arttı. Hiçbir şekilde eskiye dönme ya da ona bağlı kalma çağrısında bulunanlardan değilim. Ama her vatandaşın yazan, belgeleyen ve yayınlayan bir gazeteciye dönüştüğü çağımızda her ne kadar talep ettiğim şeyin zor olduğunu bilsem de özgürlük ile sorumluluğun aynı oranda gelişmesine ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Meslektaşımız Cemal Kaşıkçı’nın kaybolma olayını medyadan takip ederken katı mesleki kurallar konusu tekrar aklıma geldi. Olayı takip edenler şüphesiz medyanın, gerçekler ortaya çıkmadan hemen tahminler yürütmeye ve daha gerekli veriler ortada yokken birilerini mahkum etmeye çalıştığına dikkat etmişlerdir. Öyle ki Cemal’in ailesi için acı olabilecek senaryolar ortaya atanlar bile oldu. Katar medyasının Cemal’in kaybolmasını, hem Arap hem de İslam dünyasında yankı bulan bir modernleşme ve reform sürecine tanıklık eden Suudi Arabistan’a zarar vermek için kendisine sunulan altından bir fırsat gibi gördüğünü söylersek abartmış olmayız.

Cemal Kaşıkçı’nın kaybolması konusunda gerçeği aramak ile Suudi Arabistan’ı zayıflatmayı amaçlayan bir saldırı başlatmak için bu olayı bir fırsat olarak görmek arasında büyük bir fark olduğu açıktır. Suudi Arabistan, bölgesel düzeyde dengeyi sağlayan önemli bir Arap ülkesidir. Aynı şekilde Suudi Arabsitan’ın istikrarı, dünya ekonomisi için çok önemlidir ve hem İslam hem de Arap dünyasında ılımlığın gelişmesi için gereklidir. Bu tür olayları ele alırken büyük bir sorumluluk duygusu ile hareket etmeli, peşin tutumlar benimsemekten uzak durulmalı ve büyük krizlere neden olabilecek abartılardan kaçınmalıyız. Tweetler mantığına ve okuyucularda yarattığı tepkilere teslim olmamalıyız. Altını çizerek tekrarlamak isterim ki gerçektende yeni medyanın eski medyadan öğrenmesi gereken çok şey var.