Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Laiklik Kum kentinde kendisine yer bulur mu? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Siyasette var olabilmek için gerekli hale gelen bir kavram İslamcılık…

Hükümetin tüm kararlarını meşru hale getiren kavram İslamcılık…

Evet her kapının anahtarı olarak kullanılan İslamcılık sıfatı, İran’daki Humeynici rejimin Şii teokratik yapısının da meşrulaştırıcısı…

Peki, sıfatın asıl olanı saptırdığı şöyle dursun; Ya sıfat, vasfedilenle bağlantılı olursa?

Ya uzmanlar, siyasi yapı olmak bakımından İslam Cumhuriyeti ile Şii mezhebinin geleneksel yapısı arasında belirsiz gerilimi fark edememişse?

Şiilik, bir mezhep olarak Hristiyan kiliseleri gibi hiçbir şekilde resmi bir kimlik arz etmese de en azından son iki asır boyunca belirleyici bir anlayış ve hiyerarşi ile gayri resmi yapısını geliştirmeyi başardı.

Zaman zaman kendisini aşan hükümet mekanizmasına karşı açık muhalif tutum sergiledi.

Bu yapının tam ortasında da “İlim Havzası” yer aldı ki bu havza, tam anlamıyla peş peşe gelen nesillerin, kendilerince muteber Şii din adamları tarafından eğitimine adanmış dini okullar ağından ibaretti.

Şubat 1979’da İran şahının ülkeden ayrılmasının ardından Ayetullah Humeyni’nin hiçlikten gelerek İran siyaset sahnesinde oluşan beklenmedik boşluğu doldurma yönünde yaptığı atakla birlikte hâkim kanaat, ‘ilim havzası’nın mezhepsel hiyerarşinin ana kolu olduğunu ilham etti.

Daha sonra beklenen etkin birleşme yoluyla yeni devletin iktidar ve yönetim mekanizmasının dizginlerini ele alacaktı. Ancak bu birleşme, olayların gerçekliğinde kayda değer bir yer bulamadı.

Her şeyden önce egemen Humeynici rejim, yalnızca bir avuç ‘Ayetullah’ı destekledi.

Onların desteklenmesi de birçoklarının beklediği gibi mutlak bir coşkuyla olmadı.

Daha açık bir ifade ile söylemek gerekirse meşhur Şii sarığını dolamış olan ve parmakları arasında uzun tespihler sallandıran adamların sayısı gittikçe arttı.

Nitekim belirgin dini görünüm, o dönemde aslanın ağzındaki ekmeği alma ve farklı resmi kurumlarda iş bulmanın olmazsa olmaz şartlarından biri haline geldi. Böylece binlerce fırsatçı, alışıldık sivil kıyafetlerini koyu dini cübbelerle değiştirerek kendilerine ‘Huccetü’l-İslam’ veya ‘Ayetullah’ gibi isimler taktılar!

1979 yılında, o dönemde Şah yönetiminin bir kolu olan Vakıflar Ofisi, din adamlarının ve öğrencilerinin sayısını yaklaşık 200 bin olarak tespit etmişken bu sayı 1989 yılında neredeyse yarım milyona ulaştı.

Bu kadar yüksek sayıda yeni molla yetiştirmenin pratikte imkânsıza yakın olduğunu göz önünde bulundurursak, din adamlarının sayısını iki katından fazlasına katlayan bu garip artışın ‘sözde’ din adamlarının sayısındaki büyük patlamadan kaynaklandığını görmek zor olmasa gerek!

Bu yeni ‘sözde’ din adamlarının görevlerinden biri, yeni hâkim rejime özgü dini iddialara ilmi dayanak sağlamaktı.

Bu esnada her şeye rağmen bunların varlığı, geleneksel din adamlarının bağımsız kimliklerini olabildiğince koruması için bir zemin hazırladı.

Yeni egemen Humeynici rejimin dini iddiaları, Irak’ın Necef kentindeki ‘İlim Havzası’ okullarının İran rejiminin kontrolü dışında olduğu,  dolayısıyla Humeyni’nin siyasi düşünce ve inanışlarına karşı çıkan İranlı din adamları için güvenli bir sığınak sağlayabileceği yönündeki gerçekliğin karalanmasına yol açtı.

Bununla birlikte Tahran’daki yeni rejim, Kum şehrindeki ilim havzasını korkuttuğu ve rüşvete bağlayabildiği sürece bu havzanın işlerinden biri, rejimin iddialarına kısmî destek sağlamak ve istenen doğrultuda dini meşruiyet kazandırmak oldu.

Bu amacı gerçekleştirmek için egemen rejim, yedi ila dokuz Ayetullahtan oluşan bir Ruhban Meclisi kurdu.

Bu Ayetullahları ise ‘Yüce Rehber’, rejimi desteklesin ve hükümetin cömert bağışları ile güçlendirsinler diye bizzat kendisi seçti.

Bu ‘seçilmişler’in bazısı epey zenginleşse de gerçek anlamda halkın ilgi ve sevgisini kazanamadılar.

Bundan dolayıdır ki rejim, onların popülerliğine dayanacağı yerde onlar, varlığına, görevlerine ve bağışlara süreklilik kazandırmak için rejimin zenginliğine dayanır oldular.

Seneler geçtikçe Kum başta olmak üzere ülkenin dört bir köşesinde 30’dan fazla şehirde yayılan ve etkinleşen ilim havzaları, kendileri ile İslam Cumhuriyeti’nin yönetim mekanizması arasında bir nevi tampon bölge oluşturmayı başardılar.

İran’daki geleneksel mezhepçiler, siyasi tutumları desteklemeye yanaşmadılar ve kendilerini İslam Konseyi, Uzmanlar Meclisi ve Muhafızlar Konseyi gibi farklı devlet organlarından tam anlamıyla uzak tutmayı gerekli gördüler.

Necef’te oldukça önemli olan ilim havzası, kendisini Humeynici devletin organlarından olabildiğince uzak tutmanın bir yolunu buldu. Sözgelimi Ayetullah Uzma Ali Muhammed Sistani başta gelmek üzere Necef havzasındaki başlıca isimler, İran’ı ziyaret etmeyi bıraktı.

Meşruiyeti, halk gösterileri tarafından sorgulanan “İslam Cumhuriyeti”, şimdilerde meşruiyetini tekrar ilim havzasında özellikle de Kum’daki geleneksel ruhani hiyerarşik sistemde arıyor.

Geçtiğimiz yaz Kum şehri, rejime karşı devrim için açık bir sahne haline geldiğinde ‘Yüce Rehber’ Ali Hamaney, şehre olan ziyaretini iptal etmek zorunda kaldı. Şehirde rejimin güvenliğini geri sağlaması için İmam Sadık Tugayı’na emirler verdi.

Resmi hükümet propagandası, mevcut siyasi hoşnutsuzluğu üstü kapalı olarak destekleyerek geleneksel din adamlarının ‘sekülerleştiğini’ iddia etti!

Bu iddia, geçtiğimiz Ağustos ayında geleneksel Şii din adamlarını sindirmek amacıyla İmam Sadık Tugayı’nın gözetim ve denetimi altında İslami Güvenlik Teşkilatı tarafından başlatılan gösterilerin ana temasıydı.

Genç ilim öğrencilerinin binlercesi ile birlikte İmam Sadık Tugayı, ünlü Feyziye Medresesi’nin binasını ele geçirdi ve hükümet yanlılarını da yanına alarak oradan geleneksel Ayetullahlara ve öğrencilere yönelik şiddetli bir saldırı başlattı.

İran Devrim Muhafızları’nın en meşhur medya teorisyenlerinden olan Hasan Rahimpur Ezgadi, “İlim havzasının sekülerleşmesi, ülkedeki mevcut rejime açık bir tehdittir. İlim havzası aslında sekülerlikle uyum içerisinde ve bu kasıtsız olabilir” ifadelerini kullandı.

Kum şehrindeki güç gösterisi, kısmen rejimin din adamları ile öğrencilerine saçtığı cömert bağışlara dair mırıldanmaları içeriyor ve örtük olarak şu tehdit yer alıyordu: İlim havzası, rejim muhalifleri kanadında yer alırsa ülkedeki işi tamamen biter.

Geleneksel din adamları ise Ayetullah Uzma Muhammed Cevad Alevi Burucerdi’nin verdiği bir vaaz üzerinden hızlı bir tepki gösterdi. Burucerdi, İran’da pek çokları tarafından Kum şehrinin önde gelen din adamlarından biri olarak kabul görüyor.

Burucerdi vaazında şu ifadelere yer verdi: “Birtakım kimseler, ilim havzasının sekülerleştiğini iddia ediyor. İlim havzasının insanların hayatını, sorunlarını ve korkularını umursamadığını iddia etseler yalan söylemiş olurlar. Şii mezhebi özünde siyasi bir mezheptir ve insanların hayatı ve dertleriyle ilgilenmememiz gibi bir şey hiçbir şekilde söz konusu olamaz”.

Tam anlamıyla rejim yandaşı olan din adamlarına yönelik sert saldırısında ise Ayetullah Burucerdi, “Sekülerler, ülkedeki iktidarın koltuğunda oturanlara kör bir bağlılık ve itaat gösterenlerdir. Despot iktidarı destekleyen ideolojileri üretirler. İlim havzasından onların hırslarını anlamasını beklemesinler” dedi.

Sözlerine devamla, “Doğru, devlet ve iktidarının sınırlarına dair meseleleri tartışıyoruz. Bilim ve sanat alanlarında olduğu gibi din alanının da yapıcı ve özgür bir tartışmaya açık olması gerekir. Bundan kasıt insanların tartışma, fikir alışverişi ve teori üretme noktasında özgür olmalarıdır. İlim, özgürlüğün olmadığı ve herkesin bundan eşit düzeyde faydalanamadığı bir ortamda bir adım ilerleyemez” ifadelerini dile getirdi.

Ayetullah Burucerdi, “Biz daima çevremizdeki insanların bağışlarına dayandık” sözleri ile İran hükümetine din adamları ile öğrencilerine yönelik cömert bağışları durdurma çağrısında da bulundu.

Ayetullah Uzma Burucerdi’nin vaazından 48 saat sonra ‘Yüce Rehber’ Ali Hamaney, İmam Sadık Tugayı Komutanı Hasan Tabibi’yi görevden aldı ve Ağustos ayında Kum’da gerçekleştirilen şüpheli gösteriler hakkında soruşturma başlatılması emrini verdi.

Kum şehrinin sekülerleşmesi mümkün mü?

Bunu olumlu yönde yanıtlamak oldukça zor;

Yıllardır sefalete mahkum edilmiş halkın tepkilerine yol açan Tahran elitlerinin içine işleyen kibir, cehalet ve kendini beğenmişliğe rağmen hem de…