Halklar arasındaki ilişkilerde süreci şekillendiren coğrafyanın ve zamanın yasalarıdır. Tarihin kanla yoğrulan bir gidişatı ve uygarlıkla inşa edilen bir yönü vardır. Libya-İtalya ilişkileri, antik çağlardan bu yana oldukça renkli geçmiştir. Libya, Roma İmparatoru Septimius Severus’dan Akdeniz’in kıyılarını sarsan yasadışı göç fırtınasına, oradan da İtalyan sömürgesi olmasına kadar uzanan bir sürece tanıklık etti. İmparator Severus, tarih boyunca siyasi ve askeri figürlerde tekrarlanan farklı bir Libya-İtalyan gerçeğiydi. Bu Libyalı, Libya’nın kuzeyinde Humus bölgesinde bulunan Leptis Magna şehrinde, 145 yılında köklü bir ailede doğdu. Punic dili konuştu ve Latinceyi öğrendi ancak hiçbir zaman ilerletemedi. Roma Senatosu’nun bir üyesi oldu ve birkaç ilde Roman ordularının komutasını aldı. Roma İmparatorluğu, düşmanlarına karşı yaklaşık yirmi yıl boyunca savaştı. Sanat, edebiyat ve felsefe okudu ancak bu durum kalbinde merhamet ya da hoşgörü duygusu oluşturmadı. Düşmanlarıyla hep kanlı bıçaklı kaldı. Kendi önyargılarını memleketi Leptis Magna’da dahi gizlemedi. Büyük anıtlar inşa etti, Hıristiyan gelgitlerine direndi ve bu konularda o beldenin evlatlarından yardım aldı. Suriyeli bir kızla evlendi, o da imparator olan ve Roma ile evlenmeyen Caracalla’yı doğurdu. İtalyan tarihçiler onu bir Afrika imparatoru olarak kabul ederler. Heykeli Trablus Şehitler Meydanı’na dikildi ve 1 Eylül Devrimi’nden sonra Sabratha Müzesi’ne taşındı. Yirminci yüzyılın başında Libya’yı işgal etme çağrısı yapan İtalyanlar bu heykeli ülkenin Libya’yı işgalini meşru göstermek için tarihi bir belge olarak kullandılar.
Geçmişin geri çağrılan karanlık noktaları, birçok tarih fırtınasının dönüm noktasının gerekçeli mürekkebini taşıyan bir kılıca dönüşür. Yazarlar ve şairler, geçmişi çağıran onu sıradan insanlara aktarma hamlelerinin gerisindeki askerleridir. Politikacıların emellerinin çizdiği hedefe doğru insanları itmek için bir sonraki hedefin yollarını açarlar. Libya, Avrupa sömürgeciliğinin eline geçmeyen Kuzey Afrika’daki son Türk eyaletiydi. İngiltere, Mısır’ı, Fransa ise Tunus ve Cezayir’i kontrolü altına aldı. İtalya, Libya’yı işgal etmeye başlamış ve Trablus’ta “Banco di Roma” kurulmuştur. Bunun aracılığıyla farklı Libya şehirlerinde arazi satın amaya başlamış, projeler başlatmış ve işgale zemin hazırlamak için Türk valilerine çeşitli baskılar uygulamıştır. İtalya’da Libya’yı işgal etme hususunda halk arasında bir fikir birliği mevcut değildi. Aydınlar ve şairler Libya’nın istilasına övgüler dizdiler. Bunların en başında gelen, Roma tarihine dair onlarca hamasi şiirler yazan ve Trablus sahillerine atıf yapmak suretiyle birçok tutkulu şiir kaleme alan Danosio, askeri birliklerin derhal harekete geçirilmesi çağrılarını yapıyordu. İtalyan Cumhuriyeti askeri bir güç değildi. Fransa ve İngiltere gibi sömürge ülkeleri de yoktu. İtalyan birlikleri bunu uzun zaman sonra başarabildiler. Amerika’ya göç veren bir ülkeydi ve yaşam standartları da düşüktü. Yükselen halkçı sloganlardan birisi de “Bize bitişik Roma toprağı var, silah ve haysiyet gücümüzle alabiliriz. Neden zenginlik ve haysiyet bulamadığımız çok uzak bir ülkeye gidiyoruz?” şeklindeydi. İlginçtir ki faşist partiyi daha sonra yöneten Benito Mussolini, Libya’nın işgali konusunda hevesli değildi ve bu sosyalistlerin genel bir yönlendirmesiydi.
İstanbul’da parçalanmış olan Türk iktidarı, Trablus’daki zayıf valiler yüzünden Libya’da da askeri durum tam bir çöküş içerisindeydi. Bazı Libyalı şahsiyetler İtalyan istilasına hazırlık amacıyla direniş grupları kurmaya çalıştılar. Ancak Türk mevkileri ciddi bir dağılma sürecine girmişti ve Libya’dan Yemen’e çok sayıda Türk birliği gönderilmişti. İtalya istihbarat birimlerini Trablus, Bingazi, Humus, Mısrata ve Derna’da görevlendirmişti. Roma, işgalin gezintiye çıkmak kadar kolay olacağını ve gerçek bir direniş olmayacağını düşünüyordu. İtalyan hükümeti, 26 Eylül 1911’de Türkiye’ye bir ültimatom verdi: Uzun yıllar boyunca, Trablus ve Barka’nın Türk hükümeti tarafından maruz bırakıldığı karışıklık ve ihmali sona erdirmek için en üst perdeden hatırlatma yapmaktan vazgeçmedik. İki bölgenin Kuzey Afrika’daki diğer ülkelerde yaşanan ilerlemeyi yaşayabilmesi için düzenlemeler yapılmalıdır. Bu değişikliklerin yapılması uygarlık gereğidir. İtalya sahillerinin bu topraklara yakınlığı nedeniyle bu değişiklerin yapılması birinci derece hayati öneme haizdir.
Görüldüğü gibi geçmiş, ucuz halkçılıktan ve şiirden türetiliyor ve siyasi olarak da coğrafyalara yayılmaya çalışılıyor. Sömürge istilasını haklı kılmak için hamasi kasideler düzülüyor ve netice ise Libya kıyılarında dolaşan askeri güçler oluyor. İtalyan deniz kuvvetleri, 4 Ekim 1911’de Trablusgarp ve Tobruk’ta silahlarını ateşledi ve Libya kıyı kentlerini de içine alacak şekilde işgallerini genişletti.
Türk kuvvetleri Libya savaşçılarına direndi ve İtalyan Başbakanı Giolitti’nin söylediği gibi savaş pek de gezintiye çıkma gibi değildi. Savaş durmadı ve İtalya daha fazla asker sevk etti. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla siyasi ve askeri hesaplamalar değişti ve Libya’nın direniş katsayısı sürekli yükseldi. 1915’teki savaş, İtalya için büyük bir kırılma noktası olmuştur. Zira Libya’nın her yerinden gönüllüler savaşa iştirak etmişlerdi. Tarihin tıslaması çöktü, vatanseverlik adına inancın ve azmin gücü sahaya çıkmış oldu. İtalya birlikleri kıyıya çekilmeye zorlandı. Roma’da Libya direnişi karşısında siyasal alternatifler arayan sesler duyulmaya başlandı.
Faşistler iktidara geldikten sonra İtalyan siyaseti savaş, toplama kampları ve yakılmış topraklar olarak değişti. Libya direnişi daha da güçlü bir şekilde devam etti ve işgal güçlerine ağır kayıplar verdirdi. İtalya, Libya’ya ait ne kadar sembol ve değer varsa reddetme politikasını uyguladı.
1930’ların başında İtalyan komutan Graziani kapsamlı bir savaş politikası uyguladı. Ömer Muhtar asılarak şehit edildi ve faşistler binlerce İtalyanı ülkeye yerleşmeye zorlayarak Libya’nın demografik yapısını değiştirmeye karar verdi. Balbo, Libya hükümdarı olarak atandı ve kendi lehlerine büyük projeler inşa etti. İtalya’nın katıldığı eksenin savaşa girmesi ve Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden sonra her şey altüst oldu. Rüzgârın yönü değişti, haritalar yeniden çizildi ve Libya bağımsızlığını kazandı. Büyük İtalyan topluluğu, Eylül Devrimi’nden sonra ihraç edilene kadar tüm mal varlıklarını koruyarak Libya’da kaldı. Tarih, İtalya’ya karşı bir fırtına oldu. Libya ise yıllarca süren sömürge için tazminat ve özür talebinde bulundu. Uzun savaşlardan sonra, Dostluk Antlaşması 2008 yılında imzalandı. İtalya özür diledi ve sömürgecilik için tazminat ödemeyi taahhüt etti.
Geçmişin dosyaları yenileniyor. Ancak coğrafi olarak haritalar zor. Yazar Robert Kaplan’ın da dediği gibi: Bu bir kader çizgisidir. Her aşamasında yenilenmiş gücünü hatta intikamını inşa ediyor.
Libya’yı süpürüp İtalya’ya ulaşan yasadışı göç, tarihin kara ve deniz üzerindeki tadilatını yeniden şekillendiriyor.
Eski ABD Başkanı Ronald Reagan, 1986’da Libya’yı bombalamaya karar verdiğinde İtalya’yı bilgilendirmek üzere Roma’ya özel bir elçi göndermişti. Elçi, ABD kararını reddeden İtalyan Dışişleri Bakanı Giulio Andreotti ile bir araya geldi. O dönem İtalya’da Libya Büyükelçisi olarak görevliydim. Başbakan Bettino Craxi İtalyan bir arkadaşı bana gönderdi ve bana “Albay Muammer Kaddafi’nin 14 Nisan’da Trablus’ta olması zaruri mi?” dedi. Mesajı almıştım ve hemen Trablus’a ulaştırdım. Reagan kararı uyguladı ve Trablus ile Bingazi’yi aynı tarihte vurdu. Libya, İtalyan Lampedusa adasındaki bir Amerikan üssüne füze ateşleyerek yanıt verdi. Başbakan Craxi yaptığı konuşmada şunları söyledi: Libya füzesinin bir parçası İtalyan topraklarına dokunsaydı Kaddafi bugün Roma’da gözaltına alınacaktı.
Ertesi gün beni aradı ve bana “Ordunun öfkesini dindirmek için söylemek zorundaydım, ancak Amerikalılara öfkem çok daha fazla” dedi. Tarih fırtınaları susmaz ve coğrafya hayat yollarını sarsar.