Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kırılgan değişim hareketleri ve insani alternatifler | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Geçen salı günü (30.1.2018) Beyrut’ta, Fetva Evi’ndeki Federal Almanya Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Steinmeier’in (uzun süredir dışişleri bakanı olduğu için Arapların tanıdığı bir isim) Lübnan’daki dini toplulukların başkanlarıyla bir araya geldiği toplantıya ben de katıldım. Lübnan Müftüsü’nden Almanya Cumhurbaşkanı’na ve dini toplulukların diğer liderlerine kadar herkes Lübnan’ın ortak yaşam kültürüne, demokratik, açık siyasi sisteme sahip olduğunu ve bu yönleriyle de komşu ülkelerde ve hatta dünyada örnek alınabilecek bir “model” olduğunu vurguladı. “Model”e yapılan vurgu, gülümsemelere ve fısıldanmalara neden oldu. Çünkü Dışişleri Bakanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı’nın damadının parti toplantısında Meclis Başkanı’na hitaben yaptığı hakaret içeren konuşması Lübnan’da şiddetli bir siyasi krize neden oldu. Elbette ki bu konuşma sürpriz değildi. Zira bu ikili arasında siyasi ve idari nedenlerden ötürü gergin bir durum zaten vardı ve bunun nedenlerinden biri de Cumhurbaşkanı’nın çoğunlukla Hristiyan olan yaklaşık 200 subayın terfi ettirilmesi hadisesine doğrudan müdahale etmesiydi!

Suriye’de Türklerin himayesinde hareket eden Özgür Suriye Ordusu, muhaliflerin katılmayı reddettiği Soçi toplantısına gidiyor. Yapılan ilk yorumlar ise muhaliflerin Amerikan ve Fransız baskısının etkisinde kaldığı.

Libya’da, ulusal orduya bağlı bir subay, birkaç gün önce Bingazi’deki bir camide ibadet eden onlarca Müslüman’ı öldüren ve terörle suçlanan tutukluları kamuya açık alanda intikam için idam ettirdi.

El-Kaide ve Husi savaşından neredeyse hiç kurtulamayan Aden şehrinde bölücü bir hareket kenti silah zoruyla işgal etmeye çalışıyor. Çünkü mevcut hükümete karşı!

Kırılganlığın tüm bu olguları ve göstergeleri, rejimler ve muhalifleri açısından son yıllarda üçüncü dalgayı temsil ediyor: Sivil değişim dalgası. Daha sonra İslamcıların, politikacıların ve “cihatçıların” dalgasını. Şimdi de son yıllardaki olayların ortaya çıkardığı milisler ve paramiliter dalgayı.
Gözlemciler, bu süreçleri ya 2011’den önceki sahneleri yenileme ya da yeni bir kontrol göstergesi olarak siyaset ve silah kullanarak yeni bir güç yaratma arzusu olarak yorumlamak eğilimindeler.

Tabii ki bu iki yorum kırılganlık ve sürekli artan parçalanma fenomenini tam olarak karşılamaz. Ayrıca bunlar bahsettiklerimizle de sınırlı değil. Zira Irak, Sudan, Somali ve ötesinde düzensiz siyasi sahnelerin ürettiği diğer fenomenler de var.

Bununla sınırlı olmadığına dair misal verecek olursak: DEAŞ’tan büyük darbe yiyen Irak rejimi -istikrar ve ülkenin birliğinin geleceği konusunda istekli ise- DEAŞ ve ayrımcı politikalar yüzünden mağdur olan Sünni kesimin şikâyetlerini dikkate almış olsaydı veya Kürtlere daha hoşgörülü davransaydı ne kaybederdi? Herhangi birinin adaylığı, mevcut cumhurbaşkanının ikinci bir dönemi kazanma şansını etkilemeyecek olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde beş ya da altı aday çıksaydı Mısır’a ne zararı olurdu?

Lübnan Başbakanı Saad Hariri, rejimin kalbi olan anayasada belirtilen rolünü oynamak, yürütmenin başı olmak ve güç dengeleri arasında arabulucu olmak için geri dönseydi ne zarar görürdü? Ancak sebebini ve içyüzünü kimsenin bilmediği nedenlerle cumhurbaşkanının lehine yetkilerinden feragat etti. Zira ortada duran karmaşık bir seçim yasası ve her bürokratik tayinde yaşanan büyük sorunlar var. Rejimde artık hiç kimse yetkilerinin sınırlarını bilmiyor. Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanı arasındaki çatışmalar, siyasal rejimin bizzat kendisinde bir kriz olduğunu gösteriyor gibi… Çatışmanın özü ise Başbakan’ın yetkilerinden kimin daha fazla koparacağı!

Libya’da, sanık teröristler açıktan idam edilmek yerine adalete teslim edilmiş olsaydı ve haklarındaki hükümler mahkemeler tarafından verilmiş olsaydı ne zararı olurdu? DEAŞ, bu cezalandırma yönteminin en çirkin halini iki Amerikalıya zaten uygulamıştı!

Aden modeli her yerde bedevi kırılganlığın en vahşi örneğidir. Koalisyon’un güvenliği korumak ve hizmet kurumlarını çalışmaya açmak için kenti Husi ve El-Kaide’den kurtarmasının ardından yeniden kurduğu El-Hizam el-Emni güçlerinin bizzat kendileri milis gibi davranıyor. Güney Yemen’in geleceğinde değil de bu gününde söz sahibi olmak istemeleri, Koalisyon ve meşru güçlerin her türlü parçalanmayı fırsat gören Husi milislerinden temizlemek için savaştığı Kuzey Yemen’den ayrılmak istemeleri bu durumun en tipik örneğidir.

Bu yapılar kırılgan ve aynı zamanda da politiktir. Ancak diğer yandan da “kültürel”dir. Şayet bir ülkede anayasal ve yasal dokunulmazlık yoksa -sözü edilen ülkelerde kesinlikle yoktur- insanların can ve mal güvenliğini ve temel çıkarlarını koruyan ahlaki, geleneksel ve toplumsal dokunulmazlıklar olmalıdır. Lübnan’da bir anayasa ve kanunlar var fakat işlevsizler. Kim hukuk dışına çıkmak istese, kanunlara en fazla boyun eğen kimsenin kendisi olduğunu iddia ediyor. Ancak insanlar en fazla büyük yolsuzluklara hayret ediyor. Elektrik, su, iletişim ve temizlik hizmetleri oldukça berbat durumda. Bundan dolayı bu türden sorunlar bir yandan hukuki bir mesele haline gelirken diğer yandan vatandaşların hizmet ve menfaatlerine yönelik bir hal aldı. Irak’ın bir anayasası var ancak yorumları çelişkili. Kendilerini yasaların üzerinde görenler var. Haşdi Şabi listelerine 120 bin kişi kayıtlı. Ancak hizmet alanlar 30 bini geçmiyor! Hiç kimse Trablusgarb’a kimin hâkim olduğunu bilmiyor ve bizler ordunun Libya’nın doğusuna hâkim olduğunu –milisler gibi davranan bir subay ve belki de subaylar var- zannediyorduk. Suriye’de anayasa ve yasaları zaten soran yok. Uzun zamandır da ne rejimde ne de muhaliflerde ahlak ve insanlığı soran da kalmadı.

Anayasal ve yasal konular rafa kalkmış durumda. Son yıllarda gelenekler ve ahlaki düşünceler de kaybolmaya yüz tutmuş ve geriye sadece dinin yasakları ve insanlar arasındaki yerel kurallar kalmıştır. Zulme karşı olan hareketler toplumlardaki bu boşluğun farkına vardılar. Eskiden hiç kimse milislerden ahlaka saygı göstermelerini beklemezdi ancak tecrübeler artık siyasetçilerden de beklenemeyeceğini gösterdi. O zaman çıkış yolu nedir? Bu soru yalnızca önceki açıklamanın bir sonucu değildir. Bu, yakın gelecekteki olasılıkların bir ön okumasının sonucudur. Başkanlık seçimleri genel havayı anlatıyor. Ancak politik ve sosyal alternatiflere açık değiller. Lübnan ve Irak’taki parlamento seçimleri sahada bulunan hâkim güçler nedeniyle herhangi bir alternatife kapı aralamıyor. Yakın gelecekte Suriye ve Libya’da gerçek bir seçimin yapılabilme umudu dahi yok. Bu sefer mesele gerçekten de ahlaki ve uzlaşma alternatiflerinin olmaması, güvenlik, can ve kamu parasının dokunulmazlığının eksikliği ile ilgilidir. Şayet politikacıların pek çoğunda ve silahlı örgütler arasında yaygın olan milis zihniyeti ve davranış biçimlerinden kurtulamazsak kesinlikle umut yoktur. Gerçek güç ve kuvvet ancak Yüce Allah’a aittir.