Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Londra’nın Tahran’a karşı Trump’ı desteklememe hatası | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Batılı liberal gazeteciliğin, Avrupa kamuoyunda Başkan Trump’ı şeytanlaştırmadaki başarısı, Avrupalı politikacıları (seçim duyarlılığı ile) eski Başkan Barak Obama’nın (2009-2017) bozduğu bölgesel dengeyi yeniden tesis etme girişimlerini engellemeye itiyor.

Obama Başkanlığı sona ermeden önce İran’la nükleer anlaşmayı imzalamak için baskı yaptı ve böylece kendisini Tarih sayfalarına (kullandığı retorik o kadar etkiliydi ki dünyayı dehşete düşürdü ve liberal basın bu ifadeleri manşetlerine taşıdı) küresel bir başarı elde etmiş bir Başkan olarak kaydettirmek istedi.

Elbette ki John Kennedy’nin (1917-1963) ırk ayrımcılığına son vermesindeki rolü ya da Soğuk Savaşı sona erdirmeye ve Doğu Avrupa’yı özgürleştirmeye yönelik Ronald Reagan’ın (1911-2004) rolünü yakalayamamıştır. Washington’un tarihi müttefiki olan İngiltere’deki Başkan Trump’a duyulan nefret atmosferi, Başbakan Theresa May’i (Margaret Thatcher’ın sertliğiyle değil, açık stratejik vizyonuyla) Fransa ve Almanya’nın liderleri ile ABD’nin tutumuna karşı çıkan ortak bir açıklama yapmaya itti.

Bu hafta başkan Trump ile yapılan uzun telefon görüşmesine rağmen, Franco-Alman eksenine katılımı, bu satırların yazarı da dâhil olmak üzere birçok kişi tarafından eleştirildi. ABD Başkanı, İngiltere’nin Berlin ve Paris liderliğindeki Avrupa Birliği ile mücadelesinde ilk ve en önemli müttefikidir. Berlin-Paris ekseninin açıktan tenkitleri ve içten içe Trump’a düşmanlık besleyen gazetelerin kışkırtmaları bu duruma neden olmuştur. 2016’daki seçimlerinin ilk saatlerinden itibaren bu basın kendisine saldırmaktan vazgeçmedi.

Amerikan karşıtı bir stratejide, Fransızlarla yapılan küresel eylemlere katılım, 1956’daki Süveyş krizi sırasında İngiltere’ye (ve Araplara) ağır bir bedele mal oldu. Merhum Başbakan Anthony Eden (1897-1977), İsrail’le beraber bir maceraya sürüklenen Fransızlarla ittifak yaparak bir hata yapmıştı. Eski Irak Başbakanı Nuri Paşa el-Said (1888-1958) bölge siyasetinde İsrail’den uzak durulmasını tavsiye etmişti. Süveyş Kanalı’nın (26 Temmuz 1956) kamulaştırılması haberi Downing Street’e, Eden’in Nuri paşa onuruna verdiği bir akşam yemeği esnasında ulaştı. Bu geceye katılanlar arasında merhum Kral II. Faysal (1935-1958) ve Irak Veliaht Prensi Abdülillah Haşimi (1913-1958) de vardı.

Eden’in hareketi, Başkan Dwight Eisenhower (1890-1969) ile bir krizi patlattı ve sadece İngiliz müttefikini siyasi hezimete uğratmakla sınırlı kalmadı, bilakis iki yüz yıldan fazla bir süredir Arap müttefikleriyle beraber emek, para ve kan istismarı yapılmış bir bölgede İngiltere’nin pahasına Amerikan etkisini genişletme fırsatını yakaladı. Yine bu hata Arap milliyetçi akımının (Baasçı faşist kart) ortaya çıkmasına yol açtı ve bölgedeki demokratik, sosyal ve ekonomik gelişmeyi engelledi. İran ile “beş artı bir” grup (Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri artı Almanya) ve Avrupa Birliği arasındaki 14 Temmuz 2015 tarihli anlaşmayı, İngiltere’nin Arap müttefiklerini içermediğinden dolayı ilk eleştirenlerden biriydim, zira İran’ın politikalarından en çok etkilenenler onlardı.

Başkan Trump’un başarılarının göz ardı edilmesinin yanında (neredeyse savaşa varacak Kore krizindeki tarihi ateşkes, finansal piyasaları sakinleştirdi ve yüz binlerce iş fırsatının yaratılmasına yol açtı), İran’a yönelik tavrının olumlu yönleri de görmezden geliniyor.

Başkanın bu adımı seçim programının bir vaadiydi, bizler gazeteciler olarak seçmen vaadini yerine getiren bir politikacıyı eleştirmeli miyiz?

Neden Trump’a vaadini yerine getirdiği için saldırıyorlar?

Liberal basında çıkan haberlerde, anlaşmanın dışında kalan bir madde etrafında İran’la görüşmeye çağıran Trump bildirisinin bir paragrafı göz ardı ediliyor, o da; İran’ın balistik füzeleri geliştirmeyi sürdürmesidir (İranlılar nükleer bir bomba istemiyorlarsa, niçin nükleer bombalar geliştirme araçlarını üretmek için yoksul bütçelerinden para harcıyorlar?).

İngiltere Dışişleri Bakanı Boris Johnson, Çarşamba günü Avam Kamarasında, hükümetin ABD hamlesine karşı muhalefetini haklı çıkarmak için bir kabine açıklaması yayınladığı sırada İran’ın Yemen’deki kolu Husiler, Suudi Arabistan’a iki İran balistik füzesi ateşlemişti. Suudi savunma sistemleri tarafından imha edildi.

2015 anlaşması, İran’ın bölgesel stratejisinin siyasi yönünü içermemişti. Bu da sözleşmesi imzalayan devletlerin Terör listesine koyduğu örgütleri Silah ve para ile desteklemesidir. Bu paralar, daha önce dondurulmuş olan ve yapılan bu anlaşmayla İran’a akıtılan fonlardır. Bu fonlar bölgedeki huzursuzlukları finanse etmek, Filistinlilerle İsrailliler arasında barışı destekleme girişimlerini baltalamak ve Yemen gibi diğer krizlerin çözümünü engellemek için kullanılmıştır.

Liberal siyasi gazetecilik kurumlarının kasten önemli bilgileri yayınlamamalarını (şikâyet sırasında önyargı ve hatalı bilgileri atlatmak) Trump’a karşı düşmanlıklarından dolayı anlaşılabilir. Ancak sürpriz olan, çok sayıda Avam Kamarası milletvekilinin (özellikle İşçi Partisi ve Liberal muhalefet) İran hakkındaki bilgi eksikliğiydi.

BBC’nin ‘Amerika’nın anlaşmadan çekilmesinin İran’daki ılımlılara karşı radikal kanadı güçlendireceği’ propagandasına inanıyorlar.

İran’ın ulusal olarak mutabık olduğu hedefleri var. Nükleer program, dış politika bağlamında Radikal hareketlerin desteklenmesi, Devrimin ihracı, Hazar Denizi’nden Akdeniz kıyılarına kadar siyasi nüfuz alanının genişletilmesi ve Körfez ve bölge üzerinde hegemonya kurulması gibi meseleler bu bağlamda zikredilebilir. Yani, bu hedeflere ulaşmada ılımlılar ve radikaller şeklinde bir ayırıma gidilemez. Zira tamamı aynı hedefe yürüyorlar.

Anti-Amerikancılık, İslam Cumhuriyeti ve Velayet-i Fakih’in kuruluşunun mitolojik politik efsanesidir. Nükleer anlaşmanın imzalanmasından sonraki Cuma günü Büyük Şeytan’a karşı yapılan tezahürat “Amerika’ya ölüm” şeklindeydi.

İran parlamentosunda (Meclis) İran halkının temsilcileri Amerikan bayrağını yaktıklarında aynı tezahüratı dile getirdiler. BBC muhabiri Cumartesi sabahı yaptığı açıklamada, faillerin “Radikal bir azınlık” olduğunu iddia etti. Ilımlılar ise kıyafetlerini yakma korkusuyla katılmadılar! Meclis başkanından bu olayın durdurulmasına dair (Güvenlik ya da medeni bir görüntü verme adına dahi olsa) bir talep işitmedik. (Mesela Millet Meclisi Başkanı diğer zamanlarda sadece alkışlayanı dahi azarlayabiliyor ve milletvekilini yalan söyleme suçlamasıyla oturumdan kovabiliyor)

Başkan Trump’ın attığı adımın, Suriye’de İranlılar ve İsrailliler arasındaki çatışmaların patlak vermesine yol açtığı iddiasına gelirsek, bu, gerçekleri görmezden gelmektir; İsrail’in Suriye’deki saldırıları yaklaşık üç yıldır devam ediyor. İsrail-İran savaşı ise, nükleer anlaşmanın imzalanmasından bu yana vekilleri aracılığıyla devam ediyor. İran’ın karşılık vereceği iddiası abartılan bir konudur, çünkü İran ekonomisi çökmek üzere. Anlaşmadan çıkan paranın çoğu dışarıya kaçırıldı. Dolayısıyla, İran’ın direnişi, Avrupa ülkelerinin ekonomik baskıları karşısında zayıftır. Ayrıca bu ülkelerin şirketleri ve bankaları ABD yaptırımlarına maruz kalma riskiyle karşı karşıyadır. May Hükümeti’nin, bölgedeki tarihi ittifaklardan yararlanarak diplomatik bir inisiyatif alması, İran’ın stratejisini ek bir sözleşmeyle değiştirmeye zorlamak için başkan Trump’ın attığı adımı geliştirmesi gerekir. Bayan Thatcher bugün Downing Street’ta olsaydı, Westminster ve kamuoyunun önderliğindeki duruşu bu olurdu.