Fransa’nın zamansal ve mekânsal uzantılar bakımından savaş, felsefe, şiir, sömürgecilik, devrim, siyaset ve ekonomi gibi başlıklarda kendine özgü bir alanı vardır. Pusula, renkler, kılıç ve tüfeklerle anılan bir Galya ülkesidir. Coğrafyanın, tarihin yanı sıra yaratıcılığı ve tuzakları vardır. Avrupa, coğrafyadan doğmuştur. Her bir kıtanın kendine has özellikleri ve farklı bir insan yapısı vardır. Tarihi inşa ederler ve aynı şekilde tarih içinde şekillenirler. Fransa’nın ayakları Akdeniz’de, vücudu ise tüm yönlere doğru hareket ediyor. Tarih boyunca kalbi ve zihni, kaslarının hareketi ile örtüşmüştür. Avrupa Rönesans’ının aklı bölünmüş İtalya’dan doğdu ama kilise, aklın itici gücünü bastıran bir kontrol mekanizmaydı. Yaşamın kimyası gücünü, zamanda ve mekânda ortaya koyar. Avrupa tek başına insan aklını Rönesans ve Aydınlanma dönemleri arasında yönlendirdi. Araplar bu süreci yakalayamadı. Abbasi devletinin çöküşünden ve Osmanlıların Arap dünyası ve toprakları üzerindeki egemenliğinden sonra aklı beş yüzyılı aşkın bir süre karanlık bir odada kaldı. Etkileri ve etkilenmeleri bu uzun dönemde kayboldu. Avrupa’nın aktif üçgeni ise (Fransa, Almanya ve İngiltere) yeni bir güç olan insanın aklını felsefede, sanayide ve insan yaşamının yeniden inşa edilmesinde kullandı. Fransa, insan değerini yücelten felsefesiyle yeni bir düşüncenin doğduğu bir beşikti. 17’inci yüzyıldan bu yana süren ve hiç duraklamayan Aydınlanma Çağı’nda Fransa’nın önemli bir rolü vardır.
Fransız Devrimi, insanı boyun eğen ve tabi olandan, yaratıcı ve aktif hale getiren aklın gücünün ürünüdür. Napolyon Bonapart, Fransa’nın Aydınlanma Çağı’nın ortasında yaşadığı emek eksenli yılların askeri ve entelektüel ürünüydü. Aynı zamanda Akdeniz’deki Korsika Adası’nda yaşamış İtalyan ana babadan doğmuştu. Yani o coğrafyanın çocuğudur. Ada sakinleri Aryan değil Fenikelidir. Napolyon, Fransız ordusuna katıldı ve Fransız ordularının komutanı olana kadar askeri rütbe ve mevkilere terfi etti. O, Fransa’nın bayrağı ve kişisel liderliği altında Avrupa’yı birleştirmeyi amaçlayan, Fransız Devrimi düşüncesinin silahlı taşıyıcısıydı. Almanya, İtalya, Avusturya ve Rusya ile savaştı. Avrupa deniz kuvvetlerinin vurucu gücü İngiltere ile defalarca çarpıştı, barış düzenlemeleri ve çatışma ortamı arasında sürekli gidip geldi. Monarşistlere karşı cumhuriyetin bir destekçisiydi. Doğuyu kontrol etme hayaliyle Mısır’a yöneldi ama İngilizler, Mısır ve Suriye’de buna karşı durdu. Kendisini geri püskürttü. Avrupa’nın bir köşesi olarak gördüğü Rusya’da da yenilgiye uğradı.
Napolyon, bir Fransız efsanesi olduğu kadar aynı zamanda bir Avrupa efsanesidir de. Onun kişiliğine ve tarihine, dünyanın zihninden yok olmayan bir Shakespeare destanı yazıldı. Yenilgisinden sonra Elba Adası’na sürgün gönderildiği zaman teslim olmadı ve birkaç askerle beraber Paris’e geri döndü. Öncekinden farkı, kalabalık bir topluluk tarafından karşılanmasıydı ve böylece siyasi ve askeri liderliğini yeniden inşa etti. Tüm Avrupa’da savaştı, galip geldi ve birleştirdi. Aydınlanma değerlerini empoze etti. Engizisyon mahkemelerini ve feodaliteyi kaldırdı.
Trajedi, büyüklüğün bir parçası olabiliyor. Avrupa, yenilgisinden sonra Napolyon’un Avrupa mirasını paylaşmak için bir konferans düzenledi ve Napolyon’un hayatı güney yarımkürede Helena Adası’na sürgünle sonlanmış oldu. Nâşı, yıllar sonra Fransa’ya geri getirildi ancak inşa ettiği Fransız efsanesi, Fransız aklını, toprağını ve siyasetini terk etmedi. Fransa bir kez daha dünyaya hükmetti ama Avrupa’nın dışında. Dünya İngiltere, İspanya ve Portekiz ile paylaşıldı. 20’inci yüzyılın başında Osmanlı hilafetini ortadan kaldıran, yeni bir siyasi ve ideolojik gücün ortaya çıkmasını sağlayan Birinci Dünya Savaşı’nda yeni dünyanın haritasını yaratan Versay Konferansı’na ev sahipliği yapan Sovyetler Birliği güç haritasının dönüşümüne katkıda bulundu.
Avrupa, savaşta veya barışta kalbinde, aklında ve hareketlerinde Fransa’yı takip etmeye devam ediyor. Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisinden ve teslim olmasından sonra Fransa, gücünü Avrupa’da İngiltere’yle paylaştı ve eski Kıta neredeyse 20 yıl barış içinde yaşadı. Fakat çatışmanın fitili, Nazilerin Almanya’da iktidara gelmesiyle ateşlenmiş oldu. Bu defaki Napolyon bir Fransız değil, Alman bilim ve askeri yeteneklerini gamalı haç çatısı altında Avrupa ile birleşmek üzere harekete geçen genç bir onbaşıydı… Avusturya’yı barışçıl yollarla ilhak etmesinden sonra Çekoslovakya ve Polonya’yı işgal etti. Fransa ve İngiltere Almanya’ya savaş ilan etti. Hitler, Fransa’ya yöneldi ve birkaç gün içinde ele geçirdi. Napolyon’un ülkesi ve Avrupa’nın bir kısmı teslim oldu. Devrim diyarı ve özgürlük alevinin tutuştuğu ülke, Nazi diktatörlüğünün hâkimiyetine girdi. Fransız yönetimi, Almanya’nın Birinci Dünya Savaşı’nda Fransa’ya imtiyaz verdiği tren vagonunda aşağılandı, teslim olduklarına dair imzayı atmaya zorlandı. Hitler bunu yapmakla kalmadı, aynı zamanda kendisine bağlı, ilk savaşta Fransızların askeri sembolü Petain’in başkanlığında bir Fransız hükümeti kurdurdu. Vichy’i genel merkezi yaptı. Tarih ve kodlama çatışması ortadan kalkmadı. Napolyon Bonapart, Paris’teki Zafer yayını Berlin’e girdiği gün yapmaya karar verdi mi?
Fransa da teslim oldu ve her türlü yenilgiye uğratıldı. Ancak Napolyon’un nefesi ve aydınlanma düşüncesinin parıltısı halen Fransız zihninde ve vicdanında çalışmalarını sürdürüyor. Genç bir subay olan Charles de Gaulle, bir dizi arkadaşıyla birlikte İngilizlerin desteğine ve sömürge devletlerindeki Fransız birliklerine dayanarak Özgür Fransız Kuvvetleri’ni kurdular ve direnmeye karar verdiler. Subay De Gaulle, Londra’da bulundu ve İngiliz Başbakanı Winston Churchill ile bir alt-ortak olarak bir araya geldi. Müttefiklerin Nazi genişlemesine karşı kurduğu silahlı kuvvetlerin iki numaralı komutanı oldu.
De Gaulle, Moskova’ya gitti ve Sovyet lideri Stalin ile tanıştı. Fransız askeri ve siyasi eylemlerine liderlik yaptı. Fakat İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra düzenlenen Yalta Konferansı’nda Fransız komutan dışlandı. Ancak Amerikan ve Sovyet hâkimiyetine karşı mücadele etmeye çalışan Churchill’in zihin yapısını kullanarak pazarlık ya da zayıflama emaresi göstermedi. Churchill, Fransa’nın Güvenlik Konseyi’nin daimi bir üyesi olmasını sağladı. ABD’nin Marshall Planı çerçevesinde Avrupa’ya mali destek sağladığı esnada De Gaulle’un vizyonu birleşik bir Avrupa yapmaktı. Böylece ABD’nin elinde eğilip bükülen bir araç olmayacaktı. NATO, 1949’da kurulduğunda General de Gaulle, Avrupa’nın bu yeni askeri yapıda lider bir rol oynaması için çalıştı. General, 12 yıl boyunca siyasetten men edilmesine rağmen güçlü bir şekilde geri döndü ve Yeni Cumhuriyet İçin Birlik Partisi’ni kurdu. İşte böylece daha güçlü dönmek için bir süreliğine kaybolan bir Napolyon yeniden doğdu ve bu General içerde elde etiği güç ve Avrupa vizyonu ile Fransa’nın başkanı oldu. Bir zamanların düşman ülkesi Almanya ile Avrupa’nın menfaati için işbirliği yaptı ve doğrudan Almanya Başbakanı Konrad Adenauer ile diyaloga geçti. Süreç, Avrupa Birliği’ne doğru ilerlemeye başladı. De Gaulle, İtalya, Fransa ve Almanya’nın üç temel ayak olduğunu söyledi ve İngiltere’nin Birliğe girmesi hususunda tereddütler oluşturdu. Diyordu ki; Rusya da -Sovyetler Birliği değil- dâhil olamaz çünkü Birliğin ideolojik görüşlerine inanmıyor.
Avrupa ve uluslararası kaynaklı kargaşanın ortasında ve “önce Amerika menfaatleri” diyen Trump’ın yönettiği ABD’nin varlığında Fransa’yı yöneten genç bir Fransız Cumhurbaşkanı var; Emmanuel Macron… Fransız-Amerikan ilişkileri, iki devrimden, iki dünya savaşından ve Amerikan-Avrupa ittifakından bu yana eski ve köklüdür. Macron, yeni Fransa’yı ekonomik ve sosyal olarak yeniden inşa etmek için çalışıyor ve yeni Avrupa’nın uluslararası bir dengeye kavuşmasına öncülük ediyor. Napolyon kendi liderliği için Avrupa’ya karşı savaştı, Charles de Gaulle ise Fransa için Avrupa’nın kurtuluşu ve birliği için savaştı. Sonunda ilki kaybetti ve ikincisi kazandı. De Gaulle, ABD Kongresi’ne Fransızca konuştu ancak Macron İngilizceyi tercih etti ve diplomatik davrandı. Trump’ın yönelimlerinin aksine Kongre üyeleri kendisini alkışladı ve defalarca kutladı.
Emmanuel Macron, kendisinde De Gaulle’un vizyonu ve Napolyon’un ısrarı olan Avrupalı kimliğe sahip, Fransa’nın John Kennedy’sidir. Soru şu: İngiltere’nin AB’den çıkışı sonrası Churchill ve Macron kim olacak? Adenauer’e sahip Almanya kim olacak?