Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım, geçtiğimiz Pazar günü sert açıklamalarda bulundu. Kasım’ın, “Hükümetin kurulmasını, cumhurbaşkanlığıyla bağdaştıranlar ve mevcut cumhurbaşkanının görev süresi bittiğinde cumhurbaşkanı olmaya hazırlananlar, yanıldıklarını bilmelidir” şeklindeki sözleri, özellikle dikkat çekiciydi.
Şii taraftan gelen bu sert taş, şimdiden gelecek cumhurbaşkanlığı maratonuna hazırlanan iki Maruni serçesi Samir Caca ve Cibran Basil’i hedef alıyor gibi görünüyor. Bu sözlerin ışığında, çeşitli siyasi partilerin politik oyunlarıyla dağlanan her Lübnanlı gibi, şu veya bu yetkilinin sahip olabileceği makam ve mevkiyi, büyük oranda kendi çıkarları, kalan küçük oranda ise vatan ve millet için nasıl da görevlendirdiklerini düşündüm. 27 Ağustos 2018 Pazartesi günü ilk kez bir İsviçre Konfederasyonu Başkanı, Lübnan’ı ziyaret etti. Başkanın bu ziyareti, bir Orta Avrupa devletinin, Akdeniz’in güneyinde, Arap dünyasın yer alan ve kendisinin bir ikizi gibi olan ülkeye ilk ziyaretini temsil ediyordu.
Bu vatana inanan, gerek onu korumayı gerekse komşu Arap dünyası ve uzaktaki yabancı ülkeler için bir fener, güven dolu bir vaha ve ev olmasını isteyen herkesin, ikiz kelimesiyle neyi kastettiğimi belirtmek isterim. Herkes gibi ben de İsviçre Konfederasyonu Başkanı’nın Lübnan ziyaretinin, güzellikler ve tarafsızlık erdemiyle süslenmiş olmasını diliyorum. Ülkemizin de farklı kültür, adet ve geleneklerden, çeşitli dil ve dinden çocuklarına kucak açan bir anneye benzeyen İsviçre devleti gibi bir devlet olmasını temenni ediyorum. İsviçre’nin benimsemiş olduğu tarafsızlık politikası kendisi için hayırlara vesile olmuş ve kuruluşundan itibaren tüm nesillere güven aşılamıştır.
İsviçre Konfederasyonu, 20 büyük eyalet yani kanton ve 6 küçük kantondan oluşmaktadır. Konfederasyon çatısı altında olduğu sürece ne büyük kantonlar küçük kantonlardan ne de bir İsviçreli diğerinden konfederasyonun saygınlığını artırma, bağlılık ve koruma dışında daha üstün kabul edilmez. Bu da İsviçre’nin komşu ülkelerde yaşanan fırtınalardan etkilenmeyen sağlam bir kale gibi görünmesini sağlamaktadır.
İsviçre örneği çok ilgi çekicidir. İsviçre; Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romence gibi farklı dilleri konuşan çeşitli unsurlarından, böylesine istikrarlı karışımı nasıl elde edebilmiştir? Aynı şekilde çoğunlukta olan Almanca konuşan kesimin tepkisiyle karşılaşmadan, nasıl da tüm bu dilleri resmi olarak tanıyabilmektedir? Doğrudan demokrasi ile taçlandırılmış tarafsızlık ilkesi, istikrarın koruduğu ve güçlendirdiği ekonomiyi koruma, herkesin eşit muamele görmesini sağlamaktadır. Yine bu konfederasyonun siyasi çatısı, çatışmalar ve zorba bağlılık direkleri üzerinde yükselmemektedir. Bu nedenle; itibar, güvenlik ve emniyet, bu kantonların halkı olan 8.5 milyon nüfusun tamamını kapsamaktadır.
Avrupa kıtasının ortasında yer alan ve yaygın olarak “yaşlı” olarak nitelenen İsviçre, güçlü bir orduya ve silahlara sahip olduğu için güçlü değildir. Bilakis İsviçre buna hiç önem vermez. Dolayısıyla gücü, kendisini Fransa hatta Almanya veya İtalya gibi ülkeler ile aynı önemi taşımasını sağlayan ‘tarafsızlığından’ gelmektedir. İsviçre en az, NATO gibi askeri ve siyasi bir kuruluşun bile başkenti Brüksel’de bir merkez edindiği Belçika kadar uluslararası kuruluşlara ev sahipliği yapmaktadır. İsviçre frankı ise zaman zaman ABD doları ve geçmişte Fransa frankı, Alman markı, İngiliz sterlini, İtalyan lireti ve hali hazırda AB eurosunu sallayan ani ekonomik fırtınalar karşısında her zaman sağlam durup merkezini korumayı başarmıştır. İsviçre frankı, kökleri toprağın çok altına uzanan asırlık bir ağaç gibidir. Onun gücü; petrol, doğal gaz veya madenlerden kayaklanmamaktadır. Bilakis sağlıklı ve temiz tarım ürünleriyle hafif sanayi ürünlerinden gelmektedir. İsviçrelilerin saat üretimine verdikleri önem, zamanın altın değerinde olduğuna inandıklarının bir kanıtıdır. İstikrarlı bir devlet ve refah içinde olan halk onlar için altın kadar değerlidir.
Dış güçlerin uzantıları olan aşırı devrimci ve militarist akımlar gibi sorunları olmayan Lübnan’da neden İsviçre gibi olmasın? Lübnanlı vatandaşlar dalmış oldukları uykudan uyanıp, hiçbir dış gücün çıkarları için değil sadece kendileri için seslerini yükselttiklerinde ve ‘Doğu’nun İsviçresi Lübnan’ sloganının gerçekten hayata geçirilmesini talep ettikleri zaman ancak İsviçre gibi olabiliriz. Çünkü İsviçrelilerin sahip oldukları her şey, Lübnan’da fazlasıyla var. İsviçre’nin Alpler’ine karşılık Lübnan’ın pek çok dağı vardır. Büyüleyici fıskiyelere sahip göle karşılık birçok göl ve nehir bulunmakta. İsviçrelilerin yaratıcılıklarına karşılık Lübnanlıların da öyle olduklarını gösteren sayısız örnek bulunmakta. Gerçek İsviçre ile ona benzetilen Lübnan arasındaki tek fark, İsviçrelilerin kimlik-din çeşitliliği meselesini aşmış olmaları ve 170 yıl önce kendileri için uygun görülen konfederasyonu, uluslararası fırtınaların yerinden sökemediği sağlam bir kale gibi kabullenmeleridir.
İsviçre hiçbir uluslararası sorunun parçası değildir. Bilakis küçük-büyük demeden, her ülkenin kendince nedenlerle sığındığı, gönlü herkese açık bir ülkedir. Bu formül, müzmin hastalığının tek ilacı ‘tarafsızlık’ olan Lübnan için en iyi örnektir. 170 yıl önce dağınık olan İsviçre’ye sunulan bu kimlik, tüm hastalıklarını iyileştiren bir ilaç görevi görmüştür. Yine aynı formülün bir başka şeklinin sunulduğu Avusturya’nın da, Avrupa ülkeleri arasındaki gerilimin etkilemediği güvenli bir ada ve saygı duyulan bir ülke haline gelmesini sağlamıştır. Dolayısıyla Lübnan’ın da bu formülü benimsemesiyle dış güçlere bağımlılıktan kurtulmuş ve vatandaşlarının tek çare olarak göçü görmedikleri bir vatana dönüşmesini hayali kuranların ümitlerini destekleyecektir.
Pratik olarak da, İsviçre nüfusunun yarısı, yüzölçümünün çeyreği olan ve kantonları zaten hazır olan Lübnan’ın tarafsızlığını ilan etmesi için ihtiyacı olan tek şey, kendisini kontrol etmek yerine korumak isteyen uluslararası bir iradedir. O zaman, ne silah sesleri artık kulakları sağır edebilecek ne de boğazlardan yükselen sesler sinirlerin gerilmesine yol açacaktır.
İsviçre Konfederasyonuna benzer bir birlik formülünün kabul edilmesi ile her zaman masada mezhep düğümünün hiçbir önemi kalmayacaktır. Her kanton, insanların kendi iradeleri ile seçmiş olduğu kişiler tarafından yönetilir hale gelerek kendi sorunlarını kendi çözmeye çalışacaktır.
Daha önce de vurguladığımız gibi, bu ancak tarafsız olma ilkesiyle gerçekleşir. Bir iş adamının uydurduğu ve devlet adamı ağzıyla anlatılan “kendini izole etme” hikayesiyle değil. Zayıf konumdaki Filistinlilere, ne kadar uzun sürse de eninde sonunda devletlerini kuracakları vaadinden bulunan Bağlantısızlar Hareketi deneyimi gibi bu düşünce de tedavüle girdiğinden beri hiçbir zaman hayata geçmemiştir. Bu Filistin devletinin hali de uluslararası güçler tarafından tarafsızlaştırılması arzu ve hayal edilen Lübnan’ın hali gibidir. Filistin Devleti’nin kurulup Filistinliler vatanlarına dönmeden önce, 1.5 milyon Suriyeli, Lübnan’ın fiili konukları haline geldi bile.
Daha da önemlisi, Lübnan’ın tarafsızlık ilkesini benimsemesiyle ne Hristiyan sesler Müslüman sesleri, ne de Müslüman sesler Hristiyan sesleri bastıracak; siyasi, mezhebi ve partizan sorunlar ortadan kaldırılacak ve her şey ulusal bir çerçevede ele alınacak hale gelecektir. Tarafsızlığın ilanı, Lübnan’ı mevcut halinden, bir diğer deyişle dış güçlerin oyun sahası olmaktan kurtaracaktır. Aynı şekilde düşmanlıkları da ortadan kaldıracak ve on yıllar boyunca içini kemiren şüpheler ve kuruntularla yaşayan toplumun rehabilite edilmesi için bir başlangıç noktası oluşturacaktır. Tarafsızlık, çatısı altında yaşayanlara istikrar getirir. Keşke bu hayal Lübnan’da da gerçekleşse ve hiç sona ermese…