“İlk önce seçim mi yoksa anayasa oylaması mı yapılacak?” şeklinde seçim ve seçim öncelikleriyle ilgili Libya’da bir tartışma mevcut. Bu, Libya’nın çalkantılı ve kaotik siyasi sahnesine hizmet etmeyen bizantik ve sofistik bir tartışmadır. Aksine bu tartışma, krizin ve halkın sıkıntısının uzamasına neden olmaktadır. Çünkü şu an siyaset sahnesinde önde gelen politikacıların ulusal bir anayasa üzerinde uzlaşma niyetleri mevcut değil. Çünkü bu politikacıların bir kısmı, ulusal sivil devlete inanmamakta, hilafet projesini benimsemekte ve bunu açık bir şekilde ifade etmektedir.
Siyasal İslam gruplarının öncülüğünde büyük bir meydan okumanın mevcut olduğu bir ortamda seçimler, en zor rekabet alanı olarak kalmaya devam ediyor. Siyasal İslam grupları, halk katılımının olmayacağı seçimlerde kazanamayacaklarını kesin bir şekilde anladıktan sonra yaşam düşmanları, korku yaymak ümidiyle DEAŞ’ı Yüksek Seçim Kurulu’na saldırmaya sevk etti. Hatta siyasal İslam grupları, önceki seçimleri yanıltmaya çalışmış ve sınırları aşan projesi başarısız olmuştu. Bu projenin milli sınırlara ve coğrafyaya inanmayan ve ulusal olmayan bir proje olduğu kanıtlandı.
Birleşmiş Milletler(BM) temsilcisi, güvenlik ortamının sağlanması, ifade ve oy verme özgürlüğüne saygı gösterilmesi, bütün tarafların seçim sonuçlarını kabul etmesi gerektiğini vurgulamasına rağmen bu durum, 2014 seçimlerinde gerçekleşmedi. Şöyle ki seçimlerin dürüst bir şekilde yapılmasına rağmen siyasal İslam grupları, seçimleri kaybettiğine dair sonuçları reddetti. Çünkü bu grupların düşüncesi, seçimleri kazandıkları zaman seçim sonuçlarını kabul etmeye, kaybettikleri zaman da seçim sonuçlarını reddetmeye ve Libya’nın Şafağı(Fecr-i Libya) savaşında yaptıkları gibi şiddetli bir savaş ilan etmeye dayanmaktadır.
Zira siyasal İslam’a bağlı milisler, bir araya gelip başkenti ele geçirdiler ve “Ulusal Kurtuluş” hükümeti adı altında paralel bir hükümet kurdular. Ardından süresi dolan “ulusal” kongreyi yeniden canlandırdılar. Ulusal kongre, yönetimi seçimle gelen parlamentoya devretmesi gerekiyordu ancak bunu yapmadı. Dolayısıyla ülke, bir kaosun içine girdi. Uluslararası toplum ve BM, demokrasiye darbe yapanları ve seçim sonuçlarını kabullenmeyenleri yani başkenti, yakıt depolarını yakanları ve uçaklarla birlikte havaalanlarını tahrip edenleri yargılamak yerine darbecileri, Suheyrat’taki siyasi anlaşmaya dâhil etti ve “devlet konseyi” adını vermek suretiyle süresi dolan kongreyi yeniden ortaya çıkarttı. Bu konseyin taraftarları ise, anlaşmada geçen bir kelimeyle de olsa seçilmiş parlamentoyu kontrol altına almak için konseye “yüksek” sözcüğünü ekledi. Söz konusu anlaşma üzerinde bugüne kadar ittifak sağlanmadı. Bu anlaşma, Libya mahkemelerinin ifadesine göre ehliyetsiz bir şekilde yayınladığı için anayasanın ilanını garantilemedi. Bu mahkemeler arasında uzlaşı hükümetinde ehliyetsiz sıfatıyla ve anayasanın ilan edilmesiyle ilgili anlaşmayı garanti altına almadığı için yasal olmayan pek çok davayı karara bağlayan Trablus mahkemesi de bulunuyor.
Adaylara ve seçmenlere özgürce dolaşma, aday olma ve seçim yapmalarına izin veren güvenlik ortamının sağlanması şartıyla seçimler, Libya krizinden ve tüm paralel yapılardan kurtulmanın en ideal çözüm yoludur. Yüksek Seçim Kurulu, hazırlıkları ve seçmen kütüklerini tamamlama ve yurtdışındaki seçmenlerin kaydedilmesini sağlama konusunda büyük çaba sarf etmesine rağmen yukarıdaki şartlar sağlanmadığı sürece seçimler, eksik ve geçersiz olmaya devam edecektir. Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, “Teknik açıdan sistemimiz, seçim yapmaya hazır. Seçimlerin yapılmasının önünde duran engeller, seçim sürecinin siyasi ayağıyla ilgilidir.” dedi. Ancak mesele, Yüksek Seçim Kurulunun ve BM’nin ifade ettiği kadar basit değil. Yüksek Seçim Kurulu, kanun tasarıları ve seçim yöntemleri önerdi. Bu, seçim kurulunun uzmanlık alanı dışında kalmaktadır. Ayrıca bu, parlamentonun görev alanına apaçık bir saldırıdır. Yüksek Seçim Kurulu, böyle yapmakla Temsilciler Meclisi’ni kendisine düşman edindi. Çünkü kanun tasarısı önerme hakkı, Yüksek Seçim Kurulu’na değil, Temsilciler Meclisi’ne aittir. Aynı zamanda Yüksek Seçim Kurulu, Trablus’ta milislerin saldırısı ve şantajı altında bulunduğu ve görevlilerin kaçırılma ve öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı için parlamentonun seçim kurulunu Bingazi’ye taşıma kararını reddetti.
Belki de DEAŞ’ın intihar saldırısı, Trablus’taki de facto güçlerin seçim kurulunu koruyamadıklarını kanıtlamıştır. Şöyle ki DEAŞ unsurları, Yüksek Seçim Kurulu binasına girerek bina içerisinde ve çalışanların ortasında kendilerini patlattılar. Bu saldırı sonucunda masum insanlar hayatını kaybetti. Masum insanların kanı, Siyasal İslam gruplarının siyaset ticaretinden kurtulamadı. Diğer yandan siyasal İslam grupları, terör ve intihar eylemini gerçekleştirmeleri için yabancı DEAŞ unsurlarına lojistik destek sağlamakla suçlanıyor.
Dikkat çekici durum ise, Libya’da meydana gelen bütün intihar saldırılarında (yüzlerce saldırı oldu) tek bir Libyalının olmamasıdır. Bunların hepsi, sınırı geçen Araplar ve yabancılardır. Bunların arasında ülkesinde bozgunculuğu, meyhaneleri ve barları terk edip Libya’da “cihad” yapmaya gelenler var. Burada Libyalı Müslümanlar arasında kendisini patlatacak ne tek bir meyhane ne de bir gece kulübü var.
Fakat yapay ve yeniden ortaya çıkan pek çok engele rağmen seçimler, Libya krizinin en kısa çözüm yolu olarak kalmaya devam ediyor. Bu çözüme engel olanlar, yargılanmaktan korktukları için yönetimi teslim etmeyi reddediyorlar. Halk, yönetime katılmak ve büyük bir katılımla oy kullanmak konusunda ısrarlarını sürdürecek. Artan seçmen kayıtları bunu gösterdi. Bu, “Sorumsuz yetkilileri seçenler, oy kullanmayan iyi vatandaşlardır” sözünden kurtulmaya yönelik en güçlü delildir.