Lütfen yeni siteyi Bekleyiniz: https://aawsat.com/turkish


Ortadoğu haber | Şarkul El-Avsat

Lübnan’da aldatma politikaları geri mi dönüyor? | ŞARKUL AVSAT
Bir Sayfa Seçin

Arap Birliği Lübnan’la ilgili acil bir toplantı yaptı, Fransa ve ABD ile Lübnan Hizbullahı’nı izole etmek ve teslim almak için birlikte çalışmayı kabul etti.

Rusya Hizbullah için bir uzlaşıya varma konusunda hazır olduğunu açıkladı. ‘Resmi’ İran hükümeti Hizbullah konusuyla ilgili tüm tarafları “diplomatik çabalara katılmaya” çağırırken, Tahran’daki “gayriresmî” derin hükümet ise Hizbullah’a dokunulması halinde bölgeyi ateşe vereceğini taahhüt etti.

Ortadoğu basınında çıkan bu manşetler bana 19. yüzyılda yazılmış ve Fars kültüründe yer edinmiş olan ‘Prens Arslan’ın Maceraları” efsanesini hatırlatıyor.

Hikayenin kahramanı, güzelliği ve alımlığı ile ünlü Ferah Laga’yı bulmak için Dünyayı dolaşırken, destanının bir noktasında peşinde koştuğunun fantaziden başka bir şey olmadığını, hayatının aynı olayların ve imajların kalıcı bir tekrarı haline geldiğini hissediyor. Destan Pisagor’un “Ebedi Tekrar” teorisinin mücessem haline bürünüyor; yani, gelecekte olacak her şeyin bundan önce birçok kez gerçekleştiği teorisine…

Hizbullah’ın “ebedi tekrarı” 1982 yılında kurulmasıyla başlamıştır; İran’ın Şam Büyükelçisi Ayetullah Ali Ekber Muhteşemi, Arafat’ın el-Fetih’ini ‘Fetih Land’ olarak adlandırılan Lübnan’ın Güneyinden söküp atmak amacıyla “bir oluşum” kurduğunu Tahran’daki şeflerine bildirmişti.

O zamanlar İran ve İsrail Arafat’ın savaşçılarından kurtulduklarından dolayı mutluydu; İsrail Filistinli savaşçıların varlığını tehdit olarak değerlendirirken, Tahran, Arafat’ın İran’a karşı savaşında Saddam Hüseyin’e verdiği destek nedeniyle Filistin Kurtuluş Örgütü’nü yok etmek istedi.

Tahran’ın, Lübnan’ı bir Fars eyaletine dönüştürmek amacıyla Hizbullah’ı Truva atı gibi kullanmak istediği anlaşıldı. İran’ın bu planı birçok kişiyi korkuttu, ama en çok, O zamanlar devlet içinde paralel bir devletin ve paralel ordunun kurulmasına karşı çıkanların en önde geleni olarak bilinen, Mişel Avn’ı korkuttu.

Hizbullah’ın askeri kanadının ortadan kaldırılması taahhüdü, 1985-86 yılları arasında yapılan müteveffa Ayetullah Humeyni yönetimi ve Washington’daki Reagan iktidarı arasındaki gizli görüşmelerde önemli bir konu haline geldi.

Bundan sekiz yıl sonra, Tahran aynı malı (Hizbullah’ın silah gücünün ortadan kaldırılmasını) Amerikan yönetiminin başına yeni gelen Bill Clinton idaresine pazarlamaya çalışıyordu.

1993’de, Clinton yönetiminin Dışişleri Bakanı Warren Christopher ve Eski Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed arasında 180 dakika süren uzun bir görüşme yapıldı. Görüşme sonucunda Hafız Esed Amerikalı muhatabına Tahran’ın anlaşmayı kabul ettiğini vurguladı.

Christopher tarafından büyük bir başarı olarak tanıtılan sözde “anlaşma” İsrail liderlerini Hizbullah’a karşı askeri müdahale etmemeye ikna etmeyi başardı. Ancak, Hizbullah’ın Tahran’dan emir alarak İsrail’in Lübnanlı müttefiklerine yönelik saldırılar düzenlemeye devam etmesi ve daha fazla Batılıyı rehine alması nedeniyle yürürlükteki reklamı yapılan “anlaşmanın” gerçek anlamından yoksun olduğu hızla ortaya çıktı.

Üç yıl sonra, Christopher, İsrail’in Hizbullah’ın silahlı yapısını bozmaksızın “Gazap Üzümleri Operasyonu”nu bitirme karşılığında, Esed’e önceki “anlaşmayı” yazılı olarak vermesini istemek üzere Şam’a döndü.

Bu sefer başka aktörler oyuna katıldı. Bölgesel konularda uzman Rusya Dışişleri Bakanı Yevgeny Primakov, silahlı birliklerini parçalama sözü karşısında Hizbullah’ı yok etmekten kurtarmak için bir mekik diplomasisi başlattı.

Ardından Fransa, İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Velayeti’yi Paris’e davet ederek oyuna müdahil oldu. Velayeti, Fransız mevkidaşı Ervie de Charette ile silahlarını bırakmak karşılığında Hizbullah’ın varlığını sürdürecek bir anlaşmaya imza attı.

Tahran’ın kullandığı taktik diplomasi dünyasında “aldatma ve çekilme” olarak bilinir: Kaçınılmaz bir tehditle karşı karşıya kalan bir devlet rakibinin ortaya koyduğu koşulları hızlı bir şekilde imzalar, rakip devlet aynı kaygıyı ve endişeyi yaşamadığı için, imzaladığı şeyi yakın zamanda unutacaktır. Bundan sonra, mecburiyetten dolayı imzayı atan devlet, tehditlerin azalmasıyla, yeni bir kriz ortaya çıkıncaya kadar, eskisi gibi sorunlar çıkarmaya devam edecektir.

Geçtiğimiz 30 yıl boyunca, bu taktik Hizbullah’ı kurtarmak için birkaç kez başarılı oldu. Tahran’ın tek tavizi, 2006’dan beri İsrail’e saldırmak için Hizbullah kullanmamak oldu. Belki de bunun nedeni, İran’ın İsraillileri beşinci kez aldatmanın mümkün olmayacağının farkında varması ve bir sonraki çatışmanın İsrail’i Birleşmiş Milletler’in “diplomatik girişimlerini” ve “kararlarını” görmezden gelmeye ve Hizbullah’ı denklemden kaldırmaya yönelik güçlü bir hamleyi başlatmaya zorlayabilmesi olabilir.

İran’ın, Irak, Suriye ve Yemen dahil olmak üzere Hizbullah’ı Lübnan dışı alanlarda kullandığı bilinmektedir. Bu gerçek, iç savaş ya da dış müdahaleler yüzünden zaten zayıflamış olan Arap devletlerine hakim olma stratejisinin bir parçasıdır.

Bu stratejiye açıklık getirmek amacıyla, Geçtiğimiz ay kadar İran’ın kara kuvvetlerinin komutanlığını görevinde bulunun Tuğgeneral Ahmed Rıza Purdestan, “Sınırlarımızdan uzakta savaşıyoruz, böylece sınırlarımız boyunca savaşmamız gereken bir gün olmayacak” dediğini aktarmak isterim.

Aslında Hizbullah, Tahran’ın en güçlü silahı olmayabilir, ancak kesinlikle bölgedeki istikrarı bozmanın bir unsurudur. İran için bu, düşük maliyetli bir strateji olup, İran’ın bütçe tahsisatlarının bir analizine göre, yılda sadece 800 milyon dolara mal olmaktadır.

Şurası bir gerçek ki, gerçek gücün Hizbullah’ın elinde olduğundan, devlet kurumları hayaletler haline getirilen Lübnan, Hizbullah’ın en büyük kurbanıdır zira ülke gitgide kaotik bir bölgeye dönüşme riskiyle karşı karşıya kalmaktadır.

Yakında “aldatma ve çekilme” taktiklerinin Arapları ve Batılı güçleri aldatmada başarılı olup olmayacağını, Lübnan devletinin otoritesini yeniden tesis etmek için gerçek bir eylemden vazgeçmeye zorlayıp zorlamayacağını kendi gözümüzle göreceğiz.

Lübnan’a gelince, bir ulus devlet olarak itibarını geri kazanmak, Hizbullah’ın mafya gibi silahlı bir grup değil, doğal, sivil bir siyasi parti haline gelmesine ve tüm ülkeyi rehin tutan yabancı para babalarının emrine amade silahlı gücün elinden kurtulmasına bağlıdır.

Devletin zaafiyetinin İslam ülkelerinin tarihsel zayıflıklarının ilk sebebi olduğu ve 19. yüzyıldan başlayarak Batılı güçlerin egemenliğine girdiğine bir çok Müslüman alimin atıf yaptığı unutulmamalıdır.

Örneğin 1883 yılında, Cemaleddin Esedabadi ya da Araplar arasında bilinen adıyla Cemaleddin Afgani, Paris Sorbonne Üniversitesi’nde verdiği bir konferansta, devlet yapılarının, devlete bağlı olmayan ve yabancı güçler veya çıkar grupları tarafından kontrol edilen devlet dışı kuvvetler karşısında gücünü empoze etmediği sürece Müslüman ülkelerin tehdit altında kalacaklarını vurgulamıştı.