Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kürtlerin sorunu Türkiye ve İran’la; Irak ve Suriye ile değil! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Hâlihazırda olduğu gibi Kürt ya da ‘Kürtler’in bölgesel bir soruna dönüşmesi bekleniyordu. Birinci Dünya Savaşı ve 1956 yılındaki Süveyş Savaşı’nın ardından savaşın galibi devletler yani Büyük Britanya, Fransa ve daha sonra ABD, ganimet taksimi neticesinde başlıca Ortadoğu ülkelerini aralarında pay ettiler. Söz konusu ülkeler arasında Türkiye birinci, İran ikinci, Irak üçüncü ve Suriye dördüncü sırada gelmektedir. Bunlara ek olarak bazıları Lübnan ve Ürdün’de etkili bir siyasi varlığa sahip olmayan azınlık durumuna düştüler. Mısır, Azerbaycan, Ermenistan ve belki Rusya için de bunu söyleyenler var.

Arapları Kürtlerden ayıran birtakım özellikler vardır. Öncelikle Arapların sayıları 300 milyon ya da daha fazlasını bulmaktadır. Daha sonra Emevi ve Abbasi Devleti olmak üzere iki devlet (imparatorluk) kurmuşlardır. Osmanlı Hilafeti olarak adlandırılan devlet içinde de Osmanlı rejiminin ortağı olmasalar da merkez kütle konumunda olmuşlardır ve 400 yıl belki daha fazla yani Osmanlı yaşadığı müddetçe bu durum muhafaza edilmiştir. Osmanlı’nın başkenti İstanbul (Kostantiniye) idi ancak Dımaşk-Şam’da, Kahire’de, Bağdat’da; aynı şekilde dini konumu itibarıyla Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’de de yönetim merkezleri vardı. Nitekim Türk halife, ‘Emiru’l Müminin’ unvanını taşıyordu.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında ganimetler taksim edilirken Doğu Akdeniz ve Nil Vadisi’nde en büyük pay İngiltere’ye düştü. Irak’ta, Irak Kürdistan’ını barındıran bir Arap devleti kurması gerekiyordu. Bu devletten bir tane de cumhurbaşkanlığı seviyesine varan bir Kürt varlığıyla Suriye’de kuruldu. İran’da ise Kürtlerin varlığı, gerek birinci Şah Rıza Pehlevi gerek 1979 Humeyni devrimiyle ortadan kaldırılan oğlu Muhammed döneminde ve hatta şimdiye kadar ikinci planda kaldı. Kürtlerin bağımsızlık istekleri daha ilk günlerden bastırıldı. Nitekim Kirmanşah’da ‘sarıklılar’, casus bir kitle oluşturdukları bahanesiyle elektrik direklerini onlar için darağaçlarına çevirmişlerdir. Sözde onlar Amerika’nın yani ‘küresel kibrin’ casuslarıydı. Ancak bu iddianın hiçbir şekilde aslı yoktur.

Belirtmek gerekir ki gerçek bir Kürt devleti kurma yönündeki ilk girişim 1946’da Mahabad’da -girişimin başarısızlığa uğramasının ardından idam edilen – Kadı Muhammed ile Mesud Barzani’nin babası Mustafa Barzani tarafından, Sovyetler Birliği’nin desteği ABD’nin onayı ile ‘Mahabad’ Cumhuriyeti adıyla gerçekleştirildi. Ancak bu destekçiler rıza Şah Pehlevi ile bir ‘komplo’ kurarak desteklerini geri çektiler. Olanlar oldu. Bu ‘intihar’ girişimi yedi ay sonra sona erdi. Bu halk ve toplum için bu tarihi ana kadar teşvik edici bir unsur niteliğinde…

Bu noktada ‘Başkan’ Mesud Barzani tarafından atılan son referandum adımı, babası Mustafa Barzani ve Kadı Muhammed’in 1946 yılında Mahabad’da attıkları adımla benzerlik göstermektedir. Önceki teşebbüsü başarısız kılan uluslararası-bölgesel oyun, son ‘Ebu Mesrur’ çabasını da boşa çıkarmıştır. Görünen o ki bölgedeki dengeler bu şekilde kaldığı ve Irak Kürtlerinin arasındaki bu anlaşmazlıklar devam ettiği sürece yakın zamanda aynısı tekrar etmeyecek. Bazıları, Kürdistan bölgesinin eski önderini ailevi mirasından ve babalık bağlarından nihai bir şekilde kurtarmak için İran’la komplo düzenlemektedir.

İşin aslı Kürtleri genel olarak zayıf düşüren şey, Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki taksimdir. Nitekim bu gelişme ile birlikte ana unsurlarının siyasi yönelimleri ile aralarına uzak mesafe girmiştir. Türkiye merkezli PKK’nın talepleri ve bağlantıları Mesud Barzani’nin partisi ‘Demokrat Kürt Partisi’ ile farklılık göstermektedir. Bu durum Celal Talabani’nin ‘Ulusal Birlik Partisi’ kalıntıları, Berhem Salih’in kurduğu siyasi oluşum ve İslami, laik, Marksist-Leninist ya da Nakşibendi eğilimleri olan diğer marjinal gruplar için de geçerlidir.

Genel manada Kürtlerin Araplarla bir sorunu yok. Bu iki oluşum ve iki ümmetin bir arada yaşam tecrübesi gerek Suriye gerek Irak’ta çok eskilere dayanır. Ve Kürt, uzun yıllar süren Arap medeniyeti yolculuğunda her zaman ana ortaklardan biri olmuştur. Arap eşitliklerini hazırlayanların en hayırlısı da bu kardeş halktı. Bu durum, İran ve Türkiye’de geçmişte ve şimdi olanlardan oldukça farklıdır.

Sorun şu ki gerek Türkiye ve gerek İran’da Kürtler devlet içinde temel bir ağırlık oluşturmaktadır. Nitekim Türkiye’de sayıları 20 milyonu bulurken İran’da 15 milyona ulaştığı söylenmekte. Bu demek oluyor ki bu iki bileşenden herhangi birinin bağımsız devletlerini kurma ve kendi kaderlerini tayin etme hakkını elde etmeleri, hem Pers İranlıları hem de Osmanlı Türkleri için büyük bir felakete sebep olacaktır. Kısaca Ortadoğu’daki ve uluslararası durum değişmedikçe bu hedef uzak bir hayal olarak kalacaktır.

Daha açık bir ifade ile Pers İranlılar, çok iyi biliyorlar ki eğer kendi ‘Kürtleri!!’ bağımsız bir devlet kurarsa ayrılıkçı düşmanlık, Azerilere de taşınacak. Ve elbette Beluçlara, Araplara ve diğer birçok kavme de… Bu, İran’ın gözden kaybolacak kadar küçülerek bölgesel herhangi bir role sahip olmaması anlamına gelecek ve böylece bu bölgede ‘polis memuru’ sıfatıyla yüklendiği tarihi görevini de kaybedecektir. Aynı durum, 1939 yılında Atatürk Türkiyesi’nde Türkiye topraklarına katılan ve ‘Hatay’ ismi verilen İskenderun Araplarının da aralarında bulunduğu diğer bileşenlere kıyasla Kürtlerin bir ağırlık oluşturduğu Türkiye için de söz konusudur.

Türkiye, düzinelerce savaş vermek durumunda da kalsa Kürtlerin ya da bir başkasının ana gövdeden ayrılmasına izin vermeyecektir. Nitekim onun nazarında bu kendi varlığını ve bütünlüğünü savunmak anlamına geliyor. Bu durum, etnik ‘azınlıklar’ın ilk olarak Şehinşahlar daha sonra bu devlete karşı Despot Humeyni devleti döneminde mücadele başlattıkları İran için de aynı şekildedir. Dolayısıyla Irak Kürtlerine, erken dönemlerden bu yana ve uzun yıllardır uyguladıkları bölge eksenleri ile oynama politikalarını terk etmek kalıyor. Irak’taki Araplar ise ilkesel olarak şiddetten uzak bir anlayış varsa bağımsız bir devlet kurmaya kadar varabilecek meşru hakları elde etmeye karşı değillerdir.

Sonuç olarak bu halkı, diğer bölge halklarının elde ettiklerinden mahrum bırakmak zulüm üstüne zulümdür. Kürtlerin de Arapların, İranlıların ve Türklerin sahip oldukları hakların aynısına sahip olduklarını inkâr edenler, bu insanların bulundukları ülkelerde patlamaya hazır bir saatli bomba durumunda bulunduklarını idrak etmeleri gerekir. Bu özellikle Türkiye, İran ve kuzey bölgesinde özerk bir yönetim kurdukları Irak açısından bağımsız bir devlet olmak için yapılan meşhur ‘referandum’ savaşı öncesinde son yıllarda yaklaşan bir tehlikedir.

Dünya ve Ortadoğu üçüncü bin yılda bu kadar mesafe kat etmişken bu halkın diğerlerinin sahip olduğu haklardan mahrum edilmesi caiz değildir. Bu, söz konusu ülkelerde siyasi ve güvenlik çalkantılarına sebep olacaktır ve büyük devletlerin başta Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere Ortadoğu devletlerini parçalamalarını kolaylaştıracaktır.