Başbakan Hariri, Cibran Basil’den aldığı soğuk ikramdan sonra görünen o ki Cumhurbaşkanı’ndan da sıcak bir ikram almış.
Hariri bir hafta ile on gün arasında bir hükümet kurmayı beklediğini söylerken, daha az iyimser görünen Cumhurbaşkanı Avn ise ayın bitimine kadar veriyor tarihi!
Hariri’nin zor durumda olduğu çok açıktır, zira Hizbullah ve Avn’ın hedefi Başbakanı çaresiz bırakmak, elinde kalan son kozları da bir şekilde ondan almaktır.
Avn’ın Hariri’nin, hükümeti anayasal olarak bağlayıcı istişareler aracılığıyla oluşturmak için görevlendirildiği açıktır.
Hükümeti kurma görevi ondadır, siyasi taraflarla müzakereler yapar, şayet bunu başarabilirse Cumhurbaşkanı’nın onayına sunar.
Hükümeti kurmada esas onay merci Cumhurbaşkanı değil Temsilciler Meclisidir!
Ancak Cumhurbaşkanının Saad Hariri’ye yönelik davranış biçimine bakılırsa hükümeti kurmakla görevlendirilen kişi sanki kendisi!
Benim söylediklerim, Avn’a karşı bir iftira niteliği taşımadığı gibi ona karşı bir garezim de yok.
Avn kurulacak hükümette 3 ila 5 bakanlık kotasının sadece kendisine tahsis edilmesini istiyor.
Çünkü Avn, Sadece Hristiyan kesimden kimin bakan olacağına karar vermek istemiyor aynı zamanda Sünni ve Dürzi bloktan kimin bakan olacağına da kendisi karar vermek istiyor.
Hariri bizlere, hükümetin kurulmasını kolaylaştırmak için kendi kotasından yani Sünni kotadan fedakârlık yapacağını, ancak bu şekilde Caca-Basil denklemini çözebileceğini söyledi.
Milletvekili Faysal Kerami’nin destekçilerinden biri bana şöyle dedi: Faysal beyin 6 Sünni milletvekili var neden kendisinin bir bakanlık hakkı olmasın?
Cevaben ona dedim ki: Tabii ki haklısınız, eğer Cumhurbaşkanının Sünni bir Bakan tayin etme hakkı varsa, neden Hizbullah ve Esed’in 1 bakana ve hatta 2 Sünni bakana sahip olma hakkı olmasın!?
İlginç olan şey, Başbakan Hariri’nin sürekli olarak azalan “pay”ı ve yaptığı fedakârlıktan bahsedip, anayasal ve Taif anlaşması bağlamında sahip olduğu hak ve yetkilerden(!) hiç bahsetmemesidir.
Bu hesaplamaları bir kenara bırakalım, diğer hesaplamalara bakalım. Basil, orantısal olarak her 3 milletvekilinin değil, her 5 milletvekilinin 1 bakanı olması gerektiğini söyledi.
Lübnan Kuvvetleri’nin hiçbir şeye sahip olmadığını iddia etmek için kendince toplama, çıkarma ve bölme işlemleri yapıyor, böylece onlara sadaka nevinden en fazla 2 veya 3 bakanlık vermeyi tasarlıyor.
Bu durum, ne Cumhurbaşkanı ne de damadının, Hariri’nin hükümeti kurmakla görevlendirildiğine inanmadıklarının bir kanıtıdır, bilakis kendilerini bir hükümet kurmaya adamış durumdalar ve kendilerince fiili bir durum meydana getirmek istiyorlar.
Gerçek şu ki, Başbakan adayının eli esasında göründüğü kadar zayıf değil. Kendisi sadece anayasal olarak güçlü değil, aynı zamanda kurtarıcı rolü yönüyle de güçlüdür.
Ne Cumhurbaşkanı ne de Basil ve ne de Hizbullah’ın Avrupa ve dünyadaki ekonomik ve mali alanlarda, “CEDAR” Konferansı ve benzeri toplantılarda hiçbir kredibiliteleri yoktur.
Bu durum, Hariri’ye muhtaç oldukları anlamına geliyor.
Hariri, kendi zayıf noktalarını sürekli ortaya koymadığı sürece kesinlikle onlara mahkûm değildir.
Kendisi, ‘bu ülkeyi düzlüğe çıkartmak için her ne olursa olsun bir hükümet kurmalıyım’ zehabına kapılmamalıdır, zira bu mümkün olmadığı gibi mantıklı da değil.
Çünkü Bakanlıklardaki yolsuzluklar devam ediyor, israf almış başını gidiyor ve yasalar bazı şeyleri öngörse dahi uluslararası olarak aranan şartların yerine getirilmesi şu an için zaten mümkün gözükmemekte.
Bu realiteler bir değirmen gibi her önüne geleni öğütüyor, başkalarını öğüttüğü gibi Hariri’yi de öğütecektir!
En büyük ve en ciddi zorluklar, ekonomik alanda değil, mali ve parasal dosyalardadır.
Lübnan’da finans sektörü zaten yok, tarım bitmiş durumda, sanayimiz önceden de yoktu ve uzun süredir verimli çalışmayan bir hizmet ve gayrimenkul ekonomisi var.
Karayolunun devre dışı kalması nedeniyle, deniz ve hava yoluyla az da olsa hizmet ihracatı yapılmakta.
Sadece bankacılık sektörü aktif durumda olup, Lübnan devletinin borçlanmasının da ana kaynağıdır; Çoğunluğu bankalardan olmak üzere yüksek faiz oranları ile alınan yaklaşık 90 milyar dolarlık bir borç yükü vardır.
Devlet, bankaları ile ayakta durur, bankalar da devletin kendisinden borçlanması suretiyle faaliyetlerine devam edebilirler.
Böylece, her ikisinin neredeyse tek bir can damarı kaldı, banka tasarruflarının diğer en önemli kaynağı diasporadaki Lübnanlılar.
Eski ve yeni ortaya çıkan güvenlik riskler ve tasarruflar üzerindeki yüksek vergiler nedeniyle, son iki yılda yurt dışından Lübnan’a para akışı azalmış durumda.
Bir banka yetkilisi ironi bir tavırla bana şunu söyledi; “Bir başkanımız yokken, para girişi azalmadı, bilakis daha da arttı ama son iki yılda, yani güçlü dönem! Geldikten sonra para akışı sürekli azalmaya başladı.” Buna ek olarak, Lübnanlı büyük finansörler, paralarının tamamını ya da çoğunu, Lübnan Lirası ve ABD Dolarına verilen yüksek faize rağmen yurtdışına transfer ediyorlar.
Aynı bankacı bana şunları da söyledi: Endişe verici olan sadece büyük finansörlerin birikimlerini Yurtdışına transfer etmesi değildir, bilakis artık küçük yatırımcalar da tasarruflarını yurtdışına taşımaya başladılar. Çünkü artık hiçbirisi güvende değiller.
Bankacılıktaki daralma uzun zaman önce başladı. Bankacılık hareketleri önceden hiçbir denetime tabi değildi, dolayısıyla kara para aklama ve uyuşturucu sorunlarıyla karşı karşıya kaldı ve son olarak da Parti grubunun ve taraftarlarının hesapları geldi. Çünkü ekonomi, ödemeler dengesi ve diğer işlemler eskisi gibi büyüme trendi göstermiyor. Devlet harcamaları, gelirlerden çok daha yüksek hale geldi. Bankalara olan borçlar ciddi oranlarda artmıştır, bu yüzden gittikçe artan borçların faizleri dahi artık karşılanamaz hale gelmiştir!
Ekonomiden güvenlik ve dış politikaya geçelim. Nasrallah açıkça, roketlerin Lübnan’a ulaştığını söyledi. Netanyahu ve İsrail ordusu bunların nerelere konuşlandığını ayrıntılı olarak verdiler.
Batılı uzmanlar ve Lübnanlılar bir aydır konuyla ilgileniyorlar: Kim kime saldıracak ve yansımaları ne olacak? Sahada herhangi bir savaş başlamamış olsa da, finansal ve ekonomik alandaki savaş başladığı gibi güvenlik ve dengelerdeki mücadeleler de ivme kazanmış oldu. Tabii ki, ilk olumsuz etkilenen bankalar oldu, fonların kendilerine ulaşmasındaki düşüşün yanı sıra onlardan para çıkışı da hızlandı.
Dış politika meselesine gelirsek, Lübnan diplomasisinin Araplar ve dünya nezdinde bir saygınlığı vardı. Zira bu diplomasiyi düzgün bir şekilde yürüten diplomatlar vardı. Bugün ise Lübnan dış politikasından bahsetmek dahi mümkün değildir. Sadece Cumhurbaşkanının konuşmaları ve Hizbullah’ın büyüklüğünü öven Basil’in demeçleri var.
Mali ve güvenlik koşullar kötü olduğu gibi, yaşam koşulları ve iş imkânları da son derece kötüdür. İnsanlar ve politik sistemin aktörleri arasında ciddi bir güven bunalımı yaşanmaktadır. Devlet idaresi, iki nedenden ötürü yıllardır kesintiye uğruyor:
İlki, çok sayıdaki siyasi müdahale. Diğeri ise kurumların rutin işlemlerini yapacak kişilerdeki liyakatsizlik. Bu kimseler, bırakın kalkınmaya dair atılımlar yapmayı kurumların rutin işlemlerini yapma yeteneklerinden dahi yoksunlar.
İnsanları bu çıkmazdan çıkarmak için bir şeyler oluyor mu?
Mevcut rejim, kuvvetleri ve taraflarına baktığımızda herhangi bir umut yoktur.
Siyasal ve toplumsal bilince sahip sivil aktivistler ise, mezhepçi ve partizan bölünmelerin pençesinde kıvranıp duruyorlar. Bu durumda ne yapılabilir ki?
Avcının önünde birçok ceylan belirdi
Hangisini avlayacağına karar veremedi
Ve hepsi de gözden kaybolup gidiverdi.