Filistinliler, davalarına şu ana kadar sabit bir formülle hizmet etti: Eğer nihai bir çözüme varamazsak mesele olduğu gibi kalsın.
Filistinliler son ortaya çıkan sorunların dalgalanmasından ve davalarının yavaş yavaş gündemden kalkmasından korkarak ellerini kalplerine götürüyorlardı.
Uzun yolculuklarında davanın geri plana atıldığı, bölgesel ve uluslararası gündemden düştüğü olmuştur. Ancak Allah’ın yardımı ve özellikle bölgedeki uluslararası gelişmelerle birlikte Filistinlilerin kararlılığı davayı tekrar gündeme sokmuş ve Filistinlilerin bir çözüm sunulacağına dair ümitlerini diriltmişti. Başından bu yana davanın bölgesel ve uluslararası arenada en uzun süreli olarak ihmal edildiği zaman dilimi ‘Arap Baharı’ dönemi olmuştur. Arap ülkelerinin birçoğunda yaşanan kanlı olaylar, Filistin meselesini etkinlik ve ciddiyetten ziyade azar tonunun arttığı, klişeleşmiş cümlelerle mücadele edilen kültürel bir hayalete dönüştürdü.
Trump’ın Beyaz Saray’daki başkanlık koltuğuna bir göktaşı gibi düşmesinden bu yana Filistin davasının semaları kara bulutlarla kaplandı. Trump döneminde işler diğer zamanlarda olduğu gibi yürümedi. Gündemdeki etkinliği zayıflamakla kalmayıp daha sakıncalı bir hâl almaya başladı. Netanyahu’nun söylemleri, Arap ve uluslararası bilince ihraç edilen bir misyon olarak belirdi. Temel hedeflerinden biri de Filistinlileri ümitsizliğe sürüklemekti.
Arapların İsrail’in düşmanı olmaktan çıkarak dost ve müttefiki haline geldiği yönünde bir söylenti yayıldı. Siyonist medya, ‘beceriksizlik ve kardeşlerin yüz üstü bırakması’ konusunda Filistinlilere İsrail’in gücünü kabul ettirmeyi hedefleyen kampanyalar yürüttü. Güçlü Siyonist mekanizmasının medya gücünün hizmet ettiği İsrail olgusunun Filistinlilere dönük etki gücüne bakacak olursak Filistinliler sanki çıldırmış gibiydi. Birçoğu davalarını makul bir rotada tekrar gündeme getirmek için çok çalıştı. Bununla birlikte uluslararası planda birkaç başarıya imza atan çabalarının halen tökezleyen binekleri için yakıt temin eden niteliklerinin yükselmesine ihtiyacı var. Filistinliler her ne kadar uluslararası arenada destek kazanmış olsa da en önemli destek Arap kollarından gelecek olan şefkattir. Bu noktada Zahran Zirvesi’nin önemi ve neden Kudüs Zirvesi olarak adlandırıldığı anlaşılıyor. Aynı şekilde açık olarak kınanan Amerikan eğilimlerine hiçbir şekilde uymayan Arap kararlarının siyasi amacı da anlaşılıyor. Amerika’nın planları ile Arapların özdeşleşmesinin aslında imkânsız olduğunu gözler önüne seriyor.
Yaşananların başlatan, bir anlamda Filistinlilere istisnai bir durumda gerekli yakıtı da sağladı. Bu, gerçekleşmemesi durumunda Zirve kararlarını anlamsız kılacak iki duruma bağlıdır: ilki, Filistin yönetim merkezinin yalnızca bölünmeyi bitirmek için değil, Filistinlilerin hayatında kurumları tekrar etkin hale getirmek için de düzenlenmesidir. İkincisi, Zirve’nin kararlarının ABD ve İsrail de dahil olmak üzere dünyayı ikna edecek bireysel ve kitlesel çabalarla Filistin hakkının taviz kabul etmez bir Arap hakkı olarak denklemde yer alacağını kabul ettiren bir evreye taşınmasıdır.
Son olarak 9. ve 10. zirveler, Filistinlilere erişebilecekleri en uzak amaçları sundu. Diğer yandan şunu söylemek de mümkündür: Zirve, topu tekrar Filistin’in sahasına gönderdi.