Lübnanlıların kaderi Mayıs ayında yapılması planlanan parlamento seçimlerinde belirlenecek.
Kulaklar anketler ve tartışmalardan sağır olacak, televizyon kanalları kampanyaların gürültüleriyle dolacak,
Açıkça söylenemeyenler ima edilecek.
Kabilecilik, mezhepçilik ve siyasi ayrışmanın olduğu Lübnan’ın yoksun kaldığı tek şey orantılı temsil sistemidir.
Bu sistem, mezhepçiliğin sınırlarının çizildiği, parlamento sandalyeleri ve devlet görevleri de dâhil olmak üzere hem sivil hem de askeri alanda çeşitli kademelerdeki görevlerin önceden tutulduğu bir ülkede oldukça tuhaf durmaktadır.
Nitekim Lübnanlılar orantılı temsil sisteminden başka bir şey de denemediler. Ayrıntılarında ihtilaflar ortaya çıkmış dahi olsa onu kabul ettirmek için savaşmışlardır.
Kendi çevrelerine geldiklerinde şüphelerini, endişelerini ve kötü niyetlerini gizlemişlerdir.
Gerçek şu ki, Lübnan bugün iç savaşın toprakları üzerinde patlak verdiği 1975’dekinden çok daha kötü durumdadır.
En azından şunlar vardı:
Birincisi, farklı dini grupların güçleri siyasi partilere yayılmıştı. İkincisi, siyasi sistemin geleceği ve Filistin silahlarının kontrolü gibi tartışmalı konular, herkese açıkça bildirilirdi.
Üçüncüsü, biraz sınırlı da olsa çatışmaları yatıştırıp girişimleri teşvik edebilen bir bölgesel bir Arap otoritesi vardı.
Dördüncüsü, din savaşlarını klasik ve terörist formatında önleyen “soğuk savaş” durumu vardı.
Lübnan bugün -ne kadar aksini iddia ederlerse etsinler- dikey bir uyum içinde.
Lübnanlılar ise – ister itiraf etsinler isterlerse kibirle reddetmeye devam etsinler – iç savaşın patlak verdiği günlerden çok daha fanatikler.
Mezhebi saikleri aşabilen partilerin ve örgütlerin çoğu ya kaybolup gitmiş ya da “soyu tükenmiş” durumdadır.
O örgütler, Soğuk Savaştaki Doğu-Batı çatışmasının çöküşünden sonra “güvenlik malzemesi” haline gelmişlerdir. Bölgedeki Arap otoritesi ise “başarısız devlet”lerin çoğalması ile kaybolup gitti.
“İsrail-İran-Türkiye Üçgeni”yle mücadele etmede yaşanan perişanlığı ve Arap başarısızlığını da unutmamak gerekir.
Sonunda, Batı’nın zaferi ile Soğuk Savaşın bitiminden sonra bölünmüş ve parçalanmış Doğu Bloğu ülkeleri milliyetçiliğe sığındılar. Bazı durumlarda ise işi “Mafya düzeni” ve “ırkçılık” boyutuna vardırdılar. Batı liderleri, bizzat kendisi hasta olan “Yeni Dünya Düzeni”ni kötüye kullanırlarken, ulusal ırkçılığın ve tecridin tepkisiyle başlatılan küreselleşme rüzgârlarını yükselttiler ve ulus devlet kavramını yeniden gözden geçirdiler. Bu nedenle artık farklılıkların sınırsızlaşması ve kaos gibi sorunların köklerine inerek problemleri giderecek ciddi ve derin yaklaşımlar da yok…
Bu da dünyadaki gerilim bölgelerinin çoğuna olumsuz yansıyor.
Bundan dolayı önümüzdeki Mayıs ayında Lübnan, bilinmeyen bir yola girmiş olacak.
Evet, bilinmeyen…
Zira korku, baskı ve tehdidin ortadan kaldırdığı emniyet ortamı, özgür bir seçim dinamiği sunmuyor. Dolayısıyla şu anda bilinen tek şey “seçimler” in kaçınılmaz olarak şaibeli geçeceğidir.
Bazıları ise “teslim oldum” dememek için güya daha güçlü bir bölgesel derinliğe sahip yerel bir “Artı güç” kavramını kullanmaya başladılar. Bunu kabullenme gerekçesi olarak da “istikrar için çabalama” iddiasına sığınmış oldular…
Buna göre, “istikrar” bahanesiyle “teslimiyet” gösterilen “seçim senaryosu” çözülmüş gibi görünüyor.
Dün, şimdilerde Sünni arenada tanınmış birinin medya danışmanı olan bir gazetecinin tahlil derinliği olan bir makalesi dikkatimi çekti. Bu makalenin en önemli noktalardan biri de, sahip olduğu silah gücüyle, bir zamanların en güçlü orantılı temsil sistemi savunucusu olan Hizbullah’ın bugün “etkisiz üçlü” “müttefiklerinden” memnun olduğunu iddiasıyla manevra yapıyor olmasıydı.
O’na göre, bu şekilde Hizbullah, çıkarlarını başkalarının tasallutundan korumuş oluyor.
Ancak gerçekler bu şekilde değil!
Zira Hizbullah, “birinci sınıf müttefikler” ve “ikinci sınıf müttefikler” vasıtasıyla meclis çoğunluğunu garanti altına almak için bir savaşa girişmiş durumda.
Makale ayrıca şuna da değiniyor: “Hizbullah diğer mezhepleri kendi mezhepsel ortamlarında daha güçlü ve bağımsız kılmak için seçimlere isimlerle değil de listeler halinde gireceklerini ve bu şekilde herkesi rahatlatacaklarını iddia ediyor. Maalesef bunu sadece Hizbullah ile resmen ittifak kurduğu bilinen Özgür Vatanseverlik Hareketi (Avn hareketi) değil, Sünni kesimin sözcülüğünü yapan ve Hizbullah ile hiçbir şekilde müttefik olmayacaklarını deklare eden “Müstakbel Hareketi” dahi tasdik etmektedir. Özellikle bu husus Hizbullah’ın stratejisinin temelini oluşturuyor ve arkasında Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’deki siyasi, askeri ve güvenlik oyununu idare eden İran rejimi var.
Özellikle Lübnan’da, Hizbullah’ın manevra yapmasına izin veren aşırı güçler, paralel yapılanmalar ve bazı devlet kurumları var. Özellikle düşmanlarının ya da rakiplerinin çoğunluğu teslimiyet ifade eden iki kanaate sahipler, Birincisi: “Göz, matkaba direnemez.” İkincisi: İran’ın genişleme ve kök salması – demografik yönü de dâhil – uluslararası “yeşil ışık” ve bu da İsrail olmadan gerçekleşemez. Ancak Birçok Lübnanlı Temmuz 2006 savaşının Hizbullah’ın siyasi, askeri ve ekonomik yapısından ziyade Lübnan devletine, Lübnan halkına ve Lübnan ekonomisine karşı yapıldığını bilmektedir. Bugüne kadar, Hizbullah’a karşı gerçekleştirilen İsrail tehditlerinin çoğunun, “Lübnan’ın yeniden yıkımı” “tüm Lübnan’ı Taş Devri’ne döndürmek!”şeklinde geldiğini belirtmek isteriz.
Ayrıca, 2006 savaşının fiili sonucu olarak partinin, elini Lübnan’dan 2008’den beri, Suriye’nin içinden 2011’den beri çekmesi gerekirdi. Bu arada yine partinin askeri makinesinin İsrail’e sınırı olan Litani Nehri’nin güneyinden uzaklaştırılmış olması gerekirdi. Bu arka plan, Cumhurbaşkanına bağlı “Avn Hareketi” ile Meclis Başkanı Nebih Berri’nin liderliğini yaptığı Emel Hareketi arasındaki mezhep ekseninde tırmanan ve son üç gün boyunca benzeri görülmemiş seviyelere ulaşan tartışmayı okumak için gereklidir.
Hizbullah’ın müttefikleriyle olan rekabetindeki üstünlüğünü de anlamak gerekiyor.
Bu, Abbasi Halifesi Harun Reşid’in yağmur bulutuna şu şekildeki seslenmesine benziyor: “Nereye istersen oraya yağ… Zekât ya da Haraç olarak bana dönecek.”
Bu arka plan aynı zamanda Müstakbel Hareketi Sözcüsü’nün “Hizbullah haricindeki herkesle ittifaka açık” olduklarını tekrarlaması karşısındaki Hizbullah’ın “sessizliğini” ve belki de bıyık altından gülmesini okumamıza yardımcı oluyor. Parti, orantılı temsilin, Lübnanlıların alışık olduğu geleneksel seçim ittifaklarına olan ihtiyacı ortadan kaldırdığını iyi biliyor: Müstakbel’den istediği gerçek ittifak, Sünni konumunu koruduktan sonra “istikrar” bahanesiyle onunla olan işbirliğidir.
Başka bir deyişle, Hizbullah’ın çıkarına olan, seçimlerden Avn’ın güçlü bir Hristiyan ve Saad Hariri’nin güçlü bir Sünni olarak çıkmasıdır…
Elbette ki bu ikisi, partinin “istikrar” tanımının bir parçası olduğu sürece…