Devletler arası ilişkilerde çoğu siyaset bilimci ‘Oyun Teorileri’ diye isimlendirilen teorileri benimser. Bazen bu oyunlar, satranç tahtasında hamleye karşı hamle yapılarak olur ve sonucunda ya iki taraf birbirini alt edemez eşitlikle biter veya birisi diğerini hezimete uğratır. Bazen de ‘horoz dövüşleri’ şeklinde ortaya çıkar. Buradaki mantık şudur: iki taraf karşı karşıya gelir ve giderek çarpışmaya doğru bir seyir takip eder. Amaç ise hangi tarafın korkarak yoldan caydığını ve yerini terk ettiğini görmektir. Üçüncü bir durum ise ‘Mahkûm çıkmazı’ denilen türdür. Burada da mantık şudur: Elde iki mahkûm vardır. Bu mahkumlar, birbirlerinin söylediklerinden habersizdirler. İkisine susma ve itiraf seçenekleri verilir. Tüm bunlar birbirinden farklı türden oyunlardır ama bilimsel bir gerçeklik olarak, devletler arası ilişkiler, bunların her birinden daha iç içe geçmiş bir yapı arz etmektedir. Bununla beraber, Uluslararası alanda olup bitenler bu oyunlara benzetilirse, olayların anlaşılmasında büyük fayda sağlar. Olayları bu yaklaşımla anlamaya çalışmak, belki de taraflar arasında en uygun politikayı belirleyip, onu üretmeye daha iyi yardımcı olabileceği gibi, krizlere çözümde de katkı sağlayabilir.
Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi ile Katar arasındaki ilişkiler konusunda her şey yolunda gidiyordu. Aslına bakılırsa, dışarıdan sakin görünmesine rağmen Körfez Ülkeleri her şeyden haberdardı. Katar’ın, 2014’te anlaşmak için bir araya gelen topluluğa muhalefet ederek, toplantıya dair yaptığı büyük sızıntıları görmezden gelemezlerdi. Bunun akabinde Körfez Ülkeleri, dost ülke Mısır’a düşmanca tavırlar takınması, bölgenin istikrarını sarsması ve terörü destekleyici tavırları üzerine, Katar’ı protesto için, burada bulunan elçilerini geri çekmişlerdi.
Geçtiğimiz haziran ayının 4’ünde, Katar’la Körfez ülkeleri arasında yapılan bir önceki anlaşma üzerinden çok vakit geçmemişti ki, Katar bu anlaşmada bir dizi ihlaller yapmış ve bir ipte hem Körfez ülkelerini hem de İran’ı oynatmaya kalkışmıştı.
Kısacası Katar’ın bu tavırları Körfez Ülkeleri’nin dostu olduğunu göstermekten çok, onun menfaatleriyle çatışan gizli bir örgüt olduğu izlenimini veriyor. Bu bağlamda, Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve Mısır tarafından Katar’a birtakım ambargolar uygulanması yönünde tavır alınmıştır. Bu ambargo, diplomatik, ticari ve beşeri ilişkilerin kesilmesi yani kısacası Körfez Ülkeleri tarafından yalnızlığa terk edilmesi gibi bir dizi uygulamaları kapsıyordu. Bu tavır, kuvvetli fakat şiddet içerikli değil, iğneleyici fakat yakıcı değil, uyarıcı fakat Doha’nın bilincini kaybettirecek dozda değildi. Elbette bu tavırdan kasıt, Katar’ın yürüttüğü politikalarını değiştirmesini sağlamak, yoksa onun egemenliğine tecavüz değildir. Bu tavır, Yemen ve bölgedeki diğer devletlerin desteğini elde etti. Bu destek bazen, Katarla ilişkileri kesmek şeklinde olurken, bazende bu ilişkileri azaltma gibi; kendisine, gidişatı beğenmediklerini ifade eden mesajlar göndererek oldu.
ABD, Körfez Ülkelerini desteklediklerini Trump’ın ifadeleriyle ortaya koymuştur. Aynı şekilde ABD, Katar’ın teröre destek veren davranışlarını kabul etmediklerini ifade etti. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı, arabuluculuk yapan Kuveyt’e kapılarının ardına kadar açık olduğunu açıkladı. Katar’ın bu tavrı, Doha’nın duruşunu açıkça gözler önüne sermektedir. Katar artık, ne bir dost ülke, ne bir ‘Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi’ üyesi, ne de ‘İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bir üyesi değildir. Ekonomisini düzeltmek adına bir denklem stratejisi kurarak, kendisini İran ve Türkiye’nin kucağına atmıştır. Katar halkı, Katar kimden uzaklaşıyor ve kime yaklaşıyor? diye bu durumu sorgulamıştır. Siyasi tavır iki dil üzerinden belirir: Arapça ve İngilizce. Arapça olarak, Katar’ın borazanlığını yapan El Cezire ve beraberinde bir sürü televizyon kanalı var. Londra’da, İstanbul’da, Doha’da ‘İhvan-ı Müslim’e bağlı basın kuruluşları açıldı. Bununla birlikte, Katar’ın terör örgütüne dair her türlü medya aletini geri çevirmesi, kendisinin çeşitli terör örgütleriyle olan lojistik ve ekonomik ilişkilerinin incelemesi durumunda ortada şüphe bırakmamak içindi.
İngilizce olarak ise, belki de ‘Halkla İlişkiler Şirketleri’nin’ gücüyle birkaç yöntemi nasıl kullanacağını öğrendi.
Araplar arasında meydana gelen krizlerin ilkinin, terörle bir ilgisi yoktu, komşu ülkelerin istikrarına kast edildiği için değil, dostlarına ihanet edildiği için değildi. Fakat tüm bölge yangın içindeyken, ambargo uygulayan ülkelerin krizi uzatması veya yeni krizler çıkarması yakışık almaz. İkinci olarak, kriz devam ettiği sürece bunun akıbetini belirleyecek olan, 2014 ittifakı, terörle yürütülen Uluslararası mücadele, ‘Körfez Ülkeleri İşbirliği Konseyi’nde edilen yemin, Arap birliği veya ‘İslam İşbirliği Teşkilatı’ değil, ancak ve ancak uluslararası hukuktur. Üçüncü olarak, bu yapılanlar, ülkelerin düşmanlık politikalarını değiştirmek için uygulanan bir ‘ambargo’ olmayıp, küçük devletler için olan bir ‘ablukadır’. Elbette bu iki kavram arasında büyük farklar vardır. Arapların uyguladığı, Katar’ın liman ve havaalanlarında çalışmayı durdurmayı ya da başka devletlerle ilişkisini kesmeyi öngören bir ‘ambargo’ değildir. Dördüncü olarak, Katar liberal bir modelmiş gibi duruyor; fakat Katar’lı diplomatlar, aralarında Azmi Bishara’nın da olduğu milliyetçilerden bir grubu, sol görüşlü olanlara karşı silahlandırmıştır. ‘İhvan-ı Müslimin’ ve Yusuf El Karadavi de sağ cenahta yer alıyor. Diyalog ve fikir hürriyeti düşmanlarının tersine Katar’ın, dünyaya açılmasının ve liberalleşmesinin, krizin ve ablukanın sebebi olduğunu da bunlar söylemişti. Beşinci olarak ise, işi zamana bırakmaktır. Katar’ın, belki de zamanın geçmesiyle, gerçekleşmemiş bir ablukadan zaferle çıkmasına ihtiyacı kalmaz.
Katar’ın tavrı, bölgenin tümünde siyasi istikrar ve terör karşıtı karar alan devletlerin açısından pek de bir şey ifade etmiyor. Burada Katar’ın kuru gürültü yapıp mücadelenin asıl boyutunu etkilemeye çalışmasına gerek yok; hatta Katar, bu ülkelerin, diğer alanlarda yapmayı amaçladığı politikaları istismar etmesine de izin vermesin. Suudi Arabistan, Bahreyn, BAE ve özellikle Mısır, tüm diplomatlar uluslararası arenada her şey yoluna girsin diye üzerlerine düşeni yaparken, soğuk davranan liderleri protesto ediyorlar. Katar’ın yalnızlığa terk edilmesi ve davranışları üzerinde baskı, pusulayı şaşırıp birinci öncelik ile ikinci öncelik karıştırılmadan devam ediyor. Asıl hedef, geçen yıllar boyunca Ortadoğu’nun kaderini belirleyen Yemen, Libya, Suriye ve Filistin’dir. Katar oyunları ise marjinal olup, Doha’da hak etmediği bir şekilde kendisine değer verilen yönetici kesimdir. Bu bağlamda, Araplar arasında halihazırdaki gruplaşmanın büyüyerek, örneğin; sonradan ‘Arap Teşkilatını’ kuran ve bölgede dengeleri değiştirecek güçte olan Ürdün gibi diğer ülkeleri de içine alması önemlidir. Kısacası tüm bunlar hakikattir. Katar bir yandan hacmini büyütürken diğer yandan bölgedeki Arapların yabancı müdahalelere, kargaşaya ve terör örgütleriyle mücadele etmesi hamlesini benimsiyor.
Eskilerin eskimez bir sözü vardır, ‘’Krizin, kimin dost kimin düşman olduğunu fark etmemizi sağlaması, onun faydalarındandır’’