Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Lübnan… Büyük Arap haritası | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Vatanlar, üzerinde yaşayan insan kitlesi, sahip olduğu mekânın genişliği veya darlığıyla ölçülmez. Mekânın dâhiyane bir özelliği ve kendine has bir kompozisyonu vardır. İnsanlar da tarihin malzemeleri ve yaşam tarzları tarafından oluşturulan bir kimyaya sahiptirler.

Lübnan küçük bir toprağa sahip. Ancak Arap kütüphanelerini, hatta tüm dünyanın kütüphanelerini dolduracak hacme sahip. İsviçre de dört farklı milletten oluşan, küçük bir toprak parçasına sahip, denize çıkışı olmayan ve karayla çevrili Avrupa ülkesidir. İçinde yaşayan milletlerin her birinin kendine has kültürü ve dili vardır. Bu yönüyle de komşu ülkelere mensupturlar. Bu etnik bileşenlerin, tarihsel ve kültürel olarak birbiriyle bağlantılı olduğu ülkeler birbirleriyle savaşmışlardır. Fakat İsviçre, Avrupa kıtasında hızla ilerleyen ve genişleyen savaşlardan ve çatışmalardan kendini “uzak tuttu”. Kpsamlı ve sağlam bir ulusal kültür oluşturdu. Birçok Avrupalı şahsiyet, 19. ve 20. yüzyıllarda modern Rönesans düşüncesinin kurulmasına katkıda bulundu. Lübnan, küçük bir coğrafi ve demografik bileşeni olan, İsviçre tarzı çeşitlilik arz eden, mezhebi farklılıkları olan, ancak dil ve kültürel olarak birlik içinde olan bir ülkedir.

Lübnan’ın sorunu ve diğerlerinden ayıran yönü başının bedeninden daha büyük olmasıdır. Fenikeliler bir tarih yazdı ve zaman coğrafyasını çizdi. Bugün hâla doğu ve batı Arap dünyasının bir kısmında, Akdeniz adalarında, Malta, Sicilya, Sardunya ve Kıbrıs’a kadar uzanan yerlerde soylarının etkileri hissediliyor. Dünyayı imparator, hâkim ve fatih olarak yöneten Roma devletine Libyalıların Septimus Severos’unu verdiler. Lübnan, Latin Amerika’ya başkanlar ve zenginler, Kuzey Amerika’ya da bilim adamları, politikacılar ve milyonerler ihraç ediyor.

Modern Lübnan, Arap dünyasındaki herhangi bir değişim ve gelişmeden ayrı kalmadı. Başta rahipler olmak üzere Lübnanlı Hristiyanlar, Türk hegemonyası döneminde Arap dilini korumada önemli bir rol oynadılar.

Lübnanlılar modern gazetecilik okulunu Arap dünyasında kurdular. Tiyatro ve sinema alanında ise izleri halen günümüze kadar devam eden dikkate değer bir sıçrama yaptılar.

Geçtiğimiz yüzyılın ortalarında bir dizi Arap ülkesinin bağımsızlığından sonra bölge, çelişkili siyasi ve entelektüel gidişatlar yaratan dönüşümlere tanık oldu.. Süveyş’teki savaş bir çağın sınırıydı. Soğuk Savaş’ın ortasında uluslararası politikalarla çatışan yeni bir milliyetçi Nasıri akım ortaya çıktı ve etkileri Bağdat Paktı’ndan Suriye-Mısır birliğine, Irak’taki Abdülkerim Kasım darbesine, Yemen’deki savaşa ve öncesinde Cezayir Devrimi’ne kadar uzanan bölgesel ve uluslararası askeri ve siyasi düzenlemelere yansıdı. Arap eksenine sol ve sağ dediğimiz iki kavram hâkim oldu. Lübnan ise, her akımın sahip olduğu malları gösterebildiği bir platformdu. Geçen yüzyılda, 1958’deki Lübnan’daki kriz, Amerikan kuvvetlerinin sahaya inmesine neden oldu. Arap ana gövdesine arız olan her türlü sıkıntı, Lübnan bedeninde, aynı belirtilerle kendini gösterdi. Filistin meselesinin farklı bir boyut kazanması veya kritik siyasi bir yola girmesi, İsrail güçlerine karşı Beyrut’ta gerçekleştirdikleri savaştan sonra oldu. Filistin, büyük masalar etrafında az sayıda kişinin katıldığı bir meseleyken, dünya tarafından takip edilen bir konu oldu.

Altı Gün Savaşında Arapların İsrail karşısındaki yenilgisinden sonra birçok teorik kavram Arapların siyasi seçenekleri değişti. İsrail karşısında yenilgiye uğrayan “ilerici” etiketli Mısır ve Suriye gibi rejimler “gerici” olarak adlandırıldı! Birliklerin desteğini almak zorunda kaldı. Suudi Arabistan, Kuveyt ve Libya, gerilemenin ardından gerçekleştirilen Hartum Zirvesi’nde alınan kararlarla cephede savaşan ülkelere mali destek sağlamaya hız verdi.

Arap bağımsızlığından sonra bazılarında krallık, diğerlerinde ise cumhuriyet rejimleri kuruldu. Lübnan’da temel siyasi güçler arasındaki anlayış doğrultusunda özel bir yapılandırmaya sahip bir sistem kuruldu. Buna göre düzen cumhurbaşkanının Marunî Hıristiyan, başbakanın Sünni Müslüman ve meclis başkanının da Şii Müslüman olması üzerine kuruldu. Bağımsız Arap ülkelerinde benzeri olmayan bu oluşum, Lübnanlıların düşünce, sanat, endüstri tarih ve coğrafya alanlarındaki yaratıcılıkları ile örtüşen yaratıcı bir fikrin ürünüydü.

Bir Latin politikacı, “Meksika, Allah’tan uzak, Amerika’ya yakın” demiştir.

Bu söz Lübnan ve Suriye için de geçerli mi? Lübnan tarihinin tüm dönmelerinde Suriye’nin eli ve müdahalesi vardır. Geçen yüzyılda, 1970’lerin ortalarında patlak veren iç savaşta, Suriye’nin elinde yakacak odun ve alev vardı. Lübnan’ın her tarafında öldürdü ve öldürüldü. Bölgesel, uluslararası askeri ve siyasi karar süreçlerinde cumhurbaşkanlarının ve hükümet başkanlarının atanmasına ilişkin düzenlemelere müdahale etti. Taif Anlaşması iç savaşı sona erdirdi ve eski bir mimariye sahip, yeni bir Lübnan Cumhuriyeti üretti. Merhum Başbakan Refik Hariri, Lübnanlıların Suriye hegemonyasından kurtuluş hayalini gerçekleştirmek için kanıyla bedel ödedi. Suriye, Lübnan devletini ancak kuruluşundan on yıllar sonra fiili olara tanıdı. Son yıllara kadar karşılıklı diplomatik temsilde bulunmadı. Onlara muz veya sedir cumhuriyeti muamelesi yaptı. Lübnan’ı kendi arka bahçesi gibi gördü. Birçoğu, Lübnan’ın istikrarının, Suriye’nin askeri varlığının ortadan kalkmasının ardından geldiğine inandı. Ancak en başından itibaren yanıcı ve yakıcı bir kereste misali ülkeye yavaş yavaş sızan bir ülke vardı, o da İran’dı. Humeyni’nin Mollaları İran’ı yönetmeye başladıktan sonra Lübnan’daki tüm denklemler değişti. İran’daki yeni devlet, İran devrimini, mezhep kabının içerisinde ihraç etme ilkesini benimsedi. Bu ihracın Arap dünyasına uzanmasındaki elleri, İran’ın Lübnan’daki sadık dostlarıdır.

Araplar tarafından tanık olunan ve on yıllarca devam eden entelektüel ve siyasi dalgalanmalar meydana getiren Beyrut’un rolü değişti. Lübnan’ın müzayede alanına ilk kez Arap olmayan bir yapı girmiş oldu ve bu yapı, mal ve silah gücünü kullanarak çarpıcı afişlerle, mezhep pazarında mallarını dayatmaya çalışıyor. Mallar sınırı geçiyor, Lübnan, İran mezhep mallarını alıyor veya geri gönderiyor, süreç devam ediyor. Siyasetin de aynen tarım gibi bir mevsimi vardır, yaz aylarında buğday ekilmez. İranlılar Arap dünyasının içinde bulunduğu durumun, akıllara girmelerinin kapılarını açtığını görüyor. Toprak, güç ve hegemonya da dâhil olmak üzere Arap, Osmanlı Türkleri’nden sonra bir Farisi projesi olarak üçüncü İslam imparatorluğunun kurulmasını hayal ediyorlar.

Hizbullah insanların kapısını –direniş- yani İsrail işgaline direniş yazılı bir elle çaldı. Birçoğu onu alkışlarken mezhepsel maske, Suriye rejimini, Suriye devrimine karşı açıktan desteklemesiyle düşmeye başladı. Anlaşıldı ki mücadele İsrail’e karşı değil, bilakis mezhepsel projesi bağlamında Sünni Müslümanlara karşı yapılıyor. Irak ve Yemen’e müdahale edilmesi Hizbullah’ın gerçek yüzünü ortaya çıkarmış oldu.

Bir zamanlar, Lübnan’ın gücünün zayıflığında gizli olduğu söylenirdi. Durum böyle olabilir ya da olmayabilir. Ancak tarih, Lübnan’ın gücünün çeşitli ve yaratıcı bileşenlerinde olduğu gerçeğini bizlere teyit ediyor. İran kendine, “Arap dünyasının kontrolünü sağlayabilecek yollara girmeyi tercih eden” bir konum belirledi. Fakat Lübnan, İran projesinin uçuruma düştüğü alan olacak. Lübnan zamanın dürüldüğü yerdir. Alanı kilometre olarak ölçülmez, halkı da kişi adedine göre sayılmaz.