Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Kushner’ın ziyareti ve Arap parametreleri | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

ABD Başkanı Donald Trump’ın Uluslararası Müzakereler Özel Temsilcisi Jason Greenblatt ile Jared Kushner’in bölgeye yaptığı ziyaretin ardından Filistin-İsrail meselesi yeniden uluslararası ve bölgesel ilginin odağına yerleşti. Bu ziyaret, büyük beklentilere neden olan bir anlaşmaya hazırlık amacı taşıyor. Trump’ın damadı Kushner’ın anlaşmanın maddeleri ve içeriği hakkında bir açıklamada bulunmaktan kaçınması, bu konuda zaten var olan belirsizliklerin daha da artmasına neden oldu.

Buna rağmen Sayın Kushner’ın Filistinli “el Kuds” gazatesine yaptığı açıklama, açık ve kesin bir gerçeği ortaya koydu: O da başta Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün olmak üzere tüm Arap liderlerinin tek bir konuda görüş birliği içinde olduğu; yani başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti.

Kushner’ın ‘Filistinlilerin onurunu koruyacak’ ve yıllarca tartışılan sorunlara gerçekçi bir çözüm sunacak bir anlaşmadan bahsetmesi şüphesiz bizim açımızdan iyi ve güzel bir gelişme. Ancak burada sorulması gereken can alıcı soru şu: ABD büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınmasını ve ‘Şehirlerin Çiçeği’ Kudüs’ü, doğusu ve batısı ile İsrail’in başkenti olarak tanıyan kararın ışığında bu anlaşmayı nerede konumlandırmalıyız?
Suudi Arabistan’ın 2002 yılında başlatmış olduğu Arap Barış Girişimi’nin üzerinden 16 yıl geçmesinin ardından insanın aklına şu soru geliyor: ”1948’den günümüze hem Filistin hem de İsrail tarafına bundan daha iyi ve yararlı bir çözüm sunulmuş mudur?”

Eğer İsrail, Arap-İsrail çatışmasının sona erdirilmesi ve kendisi ile ilişkilerin normalleştirilmesi karşılığında 1967 sınırları içerisinde uluslararası alanda tanınan bir Filistin devleti kurulması ve mülteci sorununun adil bir çözüme kavuşturulması gibi önerileri kapsayan ve o zamanki Veliaht Prens Abdullah bin Abdülaziz’in başlatmış olduğu bu girişimi kabul etmiş olsaydı, bugün bölgemizin çok farklı bir durumda olabileceğini düşünmeden edemiyorum. Şayet bu olsaydı barış gerçekleşir ve bugün Arap-İsrailli nesiller bunun meyvelerini topluyor olurlardı. Ancak İsrail tarafı, barış görüşmelerini uzatmaktan ve ciddiye almamaktan hoşlanıyor.
Eğer Washington gerçekten de Kushner’ın dediği gibi, ‘Filistin halkını memnun edecek’ gerçek bir barış planı yayınlamakta ciddi ise, yapması gereken tek şey Arap Barış Girişimi’ni ciddi bir şekilde yeniden ele almak ve 1996 yılında Kahire’de düzenlenen Olağanüstü Arap Zirvesi’nin kararlarını gözden geçirmektir. Uluslararası meşruiyetin sorumluluğunda olan bu kararlar, İsrail’in buna uyma taahhüttüne karşılık Arap ülkeleri açısından adil ve kapsamlı bir barışın stratejik bir seçim olarak görüldüğünü vurguluyor.

Arapların ve Müslümanların tüm dünya şehirleri içinde en güzeli, dini ve inanç temelli bir şehir olarak gördükleri Kudüs hakkındaki duyguları anlamaya çalışıldığı ve sahip oldukları haklara saygılı olunduğu zaman ancak gerçek bir barış sağlanabilir. Uluslararası kararlara göre Kudüs, İsrail’in işgali ettiği bir şehir konumundadır. Dolayısıyla Arap Barış Girişiminin sunduğu çözüm önerilerinde önemli bir yeri olan bir şehre ABD büyükelçiliğini taşıma kararı, Filistin yönetimine yapılan ABD yardımlarının kademeli olarak kesilmesi, Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas’a (Ebu Mazen) baskı yapılması, BM Filistin Mültecilerine Yardım Ajansı’nın (UNRWA) kapatılması gibi atılan adımların tamamı sadece barış görüşmelerinin daha başlamadan çökmesine ve sürecin daha önce yaşanmamış tarihi bir tıkanıklık ile sonuçlanmasına neden olacaktır .
İki ABD Özel Temsilcinin yaptığı son ziyaret, Arap-Müslüman-Hristiyan halklar arasındaki ortak organik bağa vurgu yapmıştır. Suudi Arabistan da Filistin sorunu konusunda kararlı ve destekleyici tutumun liderliğini üstlenmeye devam ediyor. Geçen Nisan ayında yapılan Kudüs Zirvesinde yaptığı konuşmada Kral Selman bin Abdülaziz’in belirttiği gibi, bu sorun tüm Arapların en önemli sorunudur ve öyle kalmaya da devam edecektir. Kral konuşmasında, ‘’Başta başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız bir Filistin devleti kurulması olmak üzere Filistin halkı meşru tüm haklarına kavuşana kadar bu dava en öncelikli davamız olarak kalmaya devam edecektir” ifadelerini de kullanmıştı.

Arapların bu tutumuna paralel olarak son günlerde tüm dünyadan buna destek veren açıklamalar geliyor. Bu ayın 22’sinde yapmış olduğu açıklamada Papa Francis, Vatikan’ın Papa Onuncu Piux (1835-1914) zamanından beri Theodor Herzl’in Kudüs’ün Yahudileştirilmesi fikrine karşı olduğunu ve kutsal şehrin kimliğinin korunması gerektiğini vurgulamıştı.
Sayın Kushner’ın Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da insani gelişmenin sağlanması, Filistinlilere daha onurlu ve iyi bir hayat fırsatı sunma gibi öneriler bizim açımızdan çok iyi. Aynı şekilde Napalyon Bonaparte’ın ordular hakkında söylediği sözden esinlenerek, “Halkların karınlarını doyurmaya baktığı” yönündeki sözlerine de hiç kimse itiraz etmiyor. Ancak aynı zamanda unutulmamalıdır ki halklar sadece ekmek için haklarından ve onurlarından vazgeçmezler.

İsrail’in sonsuza dek her an bir savaşın eşiğindeymiş gibi, ABD’nin -halkı ve elitleri- ile kendisine verdiği mutlak ve sonsuz desteğe dayanarak yaşamını sürdürmesi mümkün değil. Bu, hiç de gerçekçi olmayan ve ancak bir hayal olarak görülebilecek bir düşüncedir. Özetle uzun süredir devam eden ve Tel Aviv ile Washington’da birileri anlaması gerekeni anlamadığı sürece bir o kadar daha devam edecek olan bu krizin çözümünü garantileyebilecek tek girişim Arap Barış Girişimidir.