Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Muammer Kaddafi’nin devrilmesinden bu yana devam eden krize bir çözüm bulmak amacıyla geçtiğimiz Salı günü Libya’daki kilit taraflara dair düzenlenen ilk konferansa ev sahipliği yaptı. Ancak Libyalı taraflar arasındaki anlaşmazlığın derinliği, bağlayıcı bir anlaşma imzalanmasını engelledi. Fransa’nın girişimi ise Libya konusuna dair durgun suların içeride ve dışarıda hareket etmesine olanak tanıdı. Genç Cumhurbaşkanı, ilk kez ihtilafın dört ana cephesi olan Ulusal Mutakabat Hükümeti (UMH) Başkanı Fayiz el-Serrac’ı, Libya’nın doğusundaki güçlü rakibi Mareşal Halife Hafter’i, Tobruk’taki Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’i ve Libya Devlet Yüksek Konseyi Başkanı Halid el-Mişri’yi aynı odada bir araya topladı.
Paris, bu yıl bitmeden önce seçimlerin önünü açacak Birleşmiş Milletler (BM) destekli bir anlaşma için çalışıyor. Bununla birlikte söz konusu adımın, petrol zengini Afrika ülkesinde gerginliği artırması da muhtemel görünüyor. Öyle ki durum, Avrupa ülkelerinin birçoğu, özellikle de Libya’dan sağlanan petrol arzının yüzde 35’ine ve doğalgazın yüzde 20’sine dayanan eski sömürgeci İtalya’nın kıskançlığını arttırabilir.
Libya konulu Paris konferansına, Libya’daki durumla ilgilenen birçok hükümet, bölgesel ve uluslararası kuruluşların temsilcileri katıldı. Avusturyalı güvenlik politkaları ve siyasi analist Wolfgang Buchta’ya göre, Fransa’nın başkenti Paris’e davet edilen Libyalı tarafların çoğu, Barka (Sirenayka) bölgesinin kuzeyindeki Halife Hafter dışında, herhangi bir güç ve nüfuza sahip değil.
İstihbarat, stratejik ve politik ilişkiler, kriz yönetimi gibi çeşitli alanlarda çalışan Buchta, “Fransa’nın başkentinde bir araya gelen 4 Libya liderinden hiçbirisi, uygun seçim kanunu yayınlamak için ülke içerisinde güç ve nüfuza sahip değil. Hiçbiri -Kuzey Sirenayka’daki Hafter dışında- güvenlik konusunda gerçek ve olumlu etki yaratamaz. Trablus’taki ve ülkenin diğer bölgelerindeki milisler, sadece silahlarını bırakmayacaklar, zira Paris’te gerçekleşen bir görüşme var” ifadelerini kullandı.
Derin anlaşmazlık
Kameraların önündeki iyimserlik çerçevesinde yerel ve Batılı gözlemciler, kolay olmasa bile Libya’da bir çözümün sağlandığına inanıyor. Trablus Kenti Devrim Konseyi ve el-Kımme (Zirve) Partisi Genel Başkanı Abdullah Nakir yaptığı açıklamada, “Paris’te bir araya gelen Libyalılar arasında güven yoktu. Her biri, arkalarında duran tarafları dile getirdi. Büyük bir kriz içerisindeyiz” dedi. Çözümün, her şeye rağmen oy sandıklarına başvuracak Libyalıların elinde olduğunu ekleyen Nakir, “Seçimlerin, Libya’yı kimin yöneteceğini ve kimin etrafında toplanacağımızı söyleyeceğine inanıyorum” şeklinde konuştu.
Gerçekte Paris Konferansı, sorunların derinliğini gösterdi. Zira bu durum, Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un da masasında olan şeydi. El-Serrac’ın hem Hafter hem de Salih’in Derne şehrindeki savaşlarına dair tavrı, Müslüman Kardeşler cemaatine bağlı Mişri’ye yakındı. Zira Halid el-Mişri, Derne silahlılarını “terörist” olarak değil, aksine “devrimci” olarak görüyor. Salih liderliğindeki meclis tarafından atanan Hafter ise “darbeci ve adalet talep edenler” olarak tanımlıyor.
Öte yandan Hafter cephesi, Müslüman Kardeşleri de “terör örgütü” olarak sınıflandırıyor. Aynı şekilde devlet konseyi ve meclis yönetimi arasında başka anlaşmazlıklar da bulunmakta. Zira silahlı güçlerin üst düzey komutanının kime mensup olduğuna dair herhangi bir anlayış mevcut değil. Nitekim bu durum mevcut dönemde el-Serrac ve Salih arasında da tartışma konusu.
Trablus, rakip ve topçu tanklarla silahlanmış milisler arasında parçalanmaya devam ediyor. Bazı taraflar da ülkenin güneyindeki kabile çatışmalarını besliyor. Doğuda ise ordu, Derne ve diğer çöl bölgelerinde terör gruplarıyla mücadeleyi sürdürüyor.
Bu çerçevede Macron, seçimler için önümüzdeki 10 Aralık’ı belirledi. İtalya medyası, Fransızların Libya’daki faaliyetine karşı bir eleştiri kampanyası başlatırken, bu durum Avrupa’nın konuya dair tavrının da net olmadığını ortaya koydu. Öte yandan ABD de Libyalıların geleceğine karışmaktan kayda değer bir şekilde uzaklaşarak, çöllerde radikalizm yanlısı grupların mevzilerine saldırıda bulunmakla yetinmeye başladı.
Müzakere dışındaki güçler
Eski rejim temsilcileri de dahil önemsenmeyen Libya yerel güçlerinin temsilcileri Paris Konferansı’nda yoktu. Kaddafi’ye yakın çalışmış bir lider, konuya dair, “Davet edilmedik. Paris toplantısı, 2011 yılında Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) ile Kaddafi’yi devirmeye çalışan grupların temsilcileriyle sınırlıydı” açıklamasında bulundu. Ancak eski rejim liderleri, özellikle kendilerini çoğunluk olarak adlandırmaları dolayısıyla seçimlere yoğun ilgi gösteriyor.
Aynı şekilde Ulusal Kurtuluş Hükümeti Başbakanı Halife el-Guveyl’in ekibi de konferansta yoktu. 2014 yılına kadar son birleşik hükümet olan Kurtuluş Hükümeti’nin, hala Trablus ve Mısrata’da destekçileri bulunuyor. Ulusal Kurtuluş Hükümeti, kendisini “meşru hükümet” olarak tanımlıyor. Bu çerçevede söz konusu hükümetteki taraflarla bir araya gelen ABD’li siyasi ve ekonomik analist Şerif el-Hilve “Kurtuluş Hükümeti, el-Serrac ve Hafter’i tanımıyor” dedi.
2016 yılında DEAŞ’ın Sirte’den kovulmasında önemli bir rol oynayan büyük güçlere sahip Mısrata’dan hiçbir askeri lider konferansa katılmadı. Şehirdeki bir subay, Mısrata ordusunun, yalnızca bir gün önce Paris Konferansı’na davet edildiğini, bu durumun da vakit yetersizliğinden dolayı subayların geri kalanıyla bir karar almayı engellediğini ifade etti.
Mısrata’ya birkaç kez ziyarette bulunan el-Hilve, “Devrimci güçleri davet etmeksizin Libya konusunda yapılan her türlü toplantının, ülke içerisinde birtakım itirazlarla karşılaşacağını belirtmek zorundayız. Nitekim bu durum Fransa’nın, Libyalı güçlerle uzun vadeli olan güvenilirliğini kaybetmesine neden olacak ve bu da gelecekte Fransa’nın Libya’daki etkin varlığının bozulmasına yol açacak” dedi.
Seçim fırsatları
Analist Wolfgang Buchta, Paris Konferansı’nın kendi açısından “olumlu bir şeyler” barındırdığını ifade ederken, taraflar arasındaki herhangi bir anlaşmanın istenilenleri kapsamayacağını belirtti. Buchta, “Seçmenleri kaydetmek üzere bir tur yapılsa bile, diğer birçok Libyalının yıl sonuna kadar kayıt olarak oylamaya hazır olacağını varsaymak için bir neden yoktur” şeklinde konuştu.
Avusturyalı analist, “Dahası ve en önemlisi de dört liderin hiçbiri, seçim sonuçlarının bu koşullar altında Libya’nın dört bir yanında kabul edilebilir neticeler vereceğini garanti edemez. Seçimler için bu ön tarih, her ne olursa olsun son derece tehlikeli bir adım” dedi. 2011 yılından bu yana Libya’da herhangi bir lider bulunmuyor. Ülke bir anayasa deklarasyonuyla yönetiliyor. Abdullah Nakir, konuya dair yaptığı açıklamada, “Seçimler yapılabilir. Bu şekilde bir durum artık tahammül edilemez oldu” dedi. Anayasa Deklarasyonu uyarınca seçimlerin yasal olarak yapılabileceği uluslararası ve bölgesel işaretler bulunurken, Libya oylaması, öncelikle seçimlerden önce yeni bir anayasa referandumuyla gündeme getiriliyor.
Buchta, anayasa taslağına dair referandum çağrısını “tehlikeli” olarak nitelendirdi. Durumun, birçok kritik soruyu açıkta bıraktığını söyleyen analist, “Oylamada gereken üçte ikilik çoğunluğu elde etmeniz pek muhtemel değil. Gerekli olana ulaşılsa bile istikrar için uygun bir temel sağlanamayacak” ifadelerini kullandı. Wolfgang Buchta, “Libyalıların kendileri için istedikleri devlet sisteminin geleceğine dair kararları çerçevesinde son anayasa hazırlanana kadar Libya, eski anayasanın (1950’lerin başlarına kadar uzanan kraliyet anayasası) değiştirilmiş bir versiyonunu, ülkeyi istikrara kavuşturmak için geçici bir araç olarak kullanabilir” dedi.
Avusturyalı analist, mevcut durumda seçimlerin gerçekleşme ihtimaline dair, “Libya, siyasi, sistematik ve güvenlik açısından hiçbir şekilde meclis veya cumhurbaşkanlığı seçimleri için hazır değil. Seçimlerin Libya’nın istikrarına katkısı sadece bir durumda mümkün: Yüksek bir seçmen katılımı olması ve (belirli bir cumhurbaşkanlığı adayı ya da belirli bir parlamento bloğu için) ezici bir zafer kazanılması halinde. 2014 yılında yapılan son parlamento seçimlerine göre ise her iki sonuç da olası değil” ifadelerini kullandı.
Buchta, seçimlerin -gerçekleşmesi halinde- felaketle sonuçlanabileceğine dair endişelerini de gizlemedi. Konuya dair “Sonuçların meşruluğuna karşı çıkılabilir. Bir önceki seçimlerde yaşanan gelişmeleri göz önüne alalım, gerginlik daha tırmandırabilir. Libya’nın kontrol dışına çıkması mümkün. Aynı şekilde radikal İslamcıların, ülkenin parçalarını Libya sınırlarının ötesinde genişleme stratejileri için kullanmalarına yol açabilir” açıklamasında bulundu.
ABD’nin durum hakkındaki görüşü
ABD’nin başkenti Washington’da yer alan “New America” kuruluşunda araştırmacı Barak Barfi, “Ülke feodalizmlere ayrılmaya devam ederse, aynı şekilde seçimlerin kıyı kesimlerinden uzaktaki orta ve güney merkezlerde gerçekleşmesi de zor olacak” dedi. Barfi, birkaç kez ziyaret ettiği Libya da dahil olmak üzere Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde çalışmalar gerçekleştiriyor. Diğer taraftan el-Hilve, Libya’daki atmosferin, şu anda tarafsız oy kullanma sürecine izin vermediğini vurguladı. ABD’li analist Şerif el-Hilve, “Libyalıların seçimden önce kendilerini güvende hissetmeleri gerekiyor” diyerek, DEAŞ’ın geçtiğimiz haftalarda Trablus’taki Seçim Komisyonu karargahını hedef aldığına dikkati çekti.
İtalya ve Fransa’nın çıkarları
Libya çevresindeki dış rekabet ne kadar büyükse durum da o kadar karmaşık… Avusturyalı analist Buchta yaptığı açıklamada, kısmen örtüşen stratejik çıkarların Libya’daki ana Avrupalı oyuncuların politikalarını yönettiğini söyledi. Wolfgang Buchta, “İtalya, yasadışı göçe ilişkin arzuları da dahil çoğunluğu Libya’nın batısıyla ilgili önemli ekonomik ve güvenlik çıkarlarına sahipken, Fransa ise kıyı bölgelerindeki istikrar da dahil, daha çok terörle mücadeleye odaklanmış durumda” şeklinde konuştu.
İtalya’nın, Libya’da herhangi bir Fransız siyasi girişimini kıskandığını söyleyen analist, “İtalya, Libya’yı kendine özelmiş gibi (diplomatik tekel) varsayıyor. Bazı İtalyanlar, her türlü Fransız ekonomik faaliyetinden şüphe ediyor. Bazıları da Fransızların, Libya’da büyük bir ekonomik ortak olarak yer almak istediğine inanıyor. Ancak bu konu, çeşitli nedenlerden dolayı artık esas mesele değil” açıklamasında bulundu.
Bu durum, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, elini Libya meselesine uzattığı ilk girişim değil. Öyle ki Fransa, geçtiğimiz Temmuz ayında el-Serrac ve Hafter arasında da bir zirveye ev sahipliği yaptı. O dönemde 2018 yılında seçim yapılması üzerinde mutabık kalındı, ancak daha sonra bu durum gerçekleşmedi. Aynı şekilde atılan adımların, Fransızları geçtiğimiz Salı günü gerçekleşen konferansta deneyimlerini daha geniş bir şekilde tekrarlama konusunda cesaretlendirdiği görülüyor. Özellikle de Roma’daki rakipleri bu günlerde parlamentodaki partizan bloklar arasında yeni bir hükümet kurmak için siyasi gündemleriyle meşgulken…
Araştırmacı Barak Barfi ise İtalyanların, Libya doğalgazının İtalya’ya akışını sağlamak için Libya’da istikrar istediğini belirtti. Barfi, “İtalya, ENI petrol şirketi, petrolü pompalayabilmesine yeterli düzeyde istikrar istiyor” ifadelerini kullandı. İtalya’nın Libya’yı eski bir sömürge platformu olarak gördüğünü söyleyen araştırmacı, İtalya’nın Libya’ya çok fazla yatırımı olduğunu vurguladı.
Avrupa Parlamentosu’nun vizyonu
Avrupa Birliği, Libya’daki krize çözüm bulma çabalarına katılmış durumda. Konuya dair ortaya konulan son girişim ise Kahire’de Arap Birliği, Afrika Birliği ve BM ile yapılan toplantılardı. Bu bağlamda Avrupa Parlamentosu, Libya’da çözüm fırsatlarına dair bir rapor sundu.
Buchta, Avrupa’nın rapora bağlı olarak kolektif çalışmalar konusunda hevesli göründüğünü ifade etti. Analist “Raporu göz önüne alacak olursak, zemindeki duruma dair gittikçe gerçekçi bir vizyon içerdiğini söylemeliyim. Çünkü rapor, bazı iyi fikirler barındırıyor. Örnek olarak rapor, petrol zenginliklerinin adil bir şekilde dağıtılması ve bir yandan ülkenin tarihi bölgeleri diğer yandan da herhangi bir ulusal hükümet arasında açık görev ve pozisyon dağılımı için bir formül ihtiyacına vurgu yapıyor. Aynı şekilde eski Libya anayasasının da (söz konusu durumu gerçekleştirmek üzere) rol oynayabileceğini ifade ediyor” açıklamasında bulundu.
Avrupalıları Libya’ya yönelten şeyin ülkenin “başarısız bir devlet olmaması için çalışmak” olduğunu söyleyen Buchta, diğer AB ülkelerinin çoğunun sadece Libya’da bazı (nispeten) sınırlı ekonomik çıkarların yanı sıra “Akdeniz’den yasadışı göçü önlemek” istediğini söyledi. Analist, “Bu yüzden çoğu Avrupa ülkesi, İtalya ve Fransa’nın Libya sorununu çözüm çabasına destek vermiyor” dedi.
Öte yandan el-Hilve de Libya meselesine müdahale etmek isteyen herhangi bir Avrupa devletinin, ilk olarak AB’ye yönelmesi gerektiğini vurguladı. Analist Şerif el-Hilve, “Fransa’nın tek başına yaklaşımı, devlet olarak ekonomik ve politik açıdan bağımlı olduğu AB içerisindeki konumunu zayıflattı. Barak Barfi ise 2011 ayaklanmasından bu yana Libya’daki başlıca Avrupalı temsilcilerin, İtalyanlar, Fransızlar ve İngilizler olduğunu, Almanya’nın NATO önderliğinde yürütülen kampanyaya müdahalede bulunmadığını veya katılmadığını ifade etti. Barfi ayrıca, Fransa ve İtalya’nın farklı hedefleri olduğunu vurguladı. Wolfgang Buchta da AB’nin Libya’daki mevcut durum hakkındaki vizyonunun “son derece bulanık” olduğunu belirtti. Buchta, 2015 yılında hazırlanan ve söz konusu iki ülkenin katılımıyla BM’nin aracılık ettiği Libya siyasi anlaşmasını da “başarısız” olarak nitelendirdi.
ABD süreci takip ediyor
2011 yılında eski ABD Başkanı Barack Obama döneminde Muammer Kaddafi rejiminin devrilmesi için “Avrupa- ABD” uyumu söz konusuydu. Şu anda ise Başkan Donald Trump, elini Libya kaosuna uzatmaya istekli görünmüyor. Barak Barfi konuya dair yaptığı açıklamada, ABD’nin geçmişte Irak gibi ülkelerle olduğu düzeyde Libya ile herhangi bir sorununun olmadığını söyledi. Araştırmacı, “7 yıl önce Orta Doğu’da yaşanan şey, eski İngiltere Başbakanı David Cameron ve eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin ‘Obama’yı Libya’ya müdahale etmeye zorlamasıyla’ ilgiliydi. Şu an Trump konuya ilgi göstermiyor” dedi.
Öte yandan Wolfgang Buchta, ABD’nin hareketlerinin stratejik çıkarlara bağlı olduğuna dikkati çekti. Buchta, “ABD’lilerin, terörle mücadele operasyonları hariç Libya’da hayati öneme sahip bir stratejileri yok” açıklamasında bulundu. Libya’daki erken seçimlerin aksaması halinde ABD stratejisinin bu zayıflığı, tehlikeli olabilir. Bu bağlamda Buchta, “Libya yeni bir Somali’ye dönüşebilir ve devam eden iç çatışmalar alevlenebilir. Teröristler bu durumu farklı şekillerde kullanabilirler. Bu durum, Libya’yı ABD’nin stratejik çıkarları karşısında büyük ölçüde savunmasız hale getirecektir” dedi.
Buchta ayrıca, Avrupa ülkeleri arasında birleşik bir vizyonun yokluğu ve ABD’nin “Somali’nin gölgesini” bu ülkeden kaldırmaya yönelik güçlü bir stratejisinin bulunmaması sonucu Libya’daki radikalizm yanlısı unsurların gittikçe büyüdüğüne dair uyarıda bulundu.