Libya bir işgalden diğerine birçok acı ve çatışma döneminden geçti. Birçok renkte ve isimde sömürgeye maruz kaldı. Siyasi deneyimi, en yakın komşularına nispetle oldukça yetersizdi. Mısır’da Muhammed Ali el-Kebir, 19’uncu yüzyılın başlarında devletinin temellerini attı. Daha önce Hüseyin bin Ali Tunus’ta bir krallık kurdu. Ülkenin siyasal yaşamı çok hızlı bir şekilde gelişti. “Beyler” döneminde ilk hükmü devralan “Emniyet Sözleşmesi” yayınladı. Bu Arap dünyasında ilk anayasa olarak kabul edilir. Devlet kurma şartlarına sahip olan Libya’nın figürü, Osmanlı yönetim merkezinden bağımsızlığını ilan eden ve güçlü bir deniz kuvvetine sahip olan Karamanlı Yusuf Paşa’dır.
Tunus ve Mısır’daki siyasi değişim, Libya’daki aktörleri Libya’da bir devlet kurma düşüncesine sevk etti ve ülkenin dinamiklerini harekete geçirdiler. İktidardaki Karamanlı ailesine yakılığıyla bilinen Hassune ed-Degis bazı Avrupa ülkelerinde yaşamış, birçok dile hâkim olmuş, Avrupalı entelektüellerle iletişim kurmuş ve modernleşme düşüncesiyle dolu biriydi. İngiliz filozof Jeremy Bentham ile bir araya gelerek, bu filozof tarafından hazırlanan bir anayasa taslağı üzerinde görüşmeler yaptı. Bu taslağı Karamanlı Yusuf Paşa’ya sunma üzerinde anlaştılar. Taslak, Yusuf Paşa tarafından kabul edilmedi ve Degis iktidarı ele geçirmek ve anayasayı zorla da olsa kabul ettirmek için Batı dağından askerlerle Trablus’a saldırdı ancak başarısız oldu. Jeremy Bentham anayasa taslağını Yunan siyasetçilere sundu ve onlar da ülkelerinde bunu uygulama imkânını aradılar. Libya tarihi bir fırsatı kaçırdı. Karamanlıların iktidarı sona erdi, Türkler Libya’ya geri döndüler ve Astana’dan yönettiler.
Mısır, İngilizlerin, Tunus ise Fransızların vesayeti altına girdi. İki devlet, partiler ve parlamento yoluyla demokratik kurallara sahiptiler. Libya, faşist yönetime sahip İtalya tarafından işgal edildi. İtalya’daki partileri engellediler ve muhalefeti bastırdılar. Mussolini, Libyalıları tehdit etti ve toplama kamplarında öldürdü. Fransız sömürgeciliği Tunus’ta okul açtı, faşistler ise Libya’daki eğitimi yasakladı.
1951’’deki bağımsızlığının ardından Libya’da federal bir monarşi kuruldu. Anayasanın ikinci maddesine “Libya monarşik bir devlettir ve parlamenter rejime sahiptir” yazıldı. Parlamenter rejim, parlamentonun hükümeti oluşturan kişi olduğu anlamına gelir. Parlamentoda çoğunluğu elinde tutan parti başkanı kral tarafından bir hükümet kurması için görevlendirilir. Bir taraf çoğunluk elde edemezse ortak bir program üzerinde mutabakata varan partiler veya bloklar koalisyon kurarlar.
Bağımsızlıktan sonraki ilk hükümetten bu yana yönetim rejimini parlamenter olarak tanımlayan anayasanın bu maddesi göz ardı edilmiştir.
Devletin temellerinin inşası için koyulan ilk tuğladan bu yana hep bir kusur işlenmiştir. Yol haritası mesabesindeki “Anayasa” siyaset temelinde uygulanmamıştır. Kral, bir kişiyi kendi sübjektif değerlerine göre hükümet kurmaya atamıştır. Bazen sosyal değerler bazen de krala olan siyasi bağlılık veya siyasi dengeler gözetilmiştir.
Kralın doğrudan yönetme yetkisi yoktur. Hükümet ve onun başkanı da tam yetkilere sahip değildir. Devlet bu şekilde kuruldu ancak kurumsallaşamadı. Kral kardeşi Reza’yı veliaht olarak ilan etti ama kısa bir süre sonra vefat etti. 1954 yılı, ülkenin gidişatını oluşturması açısından dönüm noktasıydı. 7 Ekim günü, Muhyiddin bin Safyuddin Senusi, kraliyet yaveri İbrahim Şelhi’yi vurdu ve öldürdü. İlk kan dökülmüştü. Ahmed Şerif’in torunu kraliçenin yeğeni ve kralın manevi ikiziydi. Kral İdris, bünyesini sarsan bir şok geçirdi ve hükümetten ve dünyadan elini eteğini çekti. Bütün Senusi ailesine kızdı. Küçük ve büyük bütün görevlerden tamamını azletti ve hepsini Batı dağına sürgün etti. Kendisi de Tobruk’a kendi özgür iradesiyle yarı sürgüne gitti. İbrahim Şelhi’nin oğlu El-Busayri babasının krallığını yönetmek üzere atandı.
İbrahim Şelhi’nin öldürülmesi Libya devlet geleneğinin bir fotoğrafı niteliğindedir.
İdris el-Mehdi Senusi, Libya partilerini toprak ve toplum olarak bir araya getiren bir yapıştırıcı zamk gibiydi. Bütün kabile reisleri onu manevi baba olarak kabul ederdi. İbrahim Şelhi, İdris Senusi’nin “politik” kişiliğinin oluşumuna katkıda bulundu. Kuzeni Ahmed Şerif’e kişisel ve kamusal yaşamında sağ kolu olacak ve güvenebileceği birini tavsiye etmesini söyledi. O da Şelhi’yi gösterdi. İki adam iki bedende tek ruh oldular. Kralın kuzeni Şelhi’nin Muhyiddin bin Safyuddin Senusi tarafından öldürüldüğü gün İdris’in bir parçası kopup gitmişti. Kral üzgün bir Shakespeare figürüne dönüştü. Sanki ölü ve katil olan kendisiydi… Ruhunun derinliklerinde Celile binti Merre’nin sözleri yankılanıyordu. Kardeşi Cessas eşi Kuleyb’i öldürdüğünde üzüntüsünü şöyle dile getirmişti:
“Ben hem katil hem de ölü gibiyim
Allah’tan isteğim odur ki benim de canımı alsın.”
Yeni devletin ilk kralı, siyasi kararlarında en büyük etkiye sahip olan İbrahim Şelhi’nin yokluğunda siyasi aklının bir kısmını kaybetti. Kral, bağımsızlıktan sonraki ilk başbakan Mahmud el-Muntasır’ı devirmekte kararlıydı. Çünkü Şelhi’ye göre Muntasır’ın Ahmed Şerif Senusi’ye bir eğilimi vardı. 1954 yılı devlet tecrübesinin başlangıcıydı, hatta yeni devletin gidişatındaki ateş çemberiydi. Trablusgarp Yasama Konseyi’ni fesheden Kraliyet Kararnamesi fitilin ateşlendiği dönüm noktası oldu. Soru şu: Kralın anayasaya göre yetkileri nelerdir? Kural ise kralın dokunulmaz ve yetkisiz olmasıydı. Anayasa Mahkemesi, kralın yetkisiz olduğu gerekçesiyle Trablusgarp Yasama Konseyi’nin kraliyet kararnamesiyle feshedilmesinin anayasaya aykırı olduğuna karar verdi. Ve bu konudaki yetkili Federal Başbakan’dır. Fesih kararının Başbakan ve kral tarafından imzalanan kraliyet kararnamesiyle olması gerekirdi. O yıl gerçekleşen olayların seyri anayasanın uygulanmasında bazı açıkların olduğunu ortaya koydu ve hatta ülkenin siyasi rejiminin kimliğini gösterdi: Mutlak bir monarşi mi yoksa parlamenter rejim mi?
Üzerinde durulması gereken dönem, Kral İdris’in ülkeyi cumhuriyetçi rejime dönüştürme arzusunda olduğu dönemdir. Bu yönde pratik adımlar da atmıştı.
Federal hükümet ve üç ilin valileri arasındaki ilişki ulusal kamu sahnesine politik ve idari karmaşıklığı da ekledi.
Valiler, doğrudan kral tarafından atanmaları ve hükümete tabi olmadıkları gerekçesiyle federal hükümete itaati ve hesap verebilirliği reddediyorlardı. Orta yol ise federal hükümete bağlı vilayetlerin yönetim kurulu başkanlarının hükümetçe atanmasıydı. Yetki kimde olmalı? Tobruk’a kendi isteğiyle yarı sürgüne giden kralda mı yoksa federal hükümette mi? İktidardaki Kral Zahid, ülkeyi cumhuriyetçi bir sisteme dönüştürmek ile birden fazla kez ettiği istifalar arasında gidip gelip duruyor. Kısa ömürlü olan hükümetler, Şelhi ailesinden -haklı gösterilemeyecek ya da kabul edilemeyecek- gelen baskılar nedeniyle olmuştur.
Kralın yaverliği, devlet yöneimini tekellerine almış olan Şelhi ailesi iktidar gücünü iyice kaybetmiş durumda. Kısa ömürlü bakanlıklar nedeniyle sürekli yeni yüzler ortaya çıkıyor. Kraliyet Mahkemesi, etkisi liderinin krala olan yakınlığına bağlı olan bir halkadır. Parlamento dolandırıcılık yerine benzemeye başladı. Zira partilerin ve blokların hükümeti kurma görevleri silinip gitti. Bölge valileri, merkezi hükümet ile olan ilişkilerinde sorun yaşıyor. Devletin kuruluşunun başlangıcı sağlam olmadı. İktidar mücadelesi üzerinden -görünen ve görünmeyen- oynanan oyunlar birçok içtihadın ortaya çıkmasına neden oldu.