Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Edward Said ile Dera trajedisi arasında | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bugün Suriye ayaklanmasının doğduğu yer olan Dera, kendi kaderine terk edilmiş durumda. Esed rejimi ve müttefikleri bu bölgeye saldırılarını yoğunlaştırmış durumda, bütün dünya ise Dünya Kupasını izlemekle meşgul. Dera’nın durumu, sadece orada meydana gelen insani felaketten ötürü trajik değil, aynı zamanda Suriye’deki çatışmanın Batı’da ve hatta Doğu’da anlaşılma şekli yüzünden de trajik.

Geçen hafta Ortadoğu Kültür ve İletişim Dergisi’nin yayın hayatına başlamasının 10. yılını kutlamak için Londra’daki bir akademik konferansa katıldım. Ana konuşmacı Profesör Ella Shohat, konuşmasına Edward Said’in “Oryantalizm” adlı eserinin yayınlanmasından bu yana 40 yıl geçtiğini hatırlatarak  başladı. Profesör Shohat konuşmasında, kitabın bugün dünyamızda 1978’de olduğu gibi geçerliliğini devam ettirdiğini söyledi. Entelektüeller, Batı’daki geleneksel Ortadoğu çalışmalarında hâlâ hâkim olan Doğu hakkındaki yüzeysel fikirlerle savaşmaya devam ediyorlar.

Bu konuşma beni 20 yıl önceki doktora yaptığım günlere kadar götürdü. Edward Said’in Oryantalizm üzerine yazdığı kitap, benim de tenkit ettiğim Batı medyasının Ortadoğu’ya bakış açısının şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Profesör Said’in çalışmalarına dair yaptığım analizlerin yanında Doğu’nun da bazen Batı’nın yanlış anlamasına neden olduğunu ortaya koymaya çalışmıştım. Sadece Batı eleştirilerine odaklanmamak gerekir. Biz, Doğulular olarak öz eleştiri yapmaya ihtiyacımız var. Profesör Shohat’ın konuşmasının ardından Suriye’ye dair bir oturumda yazar Robin Yasin Kassab, bir takım sağ ve sol çevrelerin Suriye’de yaşanan çatışmaları nasıl çarpıttığı ortaya koyarak sert eleştirilerde bulundu. İdeolojik önyargıların yönlendirdiği ve yüzeysel kavramların kullanıldığı analizlerin Suriye gerçeğini hiçbir şekilde yansıtmadığını vurguladı. Örneğin, çatışmaları mezhepçiliğin bir sonucu şeklinde teşhis edip buna inananları ya da bu mücadeleyi “laik” bir rejimin radikal unsurlarla savaşması şeklinde anlayanları tenkit etti.

Bu kez de Kassab’ın konuşması, beni çok uzak olmayan bir geçmişe geri götürdü. Zira ben de bir dönem Suriye’deki çatışmalar üzerinde çalışıyor ve bu yanlış anlayışları açığa çıkarmak için uğraşıyordum. Suriye hakkındaki bu hatalı genel söylem hala varlığını devam ettirmektedir. Ella Shohat ve Robin Yassin Kassab farkında olmadan benzer gerçekleri farklı şekillerde dile getiriyorlar. Bu durum, Said’in eleştirilerinin ve ortaya koyduğu entelektüel tartışmanın üzerinde hala durmamız gerektiğini bizlere hatırlatıyor, Özellikle de bugün Suriye hakkında yapılan analizleri düşündüğümüz zaman…

Suriye’deki çatışmalar, daha önceden “Çatışmasızlık Bölgesi” veya “Cihatçılar” gibi genel geçer anlamlar kazanmış kavramlara yeni anlamlar kazandırdı. Bugün Dera’da yaşananlar buna bir örnektir.

İki hafta öncesine kadar Dera, düşmanca eylemlere sınır koyan fiili bir anlaşmanın kapsamında bir bölgeydi. Ancak bu anlaşmanın belirli bir sona erme tarihi olmadığı gibi, kalıcı olmasını gerekli kılan bir madde de yoktu. Suriye rejiminin, Rusya ve İran, Doğu Guta ve Yermuk kampı gibi Şam çevresindeki bölgeleri yeniden ele geçirmesinin ardından, Dera gibi komşu bölgelerin kontrolünü ele geçirmeye yönelerek kontrol ettikleri bölgeleri genişletmek isteyecekleri, beklenen bir olaydı. Bunun için ise klasik bir argümanı kullandılar;” Dera’da DEAŞ’lı militanlar var ve bunların yok edilmesi gerekir.” Bölgeye hava saldırıları başlatmak için bir bahane bulmuşlardı. Suriye’deki savaş boyunca diğer durumlarda gördüğümüz gibi, bu bombalama eyleminde de Dera’daki siviller hedef alındı.

Ancak Batılı medya Dera hamlesine yeterince önem vermedi. Bunun nedenlerinden biri de, Dera’nın hala “çatışmasızlık bölgesi” olduğuna inanmalarıdır. Aslında bölgedeki mevcut hamleden önce, düşmanca eylemlere sınır koyan fiili bir anlaşma vardı. Ancak burası, Dera ve bu bölgeyi kontrol altında tutmayı amaçlayan ve sağlık kurumları gibi altyapıyı hedef alan rejimin bir dizi hava saldırısına tanık olmuştu. Dera’nın yeterince dikkat çekememesinin bir başka sebebi de askeri harekâtın Guta ve Yermuk’u hedef alan harekâttan kısa bir süre sonra gelmiş olmasıdır. Ayrıca, bütün bu güney bölgesi ile alakalı bir medya yorgunluğu ve fikir tembelliğinden bahsedebiliriz. Batı medyası nezdinde bir bölgenin diğerinden bir farkı yoktur. Suriye rejiminin savaşı “kazanacağına” dair yaygın bir söylem var, dolayısıyla onlara göre Dera’ya karşı yürütülen eylem de beklenen bir hamleydi. Bundan dolayı da basında fazlaca yer almayı hak etmiyor!

Ortadoğu’nun kalıcı bir çatışma yeri olarak nitelendirilmesi, özellikle Suriye’nin “cihatçıların” varlığı nedeniyle kaçınılmaz bir şiddet alanı olarak görülmesi, açıkçası bir gerçekliğin çarpıtılmasıdır. Batı’da bazılarının üstünlük psikolojisiyle kendilerinden daha düşük bir yer olarak gördükleri bölge hakkında dillendirdikleri şeylerdir. Onlara göre buraların kaderi bitmeyen çatışmalardır.
Bu sorunlu bakış açısına ilave olarak yine batıdan bazıları Suriye ve başta Ortadoğu olmak üzere diğer yerlerdeki çatışmaları anti-emperyalist bir rejimin radikal unsurlarla çarpışması olarak görmekteler. Askeri operasyonlarında rejime yardım eden İran destekli milisleri kasıtlı bir şekilde unutmuşa benziyorlar. Dera’da yaşananlar tam da bunu anlatmaktadır. “Cihatçılar” olarak niteledikleri kesim Sünni savaşçılardır. Aynı nitelemeyi her nedense Şii milisler için kullanmaktan imtina ediyorlar. Aynı zamanda Suriye rejiminin ve müttefiklerinin Suriye’de sivilleri hedef aldıkları gerçeğini de göz ardı ediyorlar. Bu bölgede rejim güçleri öncelikle muhalifleri yerinden ederek ve mallarına el koyarak cezalandırmakta, kalıcı bir demografik değişim sürecini uygulamaya koymaktadır.

Çatışmanın mahiyetine dair bu yanlış nitelemelerin nedeni, rejimin vahşetini olduğu gibi görmenin yol açacağı rahatsızlıktan kurtulma arzusundan kaynaklanmaktadır. Çatışmayı bu şekilde yanlış okuyan bazı insanlar için, Beşşar Esed, İsrail karşıtı kampta yer alıyor. Bu nedenle, “iyi bir adam” olarak sınıflandırılmalı ve rejiminin aşırılıkları görmezden gelinmelidir. Oryantalist bakış açısı nasıl ki Doğu’yu Batı’nın karşıtı varsayıyor, anti-emperyalizmin çarpık bakış açısıyla bu çatışmayı niteleyenler, dünyanın emperyalistler ve cihatçılar ile buna karşı mücadele edenler şeklinde bölündüğünü varsayıyorlar.

Edward Said’in tarihi kitabının yayınlanmasından kırk yıl sonra, bu trajik çatışmanın üzerinden yedi yıldan uzun bir süre geçmesine rağmen, Batı’nın Doğu’ya dair anlayışında ya da Doğu’nun kendi düşüncesinde en küçük bir ilerlemenin kaydedilmemiş olmadığını görmek gerçekten üzücüdür.