Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Lübnan: Paris’in vaatleri… Ve Şeytani detaylar | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Şarku’l Avsat’ta dün Lübnan Ekonomisi’ne Destek konferansı ‘Sedir’ hakkında yayınlanan rapora göre; Kongrenin sponsoru ve ev sahibi olan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Lübnan’da radikal değişiklikler yapılmadığı sürece her girişimin anlamsız olacağını, dolayısıyla Kongre’nin sonuçlarının “dikkatle izlenmesi” nin önemini vurguladı. “Lübnan’a yardım edersek, bölgeye yardım etmiş olacağız ve dolayısıyla da kendimize yardım etmiş olacağız” dedi.

Bu sözler özellikle, Başkan Macron ile “Sedir”e katılan Lübnan heyetinin hatıra fotoğrafı incelendiğinde daha da bir önem kazanmaktadır. Fotoğraf karesinin içerisinde Başbakan Saad Hariri, Bakanlar Ali Hasan Halil (Emel Hareketi), Cibran Basil ve Sezar Ebu Halil (şimdiki Cumhurbaşkanı Mişel Avn akımından) ve Yusuf Fenianos (Marada Hareketi) vardı.

Dört bakan, Şam rejimine yakın güçleri temsil ediyor. Uluslararası toplumun, rejimin yedi yıldan fazla süredir işlediği suçları görmezden gelmeye karar vermesi dikkat çekicidir. Duma ve Humus kentlerinde Şam, Rastan ve Telbise kırsalında ve Suriye’nin güneyindeki Horan ve Golan bölgelerinde “demografik mühendislik” operasyonlarının tamamlanmasından sonra rehabilite işlemlerine başlandı.

Cumhurbaşkanı Avn ile olan ittifakından sonra her yapılan icraatı son derece başarılı gören Başbakan Hariri bile, şu anda pratikte “Suriye anlaşması” ile bütünleşmiş “Lübnan Senaryosu”nun bir parçası konumundadır. O, Hizbullah-Avn ittifakının dayattığı, İran rejimi ve onun takipçilerinin Lübnan siyasi arenasında siyasi üstünlüğü ele geçirmesini sağlayacak “seçim yasasını” kabul ederek, resmi olarak bu kapıyı açmış oldu. Dün Paris’te ortaya konan ve dillendirilen çekinceler, 6 Mayıs’ta yapılması planlanan parlamento seçimlerinin beklenen sonuçlarının kasıtlı olarak göz ardı edilmesi ve Tahran-Şam ekseninin gerçekleştireceği büyük atılımların gizlenmesinden kaynaklanıyor. Gerçekten de herkes, Hizbullah’ın sessizliğinin, seçimlere dair memnuniyetini gizleme çabasından kaynaklandığını biliyor. Özellikle süreç Suriye halk ayaklanmasının tasfiyesine paralel olarak ilerleyecektir. Bütün muhalif unsurlar –tamamı dışlanmış durumda- radikal hareketler olarak lanse edilecek. Şam, Moskova ve Tahran rejimi bunların tamamını “Tekfirci” ve “DEAŞ” torbasına atarak itibarsızlaştıracaktır.

“Sedir”de alınan kararlar, uluslararası katılımcıların Lübnan’a “Bembeyaz bir belge” vermediğini gösteriyor. Destekleri koşulsuz değildi. Bilakis katılımcılar herhangi bir finansal destek için gerekli reformları şart koştular. Bunun için ise “takip mekanizması” kurulmasını kabul ettiler. Ancak, bu “mekanizma”, Lübnan’daki durumun gerçekliği göz önünde bulundurularak kısmı bir “çekince” şeklinde sürdürülecektir. Özellikle Fransız cumhurbaşkanı bu durumun ayrıntılarını iyi bildiğinden -aynı zamanda Amerikalılar da farkındalar- olayların bağlamı “siyası düğüm” ve “çıkmaz” arasında bir yarış şeklinde devam edeceğe benziyor. Bu yarışı bir bütün olarak bölgedeki siyasi iklimden ayrı tutamayız. Bu, Irak’tan Suriye’ye oradan Lübnan’a, Yemen’e ve işgal altındaki Filistin topraklarına kadar uzanan bölgesel krizlerin kesişme noktasında olduğumuz anlamına geliyor.

Göstergelere göre bizler, Ortadoğu’yu etkileyen dosyaların çoğuna ABD-Rusya yaklaşımlarının artan karmaşıklığı ile karşı karşıyayız. İran, bazen manevra yapabileceğine ve bazen de koşullarını dikte ettirebileceğine inandığı yerlere yerleşmiş durumdadır.

Türkiye bir süreliğine kendini NATO karşıtı bir konuma taşıdı ve “tarihi rakibi” Rusya ile taktiksel manevralar yapıyor.

Washington ve Moskova ile ilişkilerinden yararlanan İsrail, Washington’un Moskova ile ilişkileri üzerindeki gerginliği hesaba katmadan kendi projesini yürüten tek bölgesel oyuncu gibi görünüyor. Bazılarının inandığının aksine, bu proje işgal altındaki Filistin topraklarının çözümlenmesi ve “deniz ve nehir arasındaki” demografik bilgilerin hesaplanmasıyla sınırlı değil. Bilakis, Tel Aviv ve Şam arasındaki uzlaşı ve örtük düşünceler hakkında kamuya açık bir mesaj vermek isteniyor. Ve ek olarak, “Yeni Suriye” ile Lübnan arasındaki, Tel Aviv ve Beyrut arasındaki bağlantıların gölgesinde bir şeyler tasarlanıyor. Suriye rejimine bazı “hizmetleri kısıtlama” nın İsrail’in öncelikleri arasında yer almadığı, herhangi bir ciddi gözlemcinin çok net gördüğü bir husustur. Şayet böyle bir amacı olsaydı en başta Washington olmak üzere Batı başkentlerinin karar mekanizmalarını, rejimin başındaki şahsı devirmek için harekete geçirirdi, zira buna gücü yetiyordu. Hatırlayacağımız gibi, zaten on yıllardır Suriye’yi terörizmi desteklemekle suçlamaktadır.

Washington, en azından Suriye ve Lübnan’ın geleceği için İran’ın bölgesel projesiyle nasıl ilgileneceği çok önemli bir konudur. Ayrıca Suriye konusunda Moskova ile Tahran arasındaki işbirlikçi-rekabetçi ilişkilerin gelişmesini de dikkatlice takip etmek gerekir. Washington ve Paris, -Barak Obama’nın yönetimi sırasında herhangi bir sorun yaşanmamıştı- Moskova lehine Lübnan’dan feragat edecek mi? Tahran’ın Hizbullah üzerinden bu ülkeye tahakküm kurmasına izin verecekler mi?

Fransız başkentindeki “Sedir” konferansında tartışılan önemli meseleler arasında Suriyelilerin göçü meselesi vardı. Bazıları bu konuya daha ziyade mezhebi olgular üzerinden ve düşmanca yaklaşmaktadır. Özellikle de Hizbullah-Avn cephesi… Herkes kendi mezhebinin çıkarını düşünüyor. Mültecileri kucaklayan yerlerin daha ziyade Sünni nüfusun yoğun olduğu yerler olması dahi tartışma konusu yapılmaktadır. Bu bölgeler “Terörist” ve “tekfirciler” ile suç ortaklığı yapmakla suçlandıktan sonra cezalandırıldı ve zulüm gördüler.
Lübnan’da olup biten şey, fiili durum bahane edilerek bir şeyleri dayatmaktır. O da yerinden edilmiş insanların ve muhaliflerin Sünni bir vatandan mahrum edilmesidir. Gerçekten de bu yönde ortak çabalar sarf ediliyor ve çoğu büyük başkentlerde de bu olumlu karşılanıyor, zira her biri kendi özel çıkarlarına odaklanmış durumda. Lübnan-Sünni sokaklarında dahi bu türden bir eğilim ortaya çıktı ki bu da öncelikle Suriye’den gelen göçün ekonomik yükünü ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Ayrıca yabancı sermayenin bu ülkeye girmesinin kolaylaştırılması istenmektedir ki böylece bundan de istifade edilebilsin.

Bu nedenle, Mayıs seçimleri tüm taraflar açısından çok önemli bir dönüm noktası olacak. Bununla birlikte, bu seçimden Lübnan için güvenilir bir program ve politikanın ortaya çıkma olasılığını zayıftır ve insanlar da bu konuda pek iyimser değildir. Pragmatik/faydacı ittifaklar ve (orantılı) seçim sisteminin doğasından oluşan ittifaklar, “temsil temelinin genişlemesi” kisvesi altında daha fazla parçalanmaya yol açacaktır. Buna ek olarak, Hizbullah’ın, -parlamento bloğunun büyüklüğü paralelinde- hegemonyası artacaktır. Sahip olduğu silahların akıbetine, devletle olan ilişkilerine ve Tahran’dan ne kadar bağımsız hareket edebildiklerine dair hiçbir ciddi tahkikat yapılamayacaktır.

Vaatler gayet güzel… Ancak şeytan ayrıntılarda gizli!