Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Lübnan ‘Muz Cumhuriyeti’ değildir! | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Başta Cumhurbaşkanı Mişel Avn olmak üzere Lübnanlı siyasetçilerin Suudi Arabistan’ın Güney Lübnan’da kurulan Paralel Devlet’e karşı kararlı politikasına yönelik tepkilerini nasıl analiz edebiliriz?

Maalesef siyasi kaos, Paralel devletin Lübnan devletinden geriye kalanları yönetmesine olanak tanıdı. Yakın geçmişte paralel devlet yapılanması, terörle mücadele iddiasıyla Lübnan ordusunun iradesini bile ele geçirecekti. Dahası bütün uyarıları gözardı edip devletin dış politikasını çiğneyerek Suriye’de rejim güçlerinin yanında Suriye halkına karşı savaşmak için gitti.

Mesele, dünyanın DEAŞ örgütüne karşı mücadele etmekle meşgul olduğu bir zamanda Suudi Arabistan’ın Hizbullah’a karşı tutumuyla ilgili değil.

Mesele, Lübnan’da farklı partilerdeki siyasetçilerin şu anki durumun ve devlet-ordu mantığına saldırmanın tehlikesi konusunda mükerrer uyarılarını göz ardı etmekle de ilgili değil.

Aksine mesele, Suriye krizini aşan bir problem.

Hizbullah, eğitim ve medya aracılığıyla İran’ın Yemen’deki planlarını uygulamaya katılıyor. Hizbullah, sadece Husileri değil, aynı zamanda Yemen’deki meşru hükümete karşıt tutumu kaydetmek, milis ve devrik rejim tarafından Yemenlilerin iradesiyle oynamayı durdurup, ardından siyaseti tamamen ele geçirmek ve savaş mağduriyetine oynamak için bazı Yemenli gazetecileri de ağırlıyor ki Husiler, Irak’tan Lübnan ve Yemen’e kadar İran’ın yönettiği milis uzantısının bir parçası!

Bu, aynı zamanda Şii milislerin genişlemesi için DEAŞ örgütüne karşı yürütülen bir savaşın sloganı!

Suudi Arabistan politikası, Körfez İşbirliği Konseyi’ne ve bölgede Mısır’ın rolüne karşı bakışında olduğu gibi Lübnan’a özel bir ayrıcalık veriyor. Buna rağmen Lübnanlı siyasetçilerin Hizbullah’ın İran’ın bir aracı olarak hem genişlemesine müsaade etmesi hem de Suudi Arabistan’dan daha fazla tolerans beklemesi kabul edilebilir bir şey değil.

Durum birçok açıdan değişti. Öncelikle Suudi Arabistan’ın dış politikasına göre, istikrarını tehdit eden ya da egemenliğine karışanlarla ilişkiler kesiliyor.

Bu durum, Katar’ın davranışlarının sonuçlarında, DEAŞ ve Husilerin hedef alınmasında açık bir şekilde görülmüştü.

Hatta bölgede istikrarı yok etmedeki rollerinden dolayı terör örgütleri listesine alınan siyasal İslamcı grupların yönettiği darbe projelerine karşı bile Suudi Arabistan’ın politikası belli.

İkinci olarak Hizbullah’ın tasarrufu Suudi Arabistan’a zarar vermiyor. Böyle bir rolü çok az üstleniyor. Fakat Hizbullah, Yemen’deki krizin uzamasına, Suriye halkının sıkıntılarının artmasına, Bahreyn’in istikrarının hedef alınmasına hatta siyasi olarak Lübnan’ın sindirilmesine, devletin ihtişamını ve devlet mantığını zayıflatmaya neden oluyor.

Bugün Lübnan, Hizbullah’ın aptallığı ve bölgede İran’ın pervasız seçeneklerine bağlı kalması sebebiyle, ekonomik bir felaketin eşiğinde bulunuyor. Zira devletin borçları, yüzde 150 oranında milli üretimi geçmiş ve yabancı mevduat korkunç bir şekilde düşmüş durumda. Hizbullah ya da Tahran’daki mollalar rejimi, hızlı çöküşün baskısını azaltmadı. Aksine bu baskı, Lübnanlıların bonoları(dünya çevresinde 15 milyon ve Körfez’de 500 bin) sayesinde hafifledi. Havalelerin çoğu, Suudi Arabistan’dan geliyor. Akil liderleri sayesinde Suudi Arabistan, düşmanca açıklamalar yapan ve Lübnan’da vatandaşlarını korumada başarısız olan devletlerinin politikalarını ve kabahatlerini hesaba katmaksızın topraklarında yaşayan herkese sevgiyle yaklaşıyor.

Hatta durum, bazı gazetelerinde gazetecilik adabına yakışmayacak şekilde maskaralığa kadar gidiyor. Oysaki Suudi Arabistan hükümeti, Hariri’nin istifasından sonra bile Lübnan lirasının değerini muhafaza etmek için 1992’den bu yana Lübnan’da yabancı rezervin yüzde 2’sini oluşturan Lübnan Bankası’ndaki mevduatlara dokunmadı.

Lübnanlı siyasetçiler, Lübnan’ın hedef alındığını tasavvur ederek bugünlerde çok hata yapıyorlar. Aksine Suudi Arabistan ve uluslararası toplum, Paralel Hizbullah Devleti’nden geriye kalan Lübnan devletinin egemenliğini kararlı bir şekilde kurtarmaya çalışıyor. Savaşçılar, Lübnan’ı savunmak için değil de Esed rejimini desteklemek ve İran’ın stratejisini gerçekleştirmek için hayatlarını kaybederken, Hizbullah’ın varoş devletinin tersaneleri; uzun menzilli füzeleri, gelişmiş savunma ve füze sistemlerini kapsayacak şekilde genişledi.

Diğer yandan Lübnan’ın çoğu köyü, asker tedarikine, tünellere, depolara ve askeri altyapıya dönüştü. Genellikle toplu sloganlarda söylendiği gibi bu da, İsrail hatta Lübnan devlet mefhumu için bir tehdit oluşturmamaya başladı. Hatta birtakım küçük ve sınırlı operasyonlar ve İsrail’in provakatif girişimleri Hizbullah’a yarayacaktır. İsrail’in örgüte saldırısı, Suriye’deki kayıplarından dolayı toplumdan gelen eleştiri oklarından sonra Lübnan içerisinde meşruiyetini geri kazanmasına katkı sağlayacaktır.

Bugünkü mevzu, hükümeti engellemek ve sokağı ele geçirmek gibi Hizbullah’ın Lübnan içerisinde yaptığı siyasi ihlaller değildir. Tam tersine bugünkü konu, Körfez ülkeleriyle birlikte barışa saldırmaya hazır hücrelere doğrudan karşı koyma hakkındadır. Dini, siyasi ve ideolojik açıdan mezhepçilik sorunundan bahsedilecek. Şimdi de ulaştığımız mezhepçi kimlik seviyesine bir bakalım.

Suudi Arabistan’ın tarafsız bir şekilde teröre karşı yürüttüğü operasyonlardan sonra Hizbullah, çoğu zaman zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Suriye’de gerilemesi, Hizbullah’ın kadrolarının ve kaynaklarının görülmemiş bir şekilde tükendiğini gösteriyor. Özellikle uluslararası raporlar, Hizbullah’ın uyuşturucu ticaretine, para aklamaya ve silah ticaretine karıştığından net bir şekilde bahsediyor. Bunları da Hizbullah içerisindeki radikal kanat idare ediyor.

Bugün Suudi Arabistan, teröre karşı Arap-İslam koalisyonuna önderlik yapıyor. Başta Hizbullah olmak üzere İran’ın kolları ve silahlı milisleri, terör çerçevesi dışında kalmaya devam ederken terör kavramının, sadece DEAŞ örneğine ve Sünni otoritelere sahip diğer örgütlere yoğunlaşması mantıklı değildir. Bugün Lübnan’da siyaset düzenini sekteye uğratmasından dolayı diğer silahlı örgütlerden ziyade Hizbullah’ın devlet mefhumu içerisine daha çok girdiğini söylemek mümkündür. Hizbullah, kurumlar ve sosyal hizmetler tersanesine sahip bulunuyor. Hatta bunlar arasında Hizbullah’ın radikal ideolojisi içerisinde şekillenen çocuklara ait bölümler de mevcut.

Suudi Arabistan’ın ve dünyada bağımsız herhangi bir devletin toprakları içerisinde terör grubunun faaliyetlerine karşı egemenliğini koruma hakkı bulunuyor. Bu Riyad’ın ABD ve Avrupa’nın iş, ticaret ve banka sektöründe Hizbullah’la anlaşanları engellemek için yaptığı uygulamalardır.

Özellikle Hizbullah’ın Esed rejimini ne derece desteklediği, Suriye meselesine ne boyutta girdiğiyle ilgili olarak istatistikler peş peşe geldikten, Lübnan’a yüzlerce tabut döndükten ve Suriye bataklığında askeri müdahalenin ardından ikinci hedef olarak Lübnan devletinin yok edilmesinden sonra, direniş ve İsrail’le mücadele gibi konularda artık Hizbullah’ın olumlu bir kredisi kalmadı. Bugün Hizbullah, Lübnan ve Lübnan dışındaki suçlarını örtbas etmek için Körfez’e ve bölgede Suudi Arabistan gibi büyük bir devlete saldırmaya yatırım yapmaya çalışıyor.

Lübnanlı siyasetçiler, Hizbullah’ın Lübnan’a bağlı siyasi bir grup olmadığını, siyasi uygulamalarının ise, Lübnan devletinin önemli yerlerinde tutunmaya çalıştığının apaçık bir göstergesi olduğunu ve kendi dışındaki dosyalar üzerinde oynayıp varoş devleti içerisinde şekillendirdiğini artık çok iyi biliyorlar.

Kuşkusuz Suudi Arabistan’ın Hizbullah’ın genişlemesini durdurmaya yönelik adımı, zar atmak ya da siyasi bir resital değildir. Bilakis bu, İran’ın müdahalelerini ve başta Hizbullah olmak üzere mollaların uzantılarını durdurmak için uluslararası eğilime paralel olarak atılan bir adımdır.