Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Lübnan: Hükümet, krizin aynasıdır | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Genellikle Cumhurbaşkanlığı ya da parlamento seçimleri ve hükümeti oluşturma zorlu ve kritik durumdan yeni bir aşamaya yani krizlerin geçmişte kaldığı çözüm ve düzenleme sürecine geçildiğine yönelik bir duyurudur. Bu, Lübnan hariç tüm dünya ülkelerinde meydana gelen bir durumdur.

İki yıl önce Hizbullah’ın getirdiği çözüm, Cumhurbaşkanlığı krizine son verip Cumhurbaşkanı’nın seçilmesini sağladı.

Ayrıca “güven kazanma hükümeti” şeklinde bir hükümet oluşturuldu. Kanunlara yani Hizbullah’ın dikte ettiği ve bununla milletvekillerinin çoğunluğu elde ettiği yeniliğe göre parlamento seçimleri yapıldı. Aslında etnik kota politikasının yerleşmesiyle birlikte kriz derinleşti. Genel gerileme, bütün endekslerin özelliğini oluşturdu:

Parlak olmayan bir geleceğin yaklaştığı konusunda uluslararası ve Lübnanlı uzmanların uyarılarına rağmen genel borçlanma arttı, kamu malları gasp edilmeye devam edildi ve yardımlar azaldı. Temel hizmetler, kirli sularla birlikte krize ve ülke çöp yığınına dönüştü. Temiz hava yok oldu. En değerli unsur olan elektrik hizmetleri ivme kaybetti. İşsizlik özellikle de gençlerde yüzde 25’e yaklaştı. Yaşam koşulları kötüleşti. 2016 yılında yolsuzluk endeksinde 136. sırada yer alan Lübnan’ın 2017 yılında 143. sıraya yükselmesi ise en önemli ilerlemedir.

Seçimleri kazananların hükümeti, mutlak otorite sahibi gibi hareket eden Hizbullah izin verirse ilan edilmek üzere.

Hizbullah, direniş ekseninin yararına olacak şekilde başbakanın konumunun daha fazla sınırlandırılması için son zamanlarda baskı yapmaya başladı.

Hizbullah yanlıları, Saad Hariri’nin 2009 yılı seçim sabahında değil de Hizbullah’ın çoğunlukta olduğu 2018 yılı seçim sabahında olduğunu bilmesi gerektiğini söylüyor.

Nitekim kara gömlekliler ve Hizbullah, çoğunluğun yönetime gelmesini engelledi.

Fakat hükümeti oluşturmakla görevlendirilen tarafın, temel zorluklardan uzak bir şekilde direniş ekibinin istediği gibi hareket etmesine müsaade etti.

Bu zorluklar, ülkenin ve halkın gerçek çıkarıdır ve ülkeyi korumak için hükümetten yerine getirmesi beklenen bir roldür.

Bu defa hükümet oluşturma işlemi, ABD’nin Hizbullah’a yönelik aldığı yaptırımlara denk geldi.

Bu yaptırımlar, birkaç gün sonra İran rejimine yönelik yayınlanacak kapsamlı yaptırımlar öncesinde meydana geldi.

ABD, İran ve İran’a bağlı milislerin uluslararası finans sisteminin kolaylıklarından yararlanmasını engellemek için baskı yapma noktasında açık ve net bir tutum sergiliyor.

Yöneticilerin durduramadığı yaptırımlar, sokağı endişelendirdi. Çünkü bu yaptırımlar, kritik ekonomiye daha fazla sınırlandırma getirmekle tehdit ediyor.

Şöyle ki bu yaptırımlar, finans ve silah alanıyla sınırlı kalmayıp Hizbullah’ı destekleyen ya da onunla işbirliği yapan herkesi kapsamaya başladı.

Bu da Hizbullah’ın müttefiklerinin hükümet ve parlamento içerisinde çoğunluğu elde etmelerine fırsat verecektir. Bu durum, zaten az olan yatırımlar konusunda tehlikelerin artması ve yeni yatırımlar getirmek için CEDAR Konferansı’nda alınan kararların engellemesi gibi Lübnan ekonomisiyle ilgili olumsuz işaretlerin çoğalması anlamına geliyor.

Belediyeler ve ticaret sektörleri gibi Hizbullah’la kamu kurumları şeklinde işbirliği yapan finansal oluşumların artmasıyla birlikte ülkeye yönelik tehlikeler de artıyor.

Böylece askeri teçhizatı ve İran Devrim Muhafızları’na bağlılığıyla birlikte yeni hükümete güçlü bir şekilde katılarak iktidara geçme kararının yanı sıra Hizbullah’ın bölgecilik ağları da genişliyor.

Tüm bunlar, Lübnan’ı hem ABD hem de Avrupa tarafından getirilecek şiddetli yaptırımlarla karşı karşıya bırakacak.

Şu an İngiltere’de meydana gelenler, Hizbullah’ın terör örgütü olarak kabul edilmesinin ardından bölge ülkelerine de yaptırım getirileceğine işaret ediyor.

Özetle Lübnan’ın yüzleştiği gerçek zorluk, kritik bir zamanda yatırımları, ticareti ve para akışını sınırlandırmakla tehdit eden kapsamlı yaptırımlardır.

Bu da ekonomik durgunluğu, işsizliği ve cari açığı artıracaktır.

Aslında ülkenin Hizbullah hükümetini oluşturmaya değil de güveni artıracak işaretlere ihtiyacı var.

Zira Hizbullah hükümeti, özellikle banka sektörünü, fırtınanın karşısına getirebilir.

Bu da ekonomi ve istikrarın bozulmasına yol açacaktır. Sadece istikrarı pekiştirmek için değil, aynı zamanda bugün Lübnan’ı çökme tehlikesinden uzaklaştırmak için şu an ülkenin bölgedeki çatışmalardan uzaklaştırılması ve tarafsızlaştırılması gerekiyor.

Yukarıda anlatılanlar, hükümeti kurma konusunda ilgili tarafların dikkatini çekmedi.

Hükümetin yapısıyla ilgili tüm işaretler, genellikle Hizbullah’ın politik seçenekleriyle uyumlu gibi görünüyor.

5 ay gibi hükümetin kurulmasındaki gecikme ise kamu yönetiminde nüfuzlarını sağlamlaştırma ve denetimsiz ve sorgusuz bir şekilde anlaşma yapma noktasında büyük ölçüde çözüm yanlıları arasında var olan çatışmayla ilgilidir.

Bunların yanı sıra hükümet kurma sürecinde son derece tehlikeli bir durum bulunuyor. Bu tehlikeli durum da Hizbullah’a güvenen ekibin bakanlıklarla ilgili şartlar ileri sürmeye başladığı zaman hükümet kurmakla görevlendirilen başbakanın anayasal yetkileriyle ilgili tartışmadır.

Daha sonra bütün taraflar, her ekibin bakanlık temsilcilerini isimlendirmesi konusunda bir araya geldi.

Bu da hükümet başkanını posta kutusuna dönüştürdü. Oysaki bu durum, hükümeti oluşturması ve cumhurbaşkanının onayıyla birlikte kararnameleri yayınlaması gereken hükümet başkanının anayasal yetkileri arasında bulunuyor.

Bu hükümet, aşırı güç odaklı otoriter zihniyete dayanan uygulamalarla yaptırım konusunda ciddi tehlikenin göz ardı edilmesine yönelik ülkenin içinde bulunduğu krizin aynasıdır.

Bu zihniyet, problemleri çözmeye çalışmak konusunda Başbakan Hariri’nin gösterdiği çabalarla ilgilenmedi.

Diğer yandan bazı yöneticiler, anayasa dışındaki örfleri dayatma konusunda niyetlerini gizlemiyor.

Bununla ilgili en son örnek de cumhurbaşkanına dayandırılmaktadır.

Cumhurbaşkanı, kendisinin olmaması halinde Bakanlar Kurulu’nun toplanamayacağını söylüyor.

Hâlbuki anayasa, “Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu toplantısına katılırsa başkanlık eder” diyor. Yani Bakanlar Kurulu’nun hükümet başkanının başkanlığında toplanmasını engelleyen bir şart bulunmuyor.

Taif Anlaşması, cumhurbaşkanının vesayetinden uzak bir şekilde yürütme organı içerisinde hükümet başkanı için genel bir konum belirledi.

Bu konum, anayasanın hükümet başkanını seçme yetkisini parlamenter çoğunluğa bıraktığı zamanı belirlendi.

Buna karşılık yetkiler, Bakanlar Kurulu’na bırakıldı.

Dolayısıyla bugünlerde hükümet kurmada izlenen uygulamalar, öncelikle hükümet başkanının konumunu zayıflatmak ve onu kuşatmakla ilgilidir.

Neredeyse yönetim üslubuna dönüşecek bu yöntem, Sünni çevreleri harekete geçirmeye başladı.

Bu, endişelendirmesi ve vakit geçmeden gerçek çözüme teşvik etmesi gereken bir durumdur.