Dün haberlerde gösterilen 4 sahne Arap okuyucunun dikkatini çekti.
Söz konusu sahneler Ortadoğu’nun karşı karşıya kaldığı ve bazılarının neredeyse nesilden nesle miras kalacak çatışmalara dönüşen sorunların büyüklüğünü ortaya koymakta.
Birinci sahne, ABD Başkanı Donald Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma kararı ve ABD Büyükelçiliği’nin oraya taşınma işlemlerinin başlamasını değerlendirmek üzere Arap Dışişleri Bakanları Konseyi’nin Kahire’de düzenlediği olağanüstü toplantı.
ABD’den Kudüs hakkındaki kararın iptal edilmesini talep ettikten sonra, Konsey, Doğu Kudüs’ün Filistin’in başkenti olduğunu vurguladı. “Bölgedeki güvenlik, istikrar ancak 4 Haziran 1967’ de çizilen sınırlarla, uluslararası meşruiyet ve Arap Barış Girişimi kararlarına uygun olarak özgür, egemen ve bağımsız bir varoluş yoluyla sağlanacak.”
Gazetecilerden biri, Arap Birliği Genel Sekreteri Ahmed Ebu’l Gayt’a, Arap Barış Girişimi’nin çekilmesi ihtimalini sordu. “Araplar eğer girişimden çekilirlerse, ‘Kendilerine ateş etmiş olurlar. Ondan başka çare yok’” şeklinde cevap verdi.
Gerçek şu ki, uluslararası meşruiyet ve Arap barış girişimi üzerine yapılan vurgu, Kudüs’ün akıbeti konusunda müzakereler dışındaki tüm çözümleri reddeden ve uluslararası kurallara ve standartlara bağlı olan devletlerle daha da yakınlaşma için daha çok köprü inşa etmesidir. İsrail-Filistin çatışması uzun zamandır süren bir çatışmadır. Trump’ın tutumu en nihayetinde yalnızca kriz duraklarından birisidir.
Eşyanın tabiatının bozulması, işletin gidişatının değiştirilmesi en büyük devlet dahi olsa hiçbir ülkenin takınamayacağı bir tutumdur ki bu çatışmanın tarihi bu konuda çok sayıda delile sahiptir. Arap, İslam ve dünya devletlerinin tepkilerden anlaşıldığı üzere, çoğu ülke arasında bir tarafın zayıflatılması ve emri vakinin dayatılması ile çözülemeyeceğine dair kesin inanç sahibi. Her şey, Filistin’in hakları elinden alındığı sürece İsrail’in, barıştan yararlanamayacağını göstermekte.
İkinci sahne, Irak Başbakanı Haydar el- İbadi’nin, ‘DEAŞ’ın hezimete uğradığını’ ve ‘savaşın sona erdiğini’ resmen açıkladığı sahne. Haber hem Irak hem de bölge için önem arz etmekte. DEAŞ, uzun kanlı savaşlara ve birçok ülkede felaketlere neden oldu. Nehirlerden su yerine kanlar akmasına sebebiyet verdi. Dul ve yetimlerden oluşan ordular meydana geldi.
İbadi’nin söz konusu vesileyle yaptığı konuşmada yer alan iki cümle, Irak hükümetinin üstlenmesi gereken görevlerin büyüklüğünü yansıtıyordu. Birincisi, “Yolsuzlukla mücadele, kurtarma sürecinde doğal bir açılım olacaktır”. İkincisi, “Silahların devlet eliyle kısıtlanması, hukuk üstünlüğü ve saygı duyulması; devleti kurmanın yolu olacaktır.” Her iki cümleden, DEAŞ’a karşı kazanılan zafer sonrasında Irak’ın karşılaştığı zorlu bir hukuk devleti kurma konusundadır. İbadi, resmi konumu ve tecrübeleri hasebiyle, DEAŞ üzerine savaşı gidişatı ve sonrasındaki Kürt referandumuna tepki olan eğitim sürecinin tüm askeri ve güvenlik kurumlarını hukukun üstünlüğüne tabi tutmanın acil ihtiyacını ortaya koyduğunu biliyor.
Güncel şartlar, Haşdi Şabi eliyle gerçekleşen ihlal ve taşkınlıklar, Irak devletini kurma mücadelesinin kolay olmayacağını gösteriyor.
Bazı Haşdi Şabi milisleri, Iraklı bir generalin komutasında çalışmamakta direniyorlar çünkü küçük mobilize milisler rolü hoşlarına gidiyor.
Üçüncü sahne, fotoğraf kaybolmuş olsa da, Husi milislerin, Eski Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in doğum yeri olan başkent Sana’nın güneyindeki Sinhan’ın Beytu’l-Ahmar Köyünde sınırlı sayıda akraba ve partisini liderlerinin huzurunda cesedinin gömdükleri sahne.
Hikaye basit değil. Geçtiğimiz 40 yıl boyunca Yemen siyasi hayatının omurgasını oluşturan bir adamdan bahsediyoruz. Partisi olan ‘Genel Halk Kongresi’, onu öldüren ve gözleri açık bir vaziyette gömen milislerden iki kat faz halk ve kabile gücüne sahip.
Azınlığı temsil eden milislerin bölgesel desteğe dayalı bir şekilde otoritesini, köklü olmasına rağmen konumunu, sözlüğünü değiştirmeye çalıştıkları ülkeye dayatması daha önce gerçekleşmiş tehlikeli bir durumdur.
Dördüncü sahne, Haşdi Şabi’nin uzantısı olan Iraklı ‘Asaibu’l Ehlu’l- Hak’ın’ Genel Sekreteri Kays el-Hazali Lübnan’da boy göstermesi. El- Hazali, Lübnan’ın güneyinden bir noktada Irak topraklarında değil de adı Lübnan olan ve yönetiminden izin alındıktan sonra meşru yollarla girilmesi gereken bir başka ülke toprağında olduğunu unutmuş veya unutmuş görünen bir vaziyette askeri kıyafetle boy gösterdi.
Bu durum, Lübnan’ın Paris’te düzenlenen konferans aracılığıyla elde ettiği uluslararası şemsiye üzerinde ‘kendini polemiklerden uzak tutma politikasını’ sürdürmesini zorlaştırdı.
Söz konusu olay; Lübnanlıların, tüm tecrübelerine rağmen ‘kendini uzak tutma’ çadırında kalmayı sürdürmek için kendisini ikna etmeye çalıştıkları bir dönemde gerçekleşti. Kırılgan ve gedikleri olan bu ülke belki de bu kez gelecek yıl yapılması planlanan parlamento seçimlerine kadar bu politikasını sürdürebilir.
El-Hazali’nin verdiği görüntü şu soruyu sordurtmakta: Son savaşlar, Irak ile Suriye ve Suriye ile Lübnan arasındaki uluslararası sınırların ortadan kalkmasına mı neden oldu? Bu bölgede turist Haşdi Şabi’den ise gezmek için pasaport ve vizelere gerek kalmadı mı?
Bunlar, İsrail-Filistin çatışmasının kapsamlı ve adil bir barış içinde sona erdirilmemesi ve milis güçlerin yaygınlaşmasına, dış müdahalelere ve hegemonya politikasına izin verilmeksizin tarafsız bir devlet kurulmadığı koşulda çocukların normal bir yaşamına sahip olmayacağı bir alanın dört sahnedir.