Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Korku’… Beyaz Saray içerisindeki çelişkili hikâyeler | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Londra: Emir Tahiri

ABD’de son zamanlarda çok satanlar listesinin başında yer alan Bob Woodward’ın “Korku: Trump Beyaz Saray’da” isimli kitabı, oldukça tuhaf olarak nitelendiriliyor. Kitap bir açıdan, tiyatral diyalogları ve baskın dramatik anlatımıyla edebi romanlara daha yakın görünüyor. Özellikle de romanın birbirinden farklı iki kahramanı oluşu ve bu ikisi üzerinde bir sır perdesi olduğu düşünülen bir tartışmanın bir araya getirmesi göz önünde bulundurulduğunda. Diğer yandan ise kitap, Donald Trump yönetimindeki politik diyalogları ancak Woodward gibi tecrübeli ve saygın bir gazetecinin formüle edebileceği şekilde oldukça basit bir üslupla gündeme getiriyor.

Woodward adı, öncelikle 1970’lerde ünlü olan politik Watergate skandalı döneminde yalnızca iki kişiden oluşan bir basın bildirim ekibinin bir parçası olarak ön plana çıktı. Skandalın üzerinden yaklaşık yarım asır geçmesinin ardından Woodward hala ‘Watergate Sendromu’ olarak adlandırılmaktan yakınıyor. Ya da bizim bildiğimiz ismiyle bir gazeteci veya muhabirin ilk ve son görevinin hükümet merkezlerindeki güçlü unsurları sürükleyip götürebilecek bazı sırları açığa çıkarmak olduğuna dayanan ‘gerekli araştırmacı gazeteciliğin belirtileri’.

‘Watergate’ döneminde, Woodward, o ve arkadaşının gizli ve son derece özel bir gündemi yöneten meçhul bir kaynak tarafından sömürüldüklerini anlayamadı. Basında yer alan haberlerle ortaya çıkarabildiğimiz sırlar, dönemin ABD Başkanı Richard Nixon yönetimi ve ülkenin başkanlık sistemindeki detayları ortaya çıkarmak için parça parça sızdırıldı. Bu ‘bilgi verici’ beslenme kaynağı olmadan, arkadaşıyla kendilerini adadıkları araştırmacı gazetecilikte uzun mesafeyi kat edemezlerdi.

Geçtiğimiz onlarca yıl boyunca Woodward, aynı çalışma üslubuyla; ABD’nin gizem dolu siyasi hayatı ya da bu güç unsurları hakkındaki gizli şeyleri açığa çıkaran 12’den fazla kitap yazmasına yardımcı olan basın ‘kaynakları’ bulmaya çalıştı.

Bununla birlikte, hazır veya kitabına almak istedikleriniz konusunda size yardımcı olabilecek ‘kaynakların’ bulunması, her zaman kolay değildir. Hiç kimse, daima Watergate skandalı gibi, siyasi öfke ve galeyana neden olacak derin gizemleri açığa çıkarma arzusuna sahip değil. Bu nedenle, böyle bir durumda ne yapılmalı? İzlenecek yollardan biri de bu sırları ‘uydurmadır’. Bu, halkı etkileyecek masal ve hikayelerden alıntılar yapıp bunları şüphe ve gizem halleri ile yeniden kaplamak anlamında gelebilir. Bir başka yol ise doğrudan ‘bazı’ gerçeklere dayanan okurlarda heyecan ve şüphe uyandıracak faktörlere sırtını dayamaktır.

Sayın Woodward’ın, yani gerçekleri ele alan seçkin bir gazetecinin durumunda yukarda belirttiklerimiz üzücüdür. Gerçek veya kurgulanmış sırlara ya da kaynaklara başvurmaksızın mükemmel basın malzemesi üretebilir. İnsan, Woodward’ın, ‘Bu bilgiler derin arka planlara sahip kişisel görüşmelere dayanmaktadır’ cümlesini okuduğunda, ‘güvenilir bilgi sahibi kaynaklara göre’, ‘soruşturma aşamasındaki konuya yakın kaynaklar’ veya daha da kötüsü ‘konu hakkında bilgili bir meslektaşıma göre’ gibi ifadeler kullandığını gördüğünde büyük bir utanç duyuyor.

Bazen ‘tereddüt ve inkar’ kriterlerinden hiç biri oyucunun daha da şüphelenmesini engelleyemez. Mesela, Woodward’ın, sözü, ABD’nin eski Ulusal İstihbarat Direktörü James Clapper ile Rus İstihbarat Birimi Müdürü Alexander Bortnikov arasında gizli bir görüşme gerçekleştiğine getirmesini buna örnek verebiliriz.

Bob Woodward’ın son kitabı 420 sayfa ve 42 bölümden oluşuyor. Her bölüm, her biri belirli konular etrafında toplanan özet gazete makaleleri formatında. Bu konular, ABD yönetimi içerisindeki kişisel ilişkilerden dış siyaset, ekonomi ve sosyolojiye kadar uzanıyor.

Kitabın adı yani ‘Korku’, kapakları arasındaki makalelerin hiç birinin içeriği hakkında bir şey yansıtmıyor. Donald J. Trump, kitapta olgunluktan ziyade şiddetli öfke nöbetleri geçiren ortaçağlardaki zorba bir diktatör yerine maiyeti için korkunç çocuksu bir imaja sahip. Kitapta ayrıca Trump döneminde Beyaz Saray’da kaosun hakim olduğu işbirliği ve tutarlılığın olmadığı bir imaj çizilmeye çalışılıyor. Buna rağmen, Sayın Woodward önüme bize sunulandan farklı görüntüler sunmaya çalışıyor gibi görünüyor. Donald Trump’ın daima seçim vaatlerine bağlı olduğunu görüyoruz. Genellikle yönetimdeki en yakın iş arkadaşlarından bazılarının güçlü muhalefetine karşı bunu yapıyor. Selefi Barack Obama’nın İran ile imzaladığı nükleer anlaşmadan çekilme konusunda Donald Trump, Eski Dışişleri Bakanı Rex Tillerson, mevcut Savunma Bakanı James Mattis ve Eski ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı H. R. McMaster’ın görüşlerine galip geldi. Çin’le başa çıkma ve ABD ile kıyaslandığında mevcut ticaret dengesizliğini ele alma konusunda Trump, Hazine Bakanı Steven Mnuchin ve Beyaz Saray’ın Eski Ekonomi Danışmanı Gary Cohn’un görüşlerini görmezden geldi.

Sayın Woodward’ın Başkan Trump’ın yönetiminin alışılagelmeyen bir şekilde siyasi diyalog ve çekişmeye açık olduğuna dair bir imaj çizmesi oldukça dikkat çekici. Eski Başkan Barack Obama yönetiminin tam zıddı bir portre çiziyor. Ki Obama döneminde Başkan önce karar verip ardından yardımcılarına danışıyordu.

Başkan Trump, görevinin ilk yılını yarılamadan Dışişleri Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı, Genelkurmay Başkanı hatta Strateji Başdanışmanını değiştirme kararı aldı.

Woodward kitabına, dikkat çekici bir şekilde başlıyor. Donald Trump’ın yardımcılarının başkanın fikirlerini gerçeğe dönüştürmesini engellemek için çeşitli hile ve kurnazlıklara başvurduklarını iddia ediyor.

Bob Woodward verdiği bir başka örnekte, Beyaz Saray’ın eski ekonomi danışmanı Gary Cohn’u ulusal güvenliği korumak amacıyla Güney Kore’yle ticari anlaşmadan çekilmeyi öngören bir mektubu imzalamaması için Trump’ın ‘masasından çaldığını’ belirtiyor. Bu, ABD’nin ulusal güvenliği konusunda ciddi bir tehdit oluşturabilir. Woodward, Cohn’un “Başkan bu mektubun ofisinden kaybolduğunu fark etmedi” dediğini aktarıyor.

Sorun, kitaba 100 sayfalık bir girişten sonra tam olarak belirtmek gerekirse 107. sayfada ortaya çıkıyor. Sayın Woodward, konuya girişini unutarak, bizlere bu sahte mektubun başka kopyaları da olduğunu söylüyor. Washington ve Seul hükümetleri, zaten yeni bir ikili ticaret anlaşması müzakereye başlamıştı. Bununla birlikte Sayın Woodward, Trump’ın danışmanlarından Rob Porter ve yönetimdeki başka iki danışmanın bazı belgeleri çaldıklarını ve çalışma arkadaşlarına Trump’ın aklındaki ‘tehlikeli fikirleri’ hayata geçirmesine engel olmak için bunu yapmaları gerektiğini söylediklerini iddia ediyor.

Woodward, yeni kitabının yüzlerce röportaja dayandığını söylüyor. Gazetecilik kitaplarında ‘yüzlerce’ ifadesi, 200 ila bin arasındaki sayıları ifade eder. Bunun ortalamasını aldığımızda 500 röportaj anlamına gelir. Her röportaja 2 saat ayrıldığını düşünürsek yaklaşık bin saatlik röportaj yapılmış olması gerekir. Bu, Trump’ın görevinde 2 yılının dolduracağı göz önüne alındığında kişisel röportajlar için oldukça büyük bir rakam.

Bunu kabul edersek, kitabın ilk 5 bölümünde Trump’ın seçim kampanyası ele alınıyor. 2 bölümde Trump’ın 2013 yılında Moskova’ya düzenlemeyi planladığı seyahat ve daha önce Barack Obama ve eşinin kaldığı büyük görkemli bir otelden süit kiralaması konu ediliyor.

Trump döneminde görevinden alınan FBI Eski Direktörü James Comey, ‘A Higher Loyalty’ (Üstün Sadakat) isimli kitabında, bazı kaynakların Donald Trump’ın eski ABD Başkanı Barack Obama ve eşinin Rusya’ya gerçekleştirdikleri resmi ziyaret sırasında kullandıkları süit ve yatağı kiralayarak ahlaksız partiler düzenlediğini iddia ettiklerine değindi. Bununla birlikte Bob Woodward, James Comey’in anlattığı hikâyeyi ‘çöp’ olarak niteleyerek tamamını reddetti. Ancak, okuyucuyu bu kitabın tamamen reddettiği hikâyeye neden bu kadar pay ayırdığına dair soru işaretleri içinde bıraktı.

Woodward, Trump’ın araçları ve silahlarına ne kadar bağlı olduğuna, seçim vaatlerini nasıl dayattığına ve hatta bunları nasıl uygulanması gereken politikalara dönüştürdüğüne dikkat çekiyor. İran ile yapılan nükleer anlaşmayı yerle bir etti. ABD’nin İsrail Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıdı. Paris İklim Değişikliği Anlaşması’ndan çekildi. Meksika ve Kanada ile Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması’nın (NAFTA) müzakeresini yeniden yürürlüğe koydu. Çin ve Avrupa Birliği’nden (AB) yapılan ithalatlara gümrük vergisi koydu. NATO’yu savuma harcamalarını arttırmaya zorladı. Son olarak ABD tarihindeki en büyük vergi indirimi planını icat etti.

Donald Trump’ın elbette başarılı olmadığı alanlar da var. Ülkedeki iddialı altyapı projesinin açılışı, Meksika ile güney sınırındaki ayrım duvarının inşa edilmesi ve ‘Obamacare’ olarak bilinen ulusal sağlık programının ortadan kaldırılması bunların başında geliyor.

Başkan Trump’ın dış politika dosyalarındaki performansı karışık olarak tanımlanıyor. Ancak tüm ayrıcalıklarıyla haydut bir devlet olan Kuzey Kore’yi Kuzeydoğu Asya’daki gerginliği büyük ölçüde azaltan bir müzakere sürecine getirmeyi başardı. Belki de geçmişte yıkıcı bir savaşla Kore Yarımadasını parçalayan nükleer silahların arındırılmasıyla sonuçlanacak.

Woodward, kitabında Donald Trump’ın sıradan bir vatandaş iken de bir takım ayrıcalıklardan yararlandığını ortaya çıkarıyor. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile yapıcı bir Avrupa ve Ortadoğu gibi politik açıdan hassas bazı bölgelerde Rus davranışlarında bir takım değişikliklerle sonuçlanan ya da sonuçlanmayan diyaloğa başlandığında 1999 yılında Kuzey Kore ile müzakerelere başlamaya teşvikte bulundu.

Bob Woodward, ‘Korku’da, Ortadoğu’da istikrarı güçlendirmeyi amaçlayan daha büyük bir stratejinin özü olması nedeniyle Donald Trump’ın Suudi Arabistan ile özel bir ilişki kurma stratejisine tam bir bölüm ayırıyor. Trump’ın köklü başkanlık protokollerini bir kenara atarak danışmaları, Tillerson ve Mattis’i görmezden gelip, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman’ı resmi bir öğle yemeği resepsiyonuna davet ettiği belirtiliyor.

Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ülkeleri ile üye ülkelerden biri olan Katar arasındaki anlaşmazlık bağlamında, Rex Tillerson ve James Mattis’in Doha ile imzaladıkları anlaşmalar hızlı bir şekilde kaldırıldı.

Başkan Trump, İran’ı ulusala sınırları dışında faaliyet gösteren ‘endişe duyulan ülkeler’ listesine ekleme konusunda çok ısrarcıydı.

ABD Savunma Bakanlığı tarafından hazırlanan Lübnan’daki İran’a bağlı Hizbullah hakkındaki özel bir raporda örgüt dünyanın en büyük terörist ağı olarak nitelendirildi. Raporda ayrıca söz konusu örgütle başa çıkmak için acil senaryolar geliştirilmesi gerektiğine vurgu yapıldı. Bakanlığın raporuna göre örgüt, Lübnan’da sayıları yaklaşık 48 bin ve Suriye’de 8 bin bulan savaşçılarının ve savaşlarının maliyetini karşılaması için İran’dan yıllık yaklaşık 1 milyar dolarlık bir yardım alıyor. Örgüt tarafından gerçekleştirilen tüm savaş ve mekanizmalar İranlı liderlerce yönetiliyor. Örgüt ayrıca Kolombiya, Venezuela, Güney Afrika, Mozambik, Kenya gibi ülkelerde gayrı resmi elçilikler kurdu. Öte yandan Avrupa’da uyuyan çok sayıda hücreleri bulunuyor.

Hizbullah ayrıca Irak, Bahreyn, Yemen’de bulunan kendisine bağlı gruplara fon ve silah sağlıyor. Öte yandan örgüt, Lübnan toplumunun her kesiminden önde gelen şahısların kendisine bağlanması için büyük meblağlarda para harcıyor.

ABD’li raporda, Hizbullah kendi başına bir tehdit olarak kabul ediliyor. Sayın Trump’ın, değerlendirmesine göre ‘kukla oynatıcısı’, gerçek hedef olması gereken Tahran. Tahran’da bir değişiklik olduğu takdirde, tıpkı eski Sovyetler Birliği’ndeki bütün komünist partilerin yok olarak kısa sürede tek bir parti halini alması gibi Hizbullah ve küçük terörist gruplar buharlaşacak ve otomatikman ortadan kaybolacak.

Woodward’ın romanında, tüm bunlar gösterilerek Trump’ın ABD’nin dış politikası konusunda oldukça ‘kişisel’ bir yaklaşım benimsediği ve somut ve tutarlı bir küresel strateji izlemeksizin orada burada siyasi anlaşmalar yapma konusunda arzusu olduğu belirtiliyor. Barack Obama yönetimi tarafından dayatılan, gevşeklik ve uyuşukluk içinde geçen yılların ardından ABD, gerçek ve somut sonuçlar olmaksızın uluslararası sahnede daha aktif bir hal aldı. Bunun nedeni kısmen Donald Trump’ın kendisin mağdur olduğu ikilik ve çelişkidir.

Kimi zaman onu savaş karşıtı geleneksel davetçiler gibi konuşurken görürsünüz, örneğin Afganistan hakkında, “Bu bir felaket, Orada asla başarılı bir demokrasi olmayacak. Oradan çekilmemiz gerek” cümlelerinin kullanırken. Afganistan’da daha fazla asker konuşlandırmayı talep eden komutanlarla bir araya geldiğinde, “Kaç asker öldü? Kuvvetlerimizden ne kadar kayıp verdik?” sorularını yöneltti.

Ancak daha sonra ABD askerinin Afganistan’daki varlığını arttırmayı kabul etti. Afganistan’daki ABD Kuvvetleri Komutanı General John Nicholson’a Obama tarafından verilen ‘Orada kalmaya devam et’ emrini, ‘O savaşı kazan’ şeklinde değiştirdi.

Woodward, kitabının çeşitli bölümlerini, ABD başkanlık seçimlerinin gidişatına müdahale etmek (ve etkilemek) yönündeki Rus girişimleri hakkında Özel Savcı Robert Mueller’in soruşturmalarına ayırıyor. Bu bölümler bazen komik casusluk romanlarına benzer bir hal alıyor. Bununla birlikte gerçek şu ki, geniş çaplı Mueller soruşturmaları, Rusya’nın seçimlere gerçek müdahalesi hakkında hiçbir şey kanıtlamadı. ABD başkanlık seçimlerinin sonuçlarını doğrudan etkileyecek böyle bir müdahale söz konusu değil.

Bob Woodward’ın kitabı, gerçekleşirse uzun vadede önemli olabilecek bazı vizyonlar içeriyor. Örnek verecek olursak, bir aşamada Trump’ın Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e suikast yapılmasını düşündüğünü iddia ediyor. Şayet bu doğruysa, bu Trump’ın, 1970’lerde çıkarılan ve yabancı devlet başkanlarına suikast gerçekleştirmeyi yasaklayan ABD yasalarını ihlal etmeye niyetli olduğu anlamına geliyor.

Bir başka iddia ise Çin Devlet Başkanı Şi Cinping, Başkan Donald Trump’a, halkına karşı kimyasal silah kullanmasına karşılık olarak, Beşşar Esed ordusunun üslerine karşı füze ateşlemesini desteklemek için telefon etti. Şayet bu doğruysa, Çin’in Suriye’nin bazı bölgelerinde Beşşar Esad’ı iktidarda tutma politikalarının kötüye kullanılması anlamına geliyor. Woodward’a göre Trump 100’den fazla yabancı devlet başkanından Beşşar Esed’e ait üslere füze saldırısı gerçekleştirmesini destek telefonu aldı. Bu, Rusya’nın Suriye’ye yönelik politikasının uluslararası alanda güvenilir bir desteğin olmadığını gösteren kanıt olarak görülebilir.

Woodward kitabında, Savunma Bakanı James Mattis’e Yemen’deki Husi milislerinin nasıl silah elde edindiğini öğrenmesini ve silah teminin engellenmesi için ciddi önlemler almasını emrediyor. Mattis ise bu emre, üzeri kapalı bir şekilde “Yemen sahilleri çok uzun” ifadeleriyle yanıt verdiği belirtiliyor.

Bu kitaptaki tuhaflığı arttırıyor. Çünkü isyancı Husi milisleri, Babu’l Mendeb Boğazı’na yakın Aden Körfezi’nin batısındaki Yemen sahilinin sadece sınırlı bir şeridini kontrol ediyorlar. Silahların kaçırılabileceği diğer tek kanal ise Hof Körfezi aracılığıyla Umman Sultanlığı. Her iki durumda da, silahların Husilere ulaştırılması askeri açıdan mümkün görünmüyor.

Woodward bazen, “Trump, neden böyle davranıyor?” sorusunu yöneltiyor. Bu da Trump’ın ünlü gazetecinin, kitapları ve çeşitli makaleleriyle uyumlu olmayan röportajlar veren ve haberlerini yaptığı önceki 7 başkandan farklı olduğu anlamına geliyor. Trump, başkanlığına savaş açan hakim medya araçlarındaki düşman bir unsur olarak kabul etmesine rağmen, Bob Woodward’a şahsen görüşme imkanı sundu.

Bu durum bana göre insafa daha yakın. Zira Woodward’ın son kitabı bizzat Trump hakkında sonunda olumlu bir bakışa ulaştığını ele veriyor. Seçmene verdiği sözlere saygı duyma konusundaki ısrar eden, benzerine az rastlanan nadir bir politikacı olduğunu ortaya koyuyor. Tarihsel karşılaştırmalar her zaman büyük politik sorunlara yol açar. Bununla birlikte, Trump’ın karakteri, geçtiğimiz yüzyılın başında sanayileşmenin hızından etkilenen birçok Amerikan vatandaşının endişelerini dile getiren eski ABD Başkanı Theodore Roosevelt’inkiyle kıyaslanabilir. Trump da tüm dünyayı boğan küreselleşmenin selinden büyük ölçüde acı çekenlerin endişe, beklenti ve umutlarını dile getiriyor.

Woodward, olumlu yönleri vurguladığı bir sahnede Trump’ın önemli ekonomi danışmanları ile uluslararası ticaret hakkındaki diyaloğuna değiniyor. Söz konusu danışmanların eski birer bankacı olduğunu açıklıyor. Başkan Trump’ın yardımcılarının, dünya ekonomisinin artık hizmetlere yöneldiğini, geleneksel dükkânların ve eski fabrikaların yerini, Starbucks, erkekler ve kadınlar için kuaför salonları gibi modern “servis” ünitelerine bıraktığını anlattıkları ifadeleri kelimesi kelimesine aktarıyor. Ayrıca, ABD’nin ucuz işgücü sağlamak için daha fazla sayıda göçmene ihtiyaç duyduğunu ve şirketlerin maliyetleri düşürüp karlarını artırabileceğini de söylüyorlar.

Ekonomik danışmanların, herhangi bir ekonominin kaçınılmaz ve kesin amacının bu, insan hayatının tüm modelini kısa zamanda parçalamak anlamına gelse bile daha fazla para kazanmak olduğunu düşündüğü açıktır. Bu tartışmaları dinleyen Donald Trump, bu sözleri, korkunç “Oldukça kötü ticaret!” başlığı altında bir kâğıda değerlendirmelerini kaydetti.

Bir başka deyişle, büyük gayrimenkul sermayedarı, ekonominin yalnızca para kazanmaktan daha fazlasıyla ilgilenmesi gerektiğinin bilincinde. Görünüşe göre Woodward, kitabında buna değinmiyor. Ancak bunun gerçek nedeni Trump’ın kendi içinde çelişen karakteri.