Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Laiklik Siyaseti’ üzerine reformist tecrübeler | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Modern çağda düşünürlerin en çok yoğunlaştığı, tartıştığı konuların başında “Müslüman geleneğinde İslam Devleti tasavvurunun ne’liği” gelir.

Ayrıca bu tartışma, Avrupa’nın laiklik tecrübesinde olduğu gibi, modern devletin güçlenmesine katkıda bulunan, ‘Müslümanlar için alternatif bir model’ yaratmadı.

Bugüne kadar, radikal İslami hareketlerin literatürü, ister İslam devleti ütopyası, isterse de tarihsel uygulamaları olsun, ya da bütünüyle Hilafet dönemine dönüş hedefi olsun, “Devlet” kavramı ile başlıyor…

İki İngiliz ve bir Fransız devrimi sonrasında bir yüzyıl boyunca oluşan ‘modern devlet’e yönelik Müslümanların kaygısını görmezden gelmek mümkün değildir. O zaman, devletin laikleşmesi kavramı, Hristiyanlıkla ilgili bir sorundan kaynaklandığı şüphe götürmez bir gerçektir. Fakat Laik model, siyasi idareyi daha insancıl yapan, hukuku uygulayabilen ve insanlar arasındaki farklılıklara daha iyi hakemlik edebilen önemli bir yönetim modeline dönüşmüştür.

Bu devlet modeli mantar gibi türemedi ancak kökleri, aşamaları, geçmişi olan ve günümüz modern devletleri tarafından benimsenen “kuvvetler ayrılığı”nı esas aldı; Model, eski bir kabile olan Cermen kabilelerinin uygulamalarından esinlenilen bir modeldi aynı zamanda.

Bu alanda Muhammed Arkoun’un “İslami Düşüncenin Tashihi” adlı eserine değinmek gerekir. Zira kitabında Fransız Devrimi’ni büyük çağdaş zamanların başlangıç noktası olarak analiz ediyor. Bunun da burjuvazi ile Kilise ya da laiklerle köktenciler arasındaki mücadeleden kaynaklandığına vurgu yapıyor. Emile Paula’nın “Burjuvaziye Karşı Kilise”, “Tarih ve Teolojik Doktrin” ve “Katolik Hristiyanlık Dönemindeki Modernist Zamanlar” gibi eserlerindeki görüşlere sürekli atıfta bulunarak tezini güçlendirmeye çalışmakta.

Arkoun, laikliğin dinin alternatifi olarak görülmemesi gerektiği söylüyor ve tezini şu şekilde dillendiriyor: “Sekülerlik ya da laiklik olarak adlandırdığımız hareketin, bazılarının zannettiği gibi, dinlerin radikal yönlerinin tasfiye edilmesi anlamına gelmediğini bilmeliyiz. Aksine Dinler ancak laiklik döneminde gelişiyor.” Bu devlet anlayışını, devrimlerden sonra uygulamaya geçmiş ve Avrupa’ya has bir tecrübe olarak görmek doğru değil. Muhammed el-Cabiri’nin de ifade ettiği gibi bu bir “Hristiyan” devlet şekli değil, bilakis gelişmiştir. Bu kavram, tarihin kavram hareketi bağlamında tecrübelerle aydınlatılmış diğer kavramları gibidir;

21. yüzyılın laiklik tecrübesi, 300 yıl öncesinden farklıdır. Her ülkenin laikliğinin kendine has özellikleri vardır. Fransız, İngiliz ve Alman laikliği birbirinden farklıdır. Ve bu fark oldukça belirgin ve açıktır. Türk, Hint ve Japon laikliğinde olduğu gibi her devletin laiklik modeli toplumun ve devletin, kültürel ve ekonomik durumuna göre şekillenmektedir.

Dolayısıyla, Müslüman düşünürler, “Devlet Tasavvuru” sorununa ve laiklik karşısında almaları gereken konuma dair daha geniş zaviyeden analizlerde bulunmak zorundadırlar.

Rıdvan Seyyid’in seksenlerin başlarında basılan “Ümmet, Cemaat ve İktidar: Arap ve İslam Siyasi Düşünce Araştırmaları” isimli kitaba atıfta bulunmak istiyorum.

Kitabın üçüncü bölümünde, meşruiyet konusunu siyasi ve insani bağlamda analiz ediyor ve temel bir noktaya değinerek şöyle diyor Seyyid: “Kurucu meşruiyet siyasal rejimde değil ümmet içinde vardı. Temelleri üç şeye dayanıyordu: Cemaatin birliği, evin birliği ve iktidarın birliği.” Ardından, İslam’da akıl ve devlet üzerine önemli bir araştırma ortaya koyuyor ve İbn Sina için özel bir başlık açarak onun “Teorik Hikmet/Felsefe” isimli eserinden naklen şuna değiniyor “Bu topraklarda yürütülen siyaset çoğunluk siyasetidir. Azınlık ve değerler de dikkate alınmaktadır.”

Müslüman liderler, aydınlar ve âlimlerin laiklik ve devlet modeli hususundaki tavırlarının bir benzerini önemli bir kaynak kitapta daha buldum.

O da Charles Kurzman’ın yedi yüz sayfadan oluşan “Liberal İslam” isimli derleme kitabıdır. Araştırma, konuşma ve tezlerden bölümler içeren bir eser…

Uzun giriş bölümünde, adlandırma sorununa işaret ediyor: Kendilerinden alıntı yaptığı İslamcıların çoğunun radikalizme ve aşırılığa daha yakın durduklarını ve liberal bir duruşa sahip olmadıklarını belirtiyor. Ona göre Devrim, İslami gelenek olarak da bilinen şeyin ötesine geçmiş durumda. Bu devrim anlayışları onları klasik fıkıh anlayışından da uzaklaştırmıştır. Dolayısıyla, aydınlanma ya da liberalizme de karşı duruyorlar…

Her halükarda kitap incelenmeyi hak ediyor. Ancak seçilen materyal ve yazarların çeşitliliği de dikkat çekiyor, zira Mısır’dan Ali Abdurrazık, İran’dan Ayetullah Talegani, Endonezya’dan Muhammed Nasır, Umman’dan Sadık Cevad Süleyman, Filipinler’den Dimasangkai Bondato ve Pakistan’dan Zafer gibi entelektüellerden alıntılar yapılmış.

Diğer toplumsal aktörlerden yapılan alıntılar da dikkat çekmekte. Devlet kavramı ve bu kavramın farklı algılaması sorununa ilaveten, demokrasi, kadınlar, gayrimüslimlerin hakları ve inanç özgürlüğü gibi konulara da değinmiş. Bu sorunlara oldukça temkinli yaklaşan yazar, hesap verilebilirlik ve suçların cezalandırılmasına dair konulara cesaretle eğilmiş.

Kitabı kıymetli kılan İslamcıların laiklik fikrini ele alma ve kabullenme hususunda yaşadıkları sorunları, okuyucunun önüne koyabilmiş olmasıdır. Zira El-Ezher Üniversitesi’nde Şer’i hâkimlik yapan Ali Abdurrazık “İslam ve Yönetimin esasları” isimli kitabını yazalı yaklaşık yarım yüzyıl oldu. Yazar kitabında; İslam’ın bir yönetim şekli değil bir mesaj, devlet değil bir Din olduğunu vurgulamıştı.

Artık bu konuyu anlamak için önümüzde bir fırsat var. Batıya ve bakış açısına -özellikle de laiklik ve uygulamaları konusunda- komplocu yaklaşımı terk etmeliyiz. Konu aslında bazılarının zannettiğinin aksine oldukça basit ve kolay; zira Devlet, toplumsal meseleleri ele alan, farklılıklarını yöneten, çatışmalarını kontrol eden ve geliştirilmeye müsait bir sistemdir.

Yahya b. Adiyy’den şu nakledilir: “İnsanlar kötü ahlak üzerinedir. Rezil isteklere boyun eğebilirler. Ve bu nedenle adil siyasete ve yasalara ihtiyaç duyulmuştur.”