Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Libya… İran’ın beşinci cephesi mi? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Kuzey Afrika, Beklenen Mehdi’nin kıtası… İran mollalarının ideolojik ve tarihsel düşüncesinin güçlü bir şekilde yerleştiği yer. Şii İsmail’i Fatımi devleti burada doğdu. Tunus’tan başlayıp Mısır’a, Hicaz’a, Şam’a ve bir dizi Akdeniz adasına yayılan, tarihin en güçlü devletlerinden biriydi. Geçen hafta İran, Merhum Ayetullah Humeyni’yi anmak için büyük bir kutlama düzenledi. Onun müridi ve halefi olan Hamaney, merhumun fikirlerinden bahsetti ve hayatından kesitler sundu. Devrim sloganlarını yeniden gündeme getirdi ve ülkelerinin nüfuzunu dışarıda yaymak için kararlı olma konusundaki ısrarlarını yeniledi. Hegemonya anlamına gelen “nüfuz” kelimesini sürekli tekrarladı ve İran’ın özellikle Batı Asya ve Kuzey Afrika’da nüfuz sahibi olduğunu söyledi. Bugün, Fatımi devletinin tarihi, İran okullarında ve üniversitelerinde okutulmakta, çeşitli İran şehirlerinde buna dair seminerler verilmekte, ilmi mahfillerde araştırmalar yapılmakta, yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlanmakta.

Fatımiler, devletlerini Tunus’ta kurdu ve Mehdiye şehrini kendilerine başkent yaptı; Mağrip Ketame kabilesinin desteğini alan Ubeydullah el-Mehdi tarafından kuruldu. Filolar oluşturdular, ticari ve askeri gemilerin yapımında ilerlediler ve varlıklarıyla Akdeniz’de vurucu bir güç haline geldiler. Fatımi hareketini, ‘Şii İsmaili doktrinin, askeri güç ve finansal kapasiteyle birleşmesi’ olarak tanımlayabiliriz. Başından beri genişlemeci bir vizyon benimsediler ve mezheplerinin Arap dünyası ve ötesinde güçlenmesini temel bir hedef haline getirdiler. Iraklı bir Şii olan Ubeydullah el-Mehdi, mezhebini yaymak için başlangıçta Yemen’e taşındı. Burada uzun bir süre kalamadı ve Mekke’ye gitti, ardından Fas hacı kafileleriyle birlikte Kuzey Afrika’ya taşındı. Ketame kabilesiyle iletişime geçti ve mezhebini onlar arasında yaydı. Şiarını Ehl-i Beyt sancağı altında bir hilafet devleti kurma, sembol ismini ise Hz. Peygamber’in (s.a.v) kızı Fatımatu’z-Zehra olarak belirledi.

Bu nedenle, başlangıçta, Bağdat’ta bulunan merkezi yönetimden uzak bir yere taşındı, kendisine ve davetine kucak açabilecek ılıman tarafların içinde hareket etmeyi tercih etti. Bununla yetinmeyip kendisini savunabilecek savaşmaya kabiliyetli bir kitle oluşturdu, zira kılıç gücüyle mezhebini yaymak istiyordu.
Bu kuralı bugün İran’ın yöneticilerinde uygulamalı olarak görüyoruz, zira Doğu Arap bölgesi ve Kuzey Afrika’da bu şekilde hareket ediyorlar. Gizli misyonlar, düşünceyi filizlendiren ve gücü oluşturan başlangıç tohumlarıdır.

Tunus’ta ve Kuzey Afrika’da gücü elde edip geniş bir bölgeye yayıldıktan sonra, Cevher es-Sakali liderliğinde Mısır’a doğru askeri olarak hareket ettiler. Mısır, Ihşidilerin son döneminde askeri ve idari olarak zayıflamıştı. Kâfur’un vefatı sonrasında komutanlar arasında çekişmeler başlamıştı. Dolayısıyla Fatımi’ler için Mısır en büyük hedef haline gelmişti, zira buradan, nüfus yoğunluğu, insani, tarımsal ve bilimsel potansiyeli olan Şam ve Hicaz’a doğru hareket etmek mümkün hale gelebilirdi.

Bugün İran’ın Kuzey Afrika’ya göz koymasının birden fazla sebebi var:
İlki; bölgede değişken bir güvenlik alanı var ve ülkelerin üzerinde güçlü bir devlet kontrolü mevcut değil.

İkincisi; Doğu Arap bölgesinden sonra, bölgesel ve uluslararası güçler arasında siyasi ve askeri müdahalelerin yaşandığı ve çatışmaların merkezi olan bir yer olması.

Üçüncüsü; İranlılar, Fatımi Şii mirasının kalıntılarının hala Kuzey Afrika’daki halkın bilinçaltında yaşadığına inanıyor. Kuzey Afrika’da hüküm süren Fatımi devletinin, Şii mezhebini yayma sürecinde istihdam edilebilecek kültürel bir folkloru bu kıtada bıraktığını düşünüyorlar.

Dördüncüsü; Fatımi döneminde güçlü olan Sünni-Maliki mezhebinin, bugün yeni neslin zihninde artık eski gücü yok. Bu nedenle, yeni Şii misyonerlik hamlesine güçlü bir dini direniş söz konusu değil.

Beşincisi ise; binlerce Kuzey Afrikalı radikal hareketlere katılmış durumda, dolayısıyla bu insanların bir kısmı mevcut Batı ve İsrail karşıtı söylemleri ile bilinen İran’a katılmaya istekli olabilir. İranlılar bu durumu değerlendirmek istiyor.
Altıncı olarak; İranlılar Kuzey Afrika kıtası üzerinde kuracakları bir hâkimiyetin, Avrupa kıtası üzerinde altın bir baskı kartı oluşturabileceğini görüyor.

Halife Muiz’in kılıcı ve altınları üzerinde şu anda İran mollalarının sarıkları var. Mısırlı âlimlerden bazıları, Muiz’in Ehl-i Beyte mensubiyeti konusunda şüpheler dillendirmeye başlayınca, onları bir araya toplamış ve onlara kılıcını göstererek “Bu benim gücüm” demiş, ardından bir kese altın çıkarak “Bu da soyum” demişti.

İranlılar, ekonomik koşulları kötü ve öfkeli gençlerin çoğunda istihdam ve hareketlilik sağlayabileceğini düşünüyor.

Peki, niçin Libya’ya öncelik veriyorlar?

İran’ın geçtiğimiz yıllarda Kuzey Afrika’da Şii hücreleri kurduğu, gözlemciler ve meseleleri bilenler nezdinde bir sır değil. Libya, Tunus, Cezayir, Fas ve Moritanya’da bunların birçoğu ortaya çıktı.

Dini ihtilafın yayılması, bölgede dış kaynaklı akımların çoğalması ve Maliki mezhebinin ağırlığının azalması İranlıları harekete geçirdi ve fetva ve içtihatların havada uçuştuğu fırtınalı alanda mezhepçi politikalarını pazarlamaya itti.

İran devrimi ve İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, Libya ile askeri ve sivil alanlardaki ilişkiler güçlü bir şekilde gelişti. İranlı şirketlere başta helikopterlerin bakımı olmak üzere askeri teçhizat bakım sektöründe, bazı inşaat projelerinde ve fabrika bakımlarında işler verildi. İç Güvenlik birimleri, bu projelerde çalışan İranlı işçiler arasında, Şii misyoner hücrelerinin varlığını tespit etti. İranlıların büyük emek gruplarına ihtiyaç duyan projelerde iş bulmalarını engelleyen talimatlar yayınlandı. Ve daha sonra İran’ı Libya topraklarındaki hiçbir bir projede çalıştırmama kararı çıktı.

Yakın zamanda misyoner hücrelerin kurulması amacıyla İran Devrim Muhafızları’nın Libya topraklarına girmesiyle ilgili haberler yayınlandı. İranlıların bunu yapmak istediklerine inanıyorum, ama bunu fiiliyata dökebilme kabiliyetleri konusunda şüphelerim var. Dini ve mezhepsel açıdan bakıldığında, genel olarak Şii ve İran siyaseti ile politik ve mezhepçi görüşlerine olan sempati büyük ölçüde azaldı. Bazı Şii uydu kanallarının ekranlarında, Raşit Halifelere ve Müslümanların anneleri olan Hz. Peygamber’in (s.a.v) pak eşlerine dil uzatmaları, Kuzey Afrika ülkelerindeki halk çevreleri arasında büyük öfkeye neden oldu. İran’ın ayrıca Suriye, Lübnan, Yemen ve Irak’taki çatışmalarda askeri, fikri ve politik alandaki kışkırtmaları rahatsızlık oluşturuyor. ‘Neden özellikle Libya?’ diye bir soru sormuştum. Yani, İran neden Libya topraklarına askeri ve ideolojik hücrelerini yerleştirmeye çalışıyor?

Bunun cevabı Libya’nın coğrafi konumudur. Bunu sürekli tekrar etmişimdir. Ülke çok az nüfusa ve zenginliğe sahip olduğunda dahi birçok gücün hedefi halindeydi. Libya, Akdeniz’in en uzun sahillerine sahip, diğer yakasında birçok Avrupa ülkesi var. Sınırları, limanı olmayan bir dizi kapalı Afrika ülkesine uzanıyor. Arap ülkelerinin ortasında olmasının yanı sıra, Doğu ve Batı arasında bir bağlantı noktası. Burası doğudan batıya uzanan Fatihlerin yoluydu; Mısır’a giden yol buradan geçiyordu.

Bölgede kendisine yönelik baskıların gittikçe ağırlaştığı İran, Libya kapısından geçerek mezhepçi politikalarını Arap Mağrip bölgesine transfer etmeye çalışır mı? Teorik olarak bunu uzak görmem. Fatımi devleti hala Ayetullahların sarıkları altında yaşıyor. Tarihin küllerinden Yemen’de bir ateş yaktılar ve bin yıllık külleri hareketlendirmek için tereddüt etmeyeceklerdir.