Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

‘Liyakatsiz politikacılar’ Irak’ı nereye sürüklüyorlar? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Bazıları hala şu soruya cevap bulamadılar;

Irak, Saddam Hüseyin rejiminden kurtulalı 15 yıl oldu.

Peki Irak diğer petrol zengini ülkeler gibi müreffeh ve istikrarlı bir ülke olmayı neden başaramadı?

Bu makalede buna cevap bulmaya çalışacağız.

Saddam’ın en büyük heykelinin, Bağdat’ın merkezi Firdevs Meydanı’nda 9 Nisan 2003’te yıkılışının ardından, ülkede kalmayı tercih eden veya kötü yaşam koşulları, peş peşe gelen yıkım ve savaşlardan dolayı ülkeyi terk eden pek çok Iraklı, Irak’ın uzun süren çilesinin bittiğini ve artık sevinçli günlerin başladığını düşünmüştü.

Iraklılar, heykeli yıkan ABD’nin, devlet yapısını da yıktığını çok iyi biliyorlardı, ancak Saddam’ın yurtdışından dönen muhaliflerinin devleti rekor bir hızla ve farklı bir temelde yeniden inşa edebileceklerini umuyorlardı.

Zira Devleti yönetecek olan bu muhaliflerin birçoğunun, özellikle Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da çalışıp, eğitim almalarından dolayı, yüksek vasıflı, liyakatli ve tecrübeli olduklarını varsayıyorlardı.

Fakat Iraklıların, esasında bunların kendi zihinlerinde kum ve samandan kuleler inşa ettiklerini keşfetmesi uzun sürmedi. Karanlık bir tünelden yeni çıkmış olan Irak, ucunda herhangi bir ışık görünmeyen başka bir tünele yeniden girmişti.

Şiddet, terörizm ve mezhepçilik eksenli iç savaş, yeni dönemin tek başlıkları değildi.

İdari ve mali yolsuzluklar, yıldan yıla, gazete manşetlerinden inmeyen haberler haline geldi.

15 yıl sonra geldiğimiz nokta itibariyle, Irak’ın yaklaşık 1 trilyon dolarlık petrol gelirinin yarısı, yeni yönetimdeki üst düzey yetkililerin cebine gitti.

Bunların ortakları ise, yağmalanmış bu fonları (kara parayı) yurtdışına çıkarmak suretiyle aklanmasını sağladılar.

Bu üst düzey yetkililerin (bakanlar, bakan yardımcıları, genel müdürler, valiler ve hatta federal parlamentodaki milletvekilleri, Kürdistan Bölgesel Parlamentosu ve il meclisi temsilcileri) büyük bir çoğunluğu, siyasi sürece hâkim olan İslamcı Şii ve Sünni siyasi partilerin üyeleri ve destekçileridir. Üst düzey bu görevler, anayasal bir temele dayanmayan, mezhep, ulusal ve parti kota rejimine göre dağıtıldı.

Bu görevler ve pozisyonlar, liyakat, tecrübe, dürüstlük ve vatanseverlik kriterleri göz önünde bulundurulmaksızın yandaşlara, akrabalara ve partizanlara dağıtılmıştır.

Sonuç ise şu şekilde tezahür etti; devlet yönetiminde inanılmaz bir başarısızlık, kamu hizmeti sisteminin çöküşünden kaynaklanan yaygın hoşnutsuzluk, yüksek petrol gelirlerine rağmen yaşam koşullarında benzeri görülmemiş bir bozulma, yüksek işsizlik, yoksulluk düzeyinin son derece kötüleşmesi…

Medya ve halk, yeni dönemde devlet yönetimini devralanları tanımlamak için “liyakatsiz/şans eseri politikacılar” ibaresini kullanmaya başladılar. Hakikati ifade eden bir ibaredir, zira yeni politik sınıfının ezici çoğunluğu, hiçbir yönetim tecrübesine sahip olmadan iktidara geldi.

Tecrübeleri daha ziyade, Irak dışında, gizli parti çalışmaları ile sınırlıdır. Saddam rejiminin devrilmesinden sonraki ilk yıl ülkeyi yöneten Yönetim Konseyinin isimlerini hatırlayacak olursak, 25 üyeden sadece üçü İdari bir tecrübeye sahipti, onlar da eski diplomatlardı.

Bunlardan biri eski dışişleri bakanı, birkaç yıl BM’de Irak’ı temsil etmiş olan Adnan Paçacı’dır. Diğerleri ise özel finans ve teknoloji şirketlerinde başkanlık yapmış olan Ahmed Çelebi ve İyad Allavi’dir. (Allavi UNICEF’de danışman olarak da çalıştı). Ancak bu üçü yeni sistemde, gizli mahfillerden çıkan ve hiçbir liyakati olmayan politikacılara kıyasla etkili rollere sahip olamamışlardır.

Paçacı, Yeni dönemin ilk cumhurbaşkanlığına en güçlü adaydı, Fakat Şii ve Sünni İslamcı partiler buna karşı çıktılar, çünkü kendisi laik ve liberaldi.

Allavi ise, ilk geçici hükümeti kurma görevi kendisine verildi, ancak hükümetin ömrü sadece bir yıl oldu, görevi ise yeni anayasayı yazmak, ulusal bir kurucu meclis seçilene kadar gerekli önlemleri almaktı. Ve gerçekleşti de, ama bu görevini yenilemediler, kota rejimi yürürlüğe konuldu ve buna dayanarak başbakanın Şii olması siyasi bir zorunluluk haline getirildi.

Allavi de Şii’dir, fakat partisi (Irak Ulusal Mutabakatı) laikti ve onu da görevden uzaklaştırdılar. Ancak daha sonra, 2010 seçimlerinde partisi en fazla oyu aldı ve mecliste 91 sandalye elde etti, bütün bunlara rağmen hükümete başkanlık etmesi engellendi.

Seçimi kazanan “En Büyük Blok”un lideri olarak atanması ve hükümeti kurma görevinin kendisine verilmesi gerekiyordu ancak “Kanun Devleti Koalisyonu ” başkanı olan rakibi Nuri Maliki, seçimlerin bitmesinden sonra bir Şii ittifakının devreye sokulması ve kurulması ihtimaline karşı çıktı.

Anayasa’da yer alan “En Büyük Blok” teriminin, seçimi kazanan blok anlamına gelmediğini yasal olarak kayıt altına almak için Federal Mahkemeye gitti! Dolayısıyla hükümeti kurma görevinin kime verileceği seçimlerden sonra parlamentoda kararlaştırılacaktı!

Saddam rejiminden “Irak’ın kurtuluşu” sürecinin manevi lideri olarak kabul edilen Çelebi, aynı şekilde mütevazı bir görev aldı ve bir yıl başbakan yardımcılığı görevini yürüttü. Tek Sünni başbakan yardımcısıydı. Ona daha büyük bir görev verilmesini, Şii veya Sünni hiçbir parti kabul etmedi. Çünkü böylesi bir durum “liyakatsiz politikacıların” aleyhine olacaktı.

Irak’ta “liyakatsiz politikacıların” hükümette görev alması mezhepçi şiddetin ve yıkıcı kanlı eylemlerin artmasına, sosyal ve ekonomik yaşamın, İdari ve mali yolsuzluğa maruz kalmasına neden olmuştur. Daha da kötüsü, bir terör örgütü olan DEAŞ ülkemizin üçte birini ele geçirdi, etkileri yıllar geçse dahi silinmeyecek bir felakete yol açtı.
Bu “liyakatsiz politikacıların” yıkıcı ve başarısız tecrübelerine rağmen, görevlerini bırakmama konusundaki ısrarcı tavırları en büyük musibettir.

12 Mayıs seçimlerinden bu yana yaşananlar ve hatta yeni parlamentonun dünkü oturumunda meydana gelen hadiseler, bu liyakatsiz politikacıların, kendilerine maddi-manevi menfaatler sağlayan kota rejimine dişleri ve tırnaklarıyla sıkı sıkıya bağlı kalacaklarını gösteriyor.

Bu da aslında daha büyük felaketlerin yaşanacağının işaretleridir.